Kimine göre 'hayat değiştiren', kimine göre 'deli işi'. Nedir bu psikoterapi? Bazı doğru bilinen yanlışları sizlerle paylaşmak istedim.
Psikoterapi denildiği zaman; içine düşülen en büyük yanılgı, terapistlerin sihirli değnek sahibi kişiler olduğuna dair inanıştır. Kişiler, terapistin kendilerine ilk görüşmede tanı koyup, onları yönlendireceklerini ve problemlerini kısmen de olsa geçireceklerine dair bir inanç veya beklenti içinde olabiliyorlar. 'Bana bir şey söylemeyecek misiniz?' terapistlerin sıklıkla duyduğu bir sorudur. İlk görüşme, psikoterapi için tanışma seansıdır. İlk seansta herhangi bir tanı koyulabilmesi veya geri bildirimde bulunabilmesi mümkün olmadığı gibi etik de değildir. Terapistin sizi tanıması, analiz edebilmesi, gerekirse- ki çocuk terapisinde sıklıkla başvurulur- test uygulamaları yapması ve karşılıklı bir ilişki kurması gerekmektedir.
Belki de en büyük yanılgı budur... Kişiler, terapistlerden çok büyük beklentiler içinde seansa gelebiliyor ve karşılığında tavsiye, yönlendirme, görüş bildirimi bekleyebiliyorlar. Bunları alamayınca da hüsran ve hayal kırıklığı yaşayıp terapiye devam etmeyebiliyorlar. Öncelikle psikoterapi; kişilerin yaşadıkları problemler karşısında, yaşam olaylarına ilişkin duygu, düşünce ve davranışlarını fark etmeleri için geçirilen ve fark edilen bu duygu, düşünce ve davranışlarla yeniden, yapıcı bir ilişki kurma sürecidir. Psikoterapi; dertleşme, sohbet süreci değildir. Bir takım tekniklerle, kişilerin günlük yaşantısına etki eden problemlerin kökenlerine inerek kişilerin sorunlarıyla baş etmelerine yardımcı olmayı hedefler. Bu noktada terapist fener tutan kişidir, yolu bulacak olan, danışanın kendisidir. Terapistin herhangi bir kişisel müdahalesinin bu süreçte yer alması mümkün değildir.
Eminim ki her terapist, meslek hayatı süresince bu soruyu birden fazla kez duymuştur... Hatta ikinci seansa çağrıldıkları zaman ' Bir daha mı gelmem lazım?' diye soranlar da olmaktadır. Psikoterapi haftada bir veya iki gün, hatta bazı ekollerde üç gün olarak devam eden, düzenli bir süreçtir. Psikanaliz, dinamik yaklaşımlı terapi gibi ekoller daha uzun sürebilirken, bilişsel-davranışçı terapiler, çözüm odaklı terapiler, EMDR gibi yapılandırılmış ekolleri diğerlerine göre daha kısa sürelidir. Ancak hiçbir yaklaşım, 'birkaç seansta kökten çözüm' sözü vermez. Bu gerçek dışı olduğu kadar, doğru da bir vaat değildir. Bu zaman dilimi, kişiden kişiye de değişiklik gösterir. Örneğin, özgül fobi tedavisi için başvuran bir danışan 12 seans sonra kendisini daha rahat hissedebilmişken, aynı fobi ile başvuran bir başka danışan, altıncı ayında hala kaygı yaşıyor olabilir. Bu durum terapist ile değerlendirilir, ancak zamanlama konusunda bir garanti veya söz verilmez.
Etik ihlallerden belki de en büyüğü, terapist ile danışanın, terapi süreci dışında bir ilişki geliştirmesidir. Ne terapi sürecinde ne de süreç bittikten sonra, danışan ile terapistin, terapi dışı bir ilişki geliştirmesi doğru değildir. Hatta danışanın, terapistin özel hayatına dair bilgi sahibi olmaması, süreç için en doğru olanıdır. Sosyal medyanın baskın olduğu çağımızda, bu gizliliği korumak her ne kadar zor olsa da, terapistin özel hayatının 'özel' kalması, süreç için çok daha faydalı olacaktır. Psikoterapi; terapi odasında kalması gereken otantik, hassas ve kişiye özel bir süreçtir. Bu ilişkinin bir başka boyutta yaşanması, psikoterapi sürecini olumsuz etkileyeceği gibi, etik de değildir.
Psikoterapide mümkün olmayacak en önemli hususlardan birisi de terapistin, gizlilik ilkesini ihlal etmesidir. Psikoterapi, temeli güven ilişkisine dayalı bir süreçtir. Paylaşılan, konuşulan her şey terapi odasında kalır ve o odanın dışına çıkmaz. Ancak bazı istisnalar olabilir! Danışanın veya üçüncü bir kişinin can güvenliği tehlikede ise, devam eden bir davayla ilgili mahkeme kararı var ise, gizlilik ilkesi bozulmak durumunda kalır. Bu durumlar dışında, danışanın herhangi bir bilgisinin, dışarıda paylaşılması gibi bir durum söz konusu değildir.
Sözlük anlamına baktığımızda deli; aklını yitirmiş olan, akli dengesi bozulmuş olan kişiye denir. 'Deli' diye tanımlanan kişiler, toplumda 'normal' olarak görülen davranışları sergilemeyenlerdir. Bu 'normal' kavramını derinlemesine incelediğimizde ise, kişiden kişiye değişebildiğini görebilmekteyiz. Kimine göre olağan olan bir davranış biçimi, bir başkası için oldukça sıradışı ve 'delice' olabilir. Yaşadığımız problemlerle baş etme sürecinde bize destek olabilecek yardıma ulaşmak için attığımız adımlar "tuhaf, deli, uzak durulması gereken bir kişi" olduğumuz anlamını asla taşımaz.