Yaşadığını hissettiğin ve öğrendiğin anlar bilinmeyenlerle buluştuğun anlar olacak. Bunun için diyorum ki; yeni şeyler dene, alternatiflere bak, kabuğunun dışına çık. Sonuçlarını düşünüp uzun uzun hesaplar yapmadan, özgüven ile... Suya hiç atlamasaydın, yüzmenin ne kadar güzel bir şey olduğunu, su tenine değdiğinde neler hissettiğini, denizin tuzlu tadını hiçbir zaman bilmeyecektin.
Bilinmeyen, karşına bilinenden daha kötü sonuçları getirebilir. Ama bir o kadar da iyilerini getirebilir. Bilemeyiz. Bildiğimiz; her zaman yeni olanı seçtiğinde, bir şeyleri denediğinde büyüyecek, gelişeceksin. Bir yol ayrımına geldiğinde, dar kapıyı, bilmediğini, daha riskli, güvencesiz görüneni seçebilirsin. Seçimin uğrunda acı çeksen bile, her defasında daha güçlenmiş, daha büyümüş olacaksın.
Korkuların, rutinde kalma ihtiyacından doğuyor. Hiçbir şeyin değişmesini, bozulmasını istemediğin için daha çok korkuyorsun. Korkularını sev dostum. Korkularını anla... Sebepsiz değil hiçbiri. Bir sebebi var elbet. O korkuların ki; göz göze gelme cesaretini göstermedikçe seni hiç bırakmayacaklar. Seni, geleceğini, her şeyini... Her bir korkun senin bir demir parmaklığın. Korkular mahpushanesinde müebbetten başka ceza yok. Demir parmaklıkları kırmadığın sürece özgürlük yok.
Korkularımız bir varsayım. Korktuğumuz şey gerçekleşmeden, korkmaya başlıyoruz. Başımıza geldiğinde ise korkacak zaman kalmıyor, durumu yaşamaya başlıyoruz. Korktuğumuz her an, olacak olmasını beklediğimizin gölgesinden korkuyoruz. Hiç olmasa bile olmuş olduğunda yaratacağı etkileri, daha olmadan yaşıyoruz.
Korkuların, korkularımız. Ne kadar çok korkumuz var. Beyaz bir kağıdın üzerine korkularımızı yazmaya çalıştığımızda uzun bir liste çıkacak. Korkularımız bizi yönetiyor. Korkularımız varsayımdan başka bir şey değil. En çok korktuğun şey bile henüz başına gelmeyen. Henüz başına gelmeyen bir şey için, başına gelmişçesine bugününü karanlığa gömüyorsun.
Korkuların arttıkça, yapabildiklerin azalıyor. Korkuların arttıkça, enerjin tükeniyor. Sesin kısılıyor. Sesin kısıldıkça, panikliyorsun. Panikledikçe, eksiliyorsun, eksildikçe düşüyorsun. Sonunda korkularımı yaşayan olmaktan öteye geçemiyorsun. Henüz gerçekleşmeyenden korkuyorsun.
Sağlıklı yaşarken ölümden, maaşını alırken işini kaybetmekten, sevgilinle sevişirken bir gün onsuz kalmaktan, paran cebindeyken bitmesinden korkuyorsun. Sevdiklerini yitirmekten, başarısız olmaktan korkuyorsun. Ve bunların hepsi henüz gerçekleşmeyen. Gerçekleşmeyenden, gerçekleşmişçesine korkuyorsun. Bazıları da korkmanı istiyor. Korktukça, o kadar kolay yönlendirilebiliyor, hayallerinden o kadar kolay vazgeçiriliyorsun ki...
Küçükken de büyüklerim, okurken de öğretmenlerim korkuttular. Onu yaparsan bu olur, şunu yaparsan o olur. Cezayla, korkuyla eğitildik. Büyüdüğümüzde korkaklık içimize işlemişti artık. Adım atmayı, kuralların dışına çıkmayı, hayallerimize gitmeyi bile unuttuk. Bilgisayar oyunlarında geliştirilen karakterler gibi... Pavlov'un köpeği, insanlığın deneyi oldu aslında...
Korkuyla baş edebilecek tek duygu sevgi. Korkularımın karanlığına tutulan bir fener gibi... Sevginin olduğu yerde korku barınamıyor. Bugün dünya bir korku imparatorluğuna dönüşmüşse, o zaman sevgiyi kaybediyoruz demektir. İnsanlar kadar ülkeler birbirlerinden korkuyor. Suyun bitmesinden, ekonomilerin çökmesinden, nükleer silahlardan, terörden, felaketlerden korkuyoruz. Bu kadar korkunun olduğu yerde, sarılmak yerine kalkanlarımızı kuşanmak nasıl bir ironidir?
Son yıllarda bir arayış aldı başını gidiyor. İnsanlık, eskinin çözdüğünü yeniden keşfetmeye çalışıyor, klişe deyimiyle Amerika’yı yeniden keşfediyor. Mutlu olabilmek, hayallerine ulaşabilmek, üzerindeki baskıyı azaltmak, dayanabilmek için; o kurs senin bu kurs benim dolaşıp, o kitap senin bu kitap benim tarayıp; evreni bulmaya, evreni çözmeye, yaşamı anlamaya, anlamlandırmaya çalışıyor. Sihirli bir değnek, bir formül, hap arıyor. Oysaki senin kurtuluşunun tek çaresi sensin. Hindistan’a, Tibet’e gitmene gerek yok. Yaşadığın şehrin sokaklarında bunu yapabilecek olansın. Aynaya bakarken, bir köpeği severken, kollarını rüzgara açıp teninde hissettiğinde yapabilensin. Ben, asla sana hap vermem. Verenlere de inanma derim. Şunu yaparsan mutlu olursun, bunu yaparsan kendin olursun demem. Dediğimde sadece kendimi anlatmış olurum ama sana sunmam, sunamam. Ben sana yöntemi gösterebilirim, sonucu değil. Çünkü sonucu veremem. Sonucu belirleyecek olan tek kişi sensin. Sana sonucu verdiğimi sansam da, sadece kendimi aldatırım. Ve sana ne verirlerse versinler sen yine istediğin ve alabildiğin sonucu alacaksın. O yüzden de kimseye kızma. Neden olmadı diye sorma?İşte zorluk burada, işte soru işareti burada. Öğrenci olmak zordur, hayat öğrencisi olmak daha da zordur.
Kapıları çal insanlarla konuş, içindekileri paylaş... Korkularının nedeni sensin. Ve ne kötü ki haklısın. Senin düşünmeni istemediler. Zaten onlar da düşünmeden yetişenlerdi. Bir nesilden bir nesile insanlık kendisini kaybetti. Paylaşmayı kaybetti, koşulsuz vermeyi, sevmeyi kaybetti, en çok istediğini kaybetti. Ve onu aramak için yollara düştü. Her sabah uyandığında hissetmek istediğin şeyin ne olduğunu sen biliyorsun? Nedir? Kafan karışık biliyorum.
Şimdi oyun oynama zamanı. Düşüncelerini, geçmişini, gerçek bildiğin her şeyi bırak. Sadece yaz. Tek bir sorunun cevabını ver. Bugün ne olmasını isterdin? Bugün ne hissetmek isterdin? İnsanların seni nasıl tanımlamasını isterdin? Son soru tuzak. Bil ki sen, son soruyu cevaplarken kendini nasıl ortaya koyarsan, onlar seni öyle tanımlayacak. Boş bırakırsan senin yerine seni tanımlayacaklar. Kendini öyle bir ortaya koy ki, yoruma yer kalmasın. Onaylanma, beğenilme, bir şeyleri kazanma ya da kaybetme endişen olmadan bu soruyu yanıtlarsan, belki de ilk kez karşılaşacağın cevapların olacak.
Dünyaya bir çift göz arkasından bakıyorsun. O iki gözün gördükleriyle, yorumladıklarıyla dünyayı yorumluyorsun, tanımlıyorsun. Şu anda önümdeki masanın üzerinde onlarca göz var. Taksicinin, köylü çocuğun, fabrika bekçisinin, ünlü bir şarkıcının, mahkumun, imamın, papazın, hahamın, Ermeni’nin, Rum’un, Yahudi’nin, Kürt’ün, Alevi’nin... Sokağa çıktığında gördüğün bütün insanları düşün... Her birinin gözlerinden bakmayı bir dene... Seninle bu yolculuğumuzda ara ara o gözleri takacağız. O gözlerden hayatı görmeye çalışacağız.
Aynı anda 10 kişi aynı yere bakarken, o yerde 10 ayrı gerçeklik doğar. Senin gerçekliğin, senin kaderini yaratır. Sonuçta dünyayı, kendin gibi algılarsın. Bundan sıyrılabildiğin gün de gerçekten ‘gerçek’ ile tanışırsın.
Ruhlarımızda yırtıklar kanıyorlar. Mutluluklarımızda bile hüzün var. Hüzün kötü dediler. Tek amaç mutluluk dediler. Kendi hüznünü yaşayamadan, kendinle barışamadan mutluluk dışarılarda dolaşan arada bir avuçlarında tuttuğun sonra da uçup giden bir yanılsamadan öteye geçemeyecek. Kendimizle, birbirimizle, ruhumuzun kanayan yaralarıyla yüzleşmeden, onları kabul ederek iyileştirmeden nereye kadar gidebilirsin? Ben sana onu, şunu yap demiyorum. Ben seni yenilenmeye, gelişme yerine dönüşmeye davet ediyorum. Bedeninle, ruhunla, zihninle. Milyarlarca hücrenin her biriyle. Kendine dokun. Kendini tanı. Kendini hisset. Ne kadar güzel olduğunu gör. Günahlarını bile sev. Onlar senin, onlar sensin. Hırsların, tutkuların, acıların, zevklerin, yanlışların, doğruların hepsi “sen”sin. Yaşamındaki her an bir mucize. Mucizelerini hatırla. Emeklemekten ayaklarının üzerinde dolaşmaya başlamana, ekmeği ikiye bölmeye başladığın ana kadar her anında saklı olanı gör. Neye göre iyi ya da kötüsün, neye göre başarılı ya da başarısızsın... Ben sana söyleyeyim... Çevrendekilerin, içinde yaşadığın toplumların koyduğu kurallar, normlar, tanımlamalar kadar iyi veya kötüsün... İşe buradan başlayabilirsin. Tekrar soruyorum. Bir an düşün, başka bir yerde doğsaydın, başka bir ailede olsaydın yine aynı doğrular doğru, yanlışlar yanlış, başarısızlıklar başarısızlık olacak mıydı?
Sen, sensin. Eğer sen kimlik tanımını yapmazsan, birileri her zaman bunu senin için yapıyor olacak. Kendini aşık olduğun insanla, yöneticinle, ailenle tanımlama. Elbette ki onları kat. Ama kendini kendin tanımla. Hatta yapabiliyorsan hiç tanımlama. Etiketleme. Başkalarının gözüyle kendini yargıladığın, tanımladığın sürece hiçbir zaman sen olamayacaksın, hiçbir zaman kendini tanıyamayacaksın, kendinle barışamayacaksın... Her şeyin temelinde sen ol. O zaman senin dışındakilere de ışık vermeye başlayacaksın.
Korkularından bugün korkuyor olmak sana bir şey kazandırmıyor. Korkuların da yok olmuyor. Onlarla yüzleşmek ya da yok saymak değil mesele... Mesele, korkularınla barışabilmek. Korkularını sevebilmek. Bir şeyi çok iyi biliyorum. Daha önce korktukların başına geldiğinde bir şekilde ayakta kaldın. Bir şekilde, başına gelenle yaşadın. Korktuğunun başına gelmesi, korkularının gerçek olması, onlar gerçekleşmeden sana yaşattıkları kadar acı vermedi.
Henüz gerçekleşmemiş olana duyduğun endişeye harcadığın enerjiyi, bugün yapmak istediklerine, yarın yaşamak istediklerine çevirdiğinde hayatındaki her şeyin rengi değişecek. Bunun için de dışarıda çareler aramana, birilerinin sana cesaret vermesine ihtiyacın yok. Evrenin muhteşem bir parçası olarak, yüreğini dinlemen, kendine dönmen ve harekete geçmen en büyük güç. Neyi bekliyorsun? Düşünme yap, olmaya çalışma ol, yaşamak istediğin şeyleri düşünme yaşa…
Sevgiyle, inançla ve cesaretle…
ARET VARTANYAN