İç mekan tasarımlarının yeni vazgeçilmezi artık boy boy bitkiler. Bunlar birçok farklı amaçla kullanılıyor; dekoratif, rahatlatıcı algı yaratmak veya ‘separatör’ (ayırıcı) gibi farklı şekillerde de kullanılır hale geldi. Bununla beraber ana akım sohbette yerini tekrar var eden kavramlardan biri de Biyofilik Tasarım.
Biyofilik Tasarım, doğayla belirli bir düzeyde bağlantıyı sürdürmek için sağlığımızı, ruhumuzu ve genel ekosistemimizi iyileştirmenin bir yolu olarak, doğayı bina mimarisine ve iç mekana entegre etmeyi amaçlamaktadır.
Bu konsept aslında inşaat endüstrisi tarafından binada oturan ile doğal habitatı birleştirmek amacıyla ortaya çıkartılmıştır. Adı yakın tarihte icat edilmiş olmasına rağmen; Biyofilik Tasarım’ın göstergelerinin geçmişi, mimaride Babil'in Asma Bahçeleri'ne kadar uzanır. Pek çok akademik araştırma ve çalışma, doğayı taklit eden ortamların genel sağlık ve refah üzerindeki geliştirici ve olumlu etkilerini kanıtlamıştır.
Doğuştan gelen doğa ve yaşam sevinci
"Biyofili" kelimesi ilk olarak psikanalist Erich Fromm tarafından tanıtıldı. Fromm, ‘biyofili’nin "bir insanda, bir bitkide, bir fikirde veya bir sosyal grupta yani hayatın her kesiminde görülebileceğini ve hayatta olan her şeyin tutkulu aşkı" olduğunu belirtti. Biyofili terimi aslen ‘biophilia’ kavramından gelir ve “yaşam sevgisi veya yaşayan sistemlerin sevgisi” demektir; doğal çevreyle olan içsel bağımızdır. Hepimizin, doğal dünya ile yüz binlerce yıllık geçmişe dayanan genetik bir bağı olduğunu belirtir. Artan kentleşme oranlarının doğal dünya ile olan bağımızı ne kadar etkilediğini gözlemleyen ABD’li psikolog Edward O. Wilson tarafından, 1980’lerde yaygınlaştırılan bir terimdir.
Biyofilik Tasarım neyi amaçlar?
Metropol hayatlarımızın hızı ile teknolojinin birleşmesiyle özden, doğal olandan ve en önemlisi de doğadan uzaklaştık. Covid-19 dünyasına adım attığımızdan beri ise bu kavramları düşünmeye geliştirmeye çalıştık. Biyofilik Tasarım doğal ortamlarda yaşamak, çalışmak ve öğrenmek adına bu yakınlığı tekrar kurabilmeyi amaçlayan yenilikçi bir yöntemdir. Bu yaklaşımı benimseyen tasarımcılar iç mekana bilinçli olarak doğayı dahil ederek yeniden bağlantı kurabilmeyi amaçlar.
Sağlık, çevre, ekonomi, sürdürebilirlik ve dayanıklılık konularında büyük faydaları olan bu kavramı, iç mekanda oluşturma yollarına göz atalım:
Bitkileri farklı şekillerde veya amaçlarda kullanmak (süsten ziyade artık işlev yüklenmesi).
Tüm duyuları uyandıran mekanlar (her duyumuzu etkilemesi).
Bilinçli malzeme kullanımı ve tüketimi.
Sürdürülebilir mekanlar yaratmak (artık sadece büyük otellerin yeşil tasarımla inşaa edilmesi yetmiyor, hepimizin kendi alanlarımızı da buna saygılı şekilde kurgulamamız gerek).
Farklı şekillerde objeler kullanmak, organik şekiller kullanımı.
Doğal ışık kullanımı (doğal ışığın doğru oranda kullanımının iyileştirici gücü bile olduğu kanıtlandı).
Enerjiyi ve israfı en aza indiren tasarımlar.
Doğa renklerinin kullanılması, toprak, tarçın veya farklı yeşil tonları gibi.
Yeşil bitki kaplı özel duvar kaplamalar.
Duvarların tuval gibi kullanılması.
Doğal malzeme karışımları; hasır, ahşap, bambu, seramik gibi malzeme karışımı.
Bu trendin amacı kesinlikle gözü hoş tutmak olarak düşünmemeli, bunun insan üstünde psikolojik, iyileştirici etkisinden tutun sürdürülebilirlik konusuna kadar uzanan geniş bir önem yelpazesi mevcut.
Google ofisleri bile bugün daha fazla doğal ışık sağlamak için çatı ışıklıklarından yararlandı; mekanlarına daha fazla bitki ekledi ve duvar kağıdıyla halıyı daha doğal desenlere dönüştürmeyi denedi. Şirket; bu düzenlemelerin, çalışanların daha iyi odaklanmalarına, daha yaratıcı ve üretken olmalarına yardımcı olduğunu söylüyor.
Kendimize saygının kendimize ve doğaya iyi bakmaktan geçtiğini unutmamamız gereken bir dönemdeyiz. Hepimizin uzaklaştığı bu kavramları, normalimiz haline getirmemiz dileğiyle.