Eray ERKOCA – eray.erkoca@alem.com.tr / Fotoğraf: Ertan DEMİRBİLEK
Bedri Rahmi Eyüboğlu, “‘İstanbul deyince aklıma martı gelir / Yarısı gümüş, yarısı köpük” diye anlatıyor üç imparatorluğa başkentlik yapmış olan bu eşsiz şehri. Yalnızca Eyüboğlu değil tabii iki kıtaya yuva olan şehre mısralar dizen. 8500 yıllık bir tarihe sahip olan İstanbul’u şairler, ressamlar, yazarlar kaleme almış, fırça darbelerinde somutlaştırmış yıllarca. Nedim’in “Bu şehr-i Stanbul ki bî-misl ü bahâdır”, Türkçe meali paha biçilemez dediği şehir, Hollywood yapımlarında kendine yer bulmuş. Bazen Joseph Pevney’nin 1957 yapımı “İstanbul” filminde seyrettiğimiz gibi bir aşk hikayesine, bazen de Jules Dassin’ın 1964 yapımı “Topkapı” filminde olduğu gibi bir soygun hikayesine yuva olmuş. Akla martı gelir diyorum ya İstanbul deyince, bir martının kanatlarından İstanbul’u seyretmek mümkün olsa keşke. Şehri en iyi anlatanlardan biri olan Saffet Emre Tonguç ile biraz olsun mümkündür belki de.
“Kanatlarımda İstanbul”un hikayesinden bahseder misiniz biraz?
“Kanatlarımda İstanbul” benim 17. kitabım. Bugüne kadar İstanbul’la ilgili dokuz tane kitap yazmıştım. 10.’sunda farklı bir şeyler yapayım dedim. Ne yapabilirim? Çünkü daha önce Boğaz’ı yazdım, İstanbul’un her köşesini yazdım. Bu sefer dedim ki; bir martının kanatlarına tutunayım, yukarılara çıkayım, bir drone’dan gördüklerimi yazayım. Çok değerli bir drone fotoğrafçısı ile çalıştım, sevgili Halit Gülen ile. O fotoğrafları çekti, ben de yazıları yazdım. Ortaya tam istediğim gibi bir kitap çıktı. Bu süreçte Zeynep Şahin Tutuk’un da bana çok büyük katkıları oldu. Ona da ayrıca teşekkür etmek istiyorum. Ve burada farklı açılardan çekilmiş, hiç beklemediğiniz İstanbul görüntüleri göreceksiniz. Hem de aynı zamanda o gördüklerinize ait, onlarla ilgili yazılar bulacaksınız. Çok keyifli İstanbul hikayeleri anlatmaya çalıştım o fotoğraflarla özdeşleşen.
İstanbul’da mutlaka görülmesi gereken 10 yer neresi?
İstanbul’u 10 yerle sınırlamak o kadar zor ki… Bir kere ikonik binaların bile sayısı çok fazla: Galata Kulesi, Kız Kulesi Ayasofya, Topkapı Sarayı, Sultanahmet Camii, Süleymaniye Camii, Dolmabahçe Sarayı, Beylerbeyi Sarayı, Kapalıçarşı, üç tane köprü. Bunlar aklıma ilk gelenler ama bence İstanbul’da en güzeli ne biliyor musunuz? İstanbul’un sokaklarında kaybolmak. Çünkü İstanbul, her köşesinde size sürpriz sunan bir şehir. İyi bir sürpriz olabilir, kötü olabilir, bunu pek garanti edemem ama muhakkak bir sürprizle karşılaşırsınız. Hiçbir zaman sıradanlık yoktur İstanbul’da.
İstanbul’un sakinleri olarak günlük hayatımızda es geçtiğimiz, şehrin üç saklı köşesi diye sorsam.
İstanbul’da o kadar çok gizli kalmış nokta var ki… Hemen aklıma gelen birkaç yeri söyleyeyim. Mesela Bebek’e gideriz, ana caddede dolaşırız. Oysa Bebek’in ara sokakları mücevherlerle süslüdür. Mesela bunlardan bir tanesi Kavafyan Konağı. 1750’lerden beri yıkılmadım ayaktayım dercesine orada durur ve Osmanlı mimarisinin en güzel örneklerinden bir tanesidir Kavafyan Konağı. Fener-Balat benim çok sevdiğim bir bölge. Mesela oradaki kırmızı okul, Fener Rum Lisesi. Müthiş bir yapıdır. İçine girmeye çalışın, görmeye çalışın. Özellikle tören salonu olağanüstüdür. Bir yer daha var, o da Rüstem Paşa Camii. Mimar Sinan’ın olağanüstü eserlerinden bir tanesidir. İçinde inanılmaz İznik çinileri vardır. Küçük ölçeklidir ama o da adeta bir mücevher gibi parıldar. Onu da muhakkak programınıza ekleyin derim.
Sayılardan devam ediyoruz madem, İstanbul’u eşsiz kalan üç şey ne size göre?
Hiç unutmuyorum, bir keresinde Robert Redford ve Madeleine Albright, A. B. D.'nin ilk kadın dışişleri bakanı ile yemek yiyorduk. Albright Türkiye aşığı, İstanbul’u çok seven bir kişi. Robert Redford’a döndü ve dedi ki: “Ben sana demedim mi burası dünyanın en eşsiz şehri diye.” O kadar çok eşsiz özelliği var ki… Bir kere iki kıta üzerinde kurulmuş tek şehir. Bir tarafta Avrupa var, bir tarafta Asya var. İkincisi içinden deniz geçen tek şehir. Üçüncüsü ise 8500 yıllık bir tarihe sahip olması ve bu çerçevede de üç imparatorluğa; yani Roma’ya, Bizans’a ve Osmanlı’ya başkentlik yapması. Bir de ben hep yabancılara şunu anlatıyorum espri olarak, diyorum ki: Burası dünyada en ucuza en kısa zamanda kıtalararası yolculuk yapabileceğiniz yegane yerdir.
Robert Redford gibi dünyaca ünlü isimlere İstanbul’u gezdirdiniz. En keyif alarak gezdiğiniz isimler kimler?
İstanbul’da 100’den fazla ünlüyü gezdirdim. Oprah Winfrey, Martha Stewart, Calvin Klein, Michael Kors, Bob Geldof, Kevin Spacey, Candice Bergen, en son gezdirdiğim isimlerden bir tanesi Penn Badgley’idi. “Gossip Girl” ve “You”da oynayan sanatçı. Hepsiyle çok güzel zamanlar geçirdim. Mesela Bill Gates’in oğlunu gezdirdiğimde Rory Gates’in tevazusundan çok hoşlandım. Bir haftalık bir tatil için gelmişti, 15 yaşındaydı ve babasının ona verdiği harçlık 200 dolardı. Demek ki dünyanın en zengini de olsanız, çok mütevazı bir çocuk yetiştirmeniz mümkün. Oprah Winfrey benim gönlümü çalan isimlerden bir tanesi. Olağanüstü bir kişilik ve ben onu tanıdıktan sonra dünyanın “talkshow” kraliçesi olmasının son derece sıradan olduğunu gördüm. Çünkü o kadar muhteşem bir yüreğe sahip ki insanlar da onu ekranlarda seyrederken o güzel enerjisini alıyorlar. Bu yüzden de çok geniş bir hayran kitlesine sahip. Bunun dışında çok güzel vakit geçirdiğim isimlerden bir tanesi Aerosmith’in solisti Steven Tyler’dı. Çok eğlenceli, hayatı dalgaya alan bir kişilikti. Sürekli şarkılar söyleyen, enerji bombası isimlerden biriydi. Onu da listeme koyabilirim.
Peki, sizin İstanbul’da en çok mutlu olduğunuz yer neresi?
Benim İstanbul’da en sevdiğim yer tabii ki oturduğum Rumelihisarı. Bir kere köy atmosferi sağlıyor ve benim çocukluğum Kandilli’de geçti. Kandilli de çok sevdiğim, çok bayıldığım yerlerden bir tanesi. Ve ikisinin de ortak bir özelliği var: İkisi de hala mahalle kültürünü taşıyan yerler, hala ahşap evlerin bulunduğu sokaklara sahip semtler. Bu yüzden de Rumelihisarı’nda oturmaktan, sabahları Boğaz’a bakıp uyanmaktan çok büyük bir keyif alıyorum.
Kitabınızda 80 farklı rotadan bahsediyorsunuz. Hikayesi sizce en ilginç olan yer neresi?
Kitapta 80 farklı rota var ve çok ilginç hikayeler var. Bunlardan bir tanesi Kılıç Ali Paşa Camii. Diyorlar ki bu camii aslında Don Kişot’un yazarı Cervantes’in çalıştığı camiidir. Kılıç Ali Paşa İnebahtı Savaşı’nda esir olarak Cervantes’i İstanbul’a getiriyor, o da camiinin inşaatında çalışıyor. Hatta Don Kişot’u yazarken de Kılıç Ali Paşa’nın sıradışı kişiliğinde çok etkilendiğini söylüyorlar. O yüzden de yabancılar Kılıç Ali Paşa Camii’ne Don Kişot Camii derler. Benim için İstanbul’daki en ilginç hikayelerden sadece bir tanesidir ama bir hikaye anlatıcı olarak İstanbul’la ilgili 100’lerce hikaye anlatabilirim size.
RÖPORTAJIN TAMAMI BU HAFTA ALEM'DE.