Burcu ile yollarımız dört sene önce kesişti. Aşk acısı çekiyordum. Bir arkadaşım, kolumdan tuttuğu gibi Burcu'nun yanına götürdü ve dedi ki, "Sana iyi gelecek bir arkadaşım var, birlikte çalışabilirsiniz!" "İnsanlar değişir mi?" hep bir soru işaretidir ya, insanlar elbette değişir, insanlar niyet ettiğinde çok da güzel değişir. Benim hayatım da Burcu ile değişmeye başladı. ALEM sayesinde bunu herkese anlatmak ve herkesle paylaşmak istedim.
2003 yılında Hindistan'a gittim. Uzun zamandır bir arayışım vardı; birçok düşünce biçimi, felsefe... Fakat hepsini bir noktada buluşturamıyordum. Hindistan'a gittiğimde orada hocam Patrick San Francesco ile tanıştım, önce hastası olarak başladım, birkaç ay sonra bana "Öğrencim ol, gel aynı zamanda asistanlığımı yap" dedi. Nitekim bir yola girdik. 15 sene kadar sürdü Hindistan maceram. Son 5-6 senedir de Türkiye'deyim.
Öncelikle bizde bir laf vardır, şifa Allah'tan derler. Çok doğru. Biz healer olarak geçsek de aslında değiliz, biz sadece aracıyız. Bunu veren enerjiye aracılık ediyoruz. Hangi enerji dedikleri zaman, evreni yaratan bir tane enerji var zaten; kaynak dediğimiz. Direkt oraya bağlanıyorsunuz. Oradaki enerjiyi bir kısım büküyorsunuz, şekillendiriyorsunuz... Nerede, nasıl yapılması, kullanılması gerekiyorsa, zaten enerji her şeyi yapıyor. "Enerji ile iyileşme" diyebiliriz. Bir sürü isim, bir sürü teknik var ama benim çalıştığım yöntem enerjiyi yüklü miktarda alıp, büküp, karşı tarafa vermek...
Ama zaten öyle bir şey bu. O gün çok fazla insana dokunamadıysam, gerçekten çok mutsuz oluyorum, vicdan azabı yaşıyorum. Aracılık yaptığım zaman gerçekten kendi varlığımı doldurduğumu, burada olmama gerçek bir anlam kattığımı hissediyorum.
Bir kere elimizdeki durumun ne olduğunu, olduğu gibi anlamamız lazım. Aşkın aslında acısı yoktur, eğer aşk acısı çekiyorsanız onun altında başka şeyler vardır. Obsesyon vardır, korku vardır, belki bazı beklentiler vardır... Fakat biz gerçekliği olduğu gibi göremediğimiz için, onu düzeltemiyoruz da. Halbuki hiçbir acı üç günden fazla sürmez. Onun altında hep kavgalar var.
Burada benim demek istediğim, bahsettiğim aşk şu; ben bazı beden üstü deneyimler yaşadım ve kalp gözü açılması denilen deneyimde, çocukluğumdan beri neden hep bir erkeğe aşık olma ihtiyacı içindeydim onu anladım.
Bir kere bir gömlek çıkarıp yenisini giymek gibi bir şey değil bu. Bir süreç, bir yol. Sen bunu yeter ki iste, evren sana her şekilde yardım eder, "tailor made" çünkü, herkese özel bir yol bu. Herkesin ihtiyacı da farklı. Sen gerçekten "Ben sevmek istiyorum" dediğin zaman, "Rabbim ben bir şekilde sana gelmek, bütünleşmek istiyorum" dediğinde evren her türlü sana hizmet ediyor zaten. Ben o anı yaşadığımda, niye hep bir erkeğe aşık olmak istiyorum, onu anlamıştım; çünkü ona çok yakın bir duyguymuş... Bunu bir kere deneyimledikten sonra, bu yoldan çıkman da mümkün değil, o insani duyguları bir daha istemiyorsun. O huzuru, o neşeyi, o teslimiyeti, oradaki kaygısızlığı... Çocuk gibi olmak yeniden... Küçük çocuklar bahçede oynarken çok mutlular, çünkü kaygıları yok. Çünkü güveniyorlar; annem evde, babam evde, yemeğim de olacak, arkamda birisi var. Biz bunu biraz büyüdüğümüz zaman Rab ile yaşayamıyoruz, hepimiz evet Allah'a inanıyoruz, hepimizin bir dini var ama ne kadar gerçek bu? Sen ne kadar teslimsin evrene? Gerçekten ne kadar açıksın karşına gelenlere, sana sunulanlara? O teslimiyet olduktan sonra zaten rahatlıyorsun. Çünkü o bir şeyleri kontrol etmeye çalışma hissi, o ego, bizi en çok yıpratan şey. İşin kötüsü de bir şeyi kontrol edemiyoruz. Sonuçta her şey dönüyor, dolaşıyor, olacağına varıyor. İlişkideki aşk acısı da öyle bir şey, dediğim gibi üç günden fazla sürüyorsa onun altında bambaşka şeyler vardır. Fakat insanlık olarak birçok şeyi normalleştirdik. Obsesif Kompulsif Bozukluk denilen hastalığı aşkla karıştırır olduk mesela. Normalleştirdiğimiz şeylerin üzerine çıktığımız zaman, zaten hayat çok güzel. Hiç unutmuyorum, bir gün klinikte Patrick'in kapısının önündeyim. Büyük oğlum da epey hareketli bir çocuktu. Bebekler görüyorum, koyduğun yerde duruyor. "Benim çocuğum neden bu kadar yaramaz" diye düşünüyorum... Derken bir hasta geldi, çocuğun kafası büyüyor sürekli ve çocuk annenin kucağında hep, kıpırdayamıyor. "Allah'ım çok teşekkür ederim, sağlıklı bir çocuğum var ve yaramaz, her yerde kıpırdıyor" diye düşündüm o an. Biz sadece "Niye bu yok" dediğimiz için "Ama bu da var"ı unutuyoruz. Kıymetini bilmediğimiz zaman anlamı olmaz, o yüzden güzeldir bazen bazı şeyleri kaybetmek. Ben mesela çok mutlu oluyorum, arada hasta olduğum zaman. Çünkü sağlıklıyım, bunu görüyorum... Her gün böyle yaşayan insanlar var. O yüzden şükürler olsun olana. Ve olanın kıymetini bildiren olmayana daha çok şükürler olsun.
Biz insanoğlu olarak her şeyi maddeye bağlamış durumdayız. Benim tecrübelerim gösterdi ki çok fazla maddi imkanlara sahip olan insanlar mutlu değiller, huzurlu değiller. Oradan bir çıkmak lazım, oturduğun yerin tadını çıkarabilmek lazım. Biraz teslim olabilmek, yanlış şeylerde aramamak belki... O egoyu tanıyıp biraz uzaklaşmak... İnsanoğlu olarak beynimiz negatife programlanmış durumda. Bir beş dakika bulaşık yıkayacak olsanız, otomobil kullanacak olsanız, yoga yapacak olsanız aklınız başlıyor düşünmeye. Ben bunu ilk fark ettiğinde çok şaşırmıştım, niye her boşluğumda kavgaya gidiyor aklım? Niye teşekkür etmiyorum? Patrick'e sormuştum, "Hocam galiba ben adam olamayacağım, aklımı her saldığımda negatife gidiyor" diye, "Merak etme sadece senin değil herkesin fikri öyle" demişti. Ne yapacağız peki? Yeniden fikrini, bakış açını değiştireceksin. Dolu tarafından, boş tarafından bakmak değil mevzu... "Çok pozitif bir insansın" diyorlar bana, asla pozitif bir insan değilim, çok nötrüm. Nötr olduğum noktada beni mutlu edecek o kadar çok şey var ki, pozitif olmaya ihtiyacım yok. Bir kere yataktan kalkabildim... Kalkabilince ayağımın üzerine basabildim... Bugün kaç kişi bunu yapamıyor biliyor musun Tuba?
Sen bunu istemedikçe bunu senin için yapacak bir olgu yok. Önce neyin değişmesini istiyorsun ona bakmalı. Diyelim ki ayağım acıyor, bakıyorum ayakkabım küçük geldi, çıkarınca ayağım rahatlayacak... Problemin ne olduğunu fark edip çok objektif biçimde "Problemim bu" deyip onun üzerinde çalışmak lazım. "Ah ben zavallıyım, herkes de bana bunu yaptı, annem de böyle yaptı, babam da böyle yaptı, çocukluk travmalarım da var" diyen biri de olabilirsiniz ama öyle olduğunuz müddetçe o negatif alanda mutsuz kalırsınız. Ben yaptım mesela onu bir dönem, baktım bana yaramadı. O mutsuzluğu denedim yani. Bu, üstünüze aldığınız bir rol. Çoğumuz o şekilde dikkat çekmeyi öğrendik. Çocukken mutlu, neşeli olduğumuzda hoplayıp zıplarken, "Sus, otur, sessiz ol" dendi, ayağımızı vurduğumuzda tüm aile "Ay iyi misin?" yaptı. Biz bu sefer, mutsuz olursak sevgi ve ilgi göreceğimizi öğrendik. Şimdi hep ayağımızı vuruyoruz belki, ama öyle bir dünya yok. Benim çocukluk travmalarım var deyip diğer insanlara eziyet etmenin çok kibar bir yolu bu ama öyle bir şey yok. Evrende ne yaparsak, ne ekersek enerjetik olarak söyleyeyim kesinlikle bize geri geliyor, gelmemesi mümkün değil. İkincisi, insanlara acı vermek, eziyet etmek gerçekten ruhumuza mutluluk vermiyor. Ama ne zaman bir canlıyı mutlu edersek; bu insan olabilir, kuş olabilir, çiçek-böcek olabilir, işte o zaman ruhumuz gerçekten tatmin oluyor. Gerçek huzur, gerçek mutluluk, gerçek tatmin o zaman... Ruhunu beslediğin zaman.
Tabii ki kendisinde. Bir enerji vücudumuz var, onun materyalize olmuş hali de fiziksel vücudumuz. Yani bedenimizde ne olmuşsa, bu önce ruhumuzda oluyor, sonra bedenselleşiyor. Bunu en güzel anlatan Kirlian fotoğrafçılığı mesela. Auranın resmini çekiyor ve halihazırda olmamış hastalıkları bile günler öncesinde görüntüleyebiliyor. Bu da bize şunu ispat ediyor; bir ruh beden var, o ruh bedende biriken negatif enerji bloklarını fiziksel bedende de aynı bölgelerde görüyorsun; hastalık olarak meydana geliyor. Dolayısıyla biriktirdiğimiz negatif enerji bizi hasta ediyor. Bunu kendi kendimize çalışabilir miyiz, tabii ki. En önemli şey bakış açımızı değiştirmek. Çok fazla negatif düşünmediğin zaman, vücuduna her anlamda negatif yüklemediğin zaman, kendini bu deneyimi yaşamak üzere özgür bıraktığın zaman, kendini kabul ettiğin zaman, "ben bir ruhum, ruh olmak zaten muazzam bir şey, ama şu an insan olma tecrübesi yaşıyorum, bakayım nasıl bir şeymiş" diye seyirci olduğun zaman; vücut ya hastalanmıyor ya da daha çabuk toparlıyor. Negatiften uzak durdukça; öfke, nefret, stres, kıskançlık, bütün bu negatif alanlardan uzak durdukça kaza da olmuyor, hasta da olmuyorsun, olduğun zaman ayağın kayıp yere düşsen de altında bir minder oluyor, bir şekilde evren seni havalarda gezdiriyor.
Baktığın zaman bütün düşünce sistemleri ve felsefeler aynı şeyleri söylüyor; kimseye zarar verme, kimseyi acıtma; "Mutlu ol ve mutlu et!" Bu kavramda devam ettiğin zaman her şey yolunda gidiyor. Daha önce yolunda gitmiyor zannettiğin şeylerin aslında ne kadar yolunda gittiğini görüyorsun. Eskiden bana verilen şeye teşekkür edip verilmeyen için üzülürken, şimdi verilene bir kere teşekkür ederim diyorum verilmeyene üç kere teşekkür ediyorum. Biz insanlar olarak şizofrenik bir durum yaşıyor ve hayat bize karşı sanıyoruz; oysa evren gerçekten bizimle ve her zaman bize hizmette... Bizden tek istediği ise daha büyümemiz, daha olgunlaşmamız, iyi anlamda yol kat etmemiz.
Röportaj: Tuba ÜNSAL Fotoğraflar: Ertan DEMİRBİLEK Saç: Erdem GÜL Makyaj: Gizem ERGİN