Oktay TUTUŞ / Fotoğraflar: TEFAF
Sanat, uzun süre sahip olabileceğiniz ve sizden sonra da çocuklarınıza hatta torunlarınıza bırakabileceğiniz çok az sayıdaki şeyden biri. Bununla beraber alıcısı ile arasında kurduğu bağ başka hiçbir yatırım aracında bulunmuyor. Duygusal bir bağ söz konusu olan ve çoğu zaman bu bağ sayesinde koleksiyonlar nihai şeklini alıyor, koleksiyonerler yeni sanatçıları destekliyor ve sanatı destekleyecek kurumların açılmasına vesile oluyor. Bu kuvvetli duygu bundan dört, beş yıl öncesine dek sadece belli bir alım gücüne sahip kesime aitmiş gibi biliniyordu. Ancak bugün dünyada sanat üretimi ve sanata yatırım değişiyor, dönüşüyor ve bunun sonucunda sanat eseri ile alıcısı arasında bulunan kurumların sayısı da gittikçe azalıyor.
Enformasyon çağının getirdiği en önemli şey bilgiye her an her yerde erişebiliyor olmamız ve bu sayede insanların istedikleri konuda bilinçlenmeleri birkaç tıkla mümkün olabiliyor. Sanatı kitlelere ulaştıran internet ve sosyal medyanın onu dönüştürmemesini beklemek saflık olur. Çünkü bu dönüşüm sessiz sakin değil, oldukça gürültülü bir şekilde şu anda gerçekleşiyor. Dijital dünyanın getirdiği bu dönüşüm çoğunun düşündüğü gibi olumsuz değil. Aksine dijital teknolojiler, sosyal medya sanatın ve de koleksiyonerliğin demokratikleşmesine yardımcı oluyor. Şöyle bir örnekle devam etmek durumu anlatmak için daha uygun olacaktır. Bundan 10 sene önce lüks ürün ve hizmetlerin bağlı olduğu endüstriler inanılmaz bir patlama yaşadı. Daha sonraki süreçte ise lüksün gittikçe demokratikleştiğini hepimiz gördük. Bugün eski dünyanın lüks ürünler satan köklü markaları, sokak modası avangartlarıyla aynı podyumu paylaşıp beraber koleksiyon üretiyorlarsa bu, tüketicinin ne istediğini anında ölçümleyebilmeleri sayesinde. Sosyal medya ve internet üzerinden yapılan bu ölçümler sayesinde markalar anında tüketici isteklerine cevap verebiliyor ardından aksiyon alabiliyor.
Bu her zaman böyle değildi. Lüks markaların çoğu dijital dünyaya entegre olmak ve onun üzerinden ticaret yapmaktan korktu daha sonra kendini geri çekti. Bazıları adaptasyonunun geciktiğini görerek aksiyonuna hız verdi. Etkin bir şekilde sosyal medya kanallarını kullandı ve gelişmiş bir e-ticaret ağı kurdu. Gucci ve Chanel burada bu gücü kullanarak değerini artıran iki örnek marka olarak gösterilebilir. Bugün lüks ürün ve hizmetleri internet üzerinden dilediğiniz zaman satın alabiliyorsunuz. Çoğu marka ürünlerini kendi platformları üzerinden satıyor. Markalar gördüler ki dijital dünyada her şeyi kuralına göre oynar ve dikkatli olursanız satışlarınızı artırıp daha geniş bir kitleye ulaşmak mümkün. Aynı durum sanat için de geçerli. Sanatın da yaygınlaşması ve demokratikleşmesi hikayesi lüks endüstrisi ile benzeşiyor. Bundan bir beş veya en fazla 10 sene sonra sanatın dijital dünya sayesinde herkesçe bir tık ile satın alınabilen bir ürün olduğunu göreceğiz. Ve sanat da önünde sonunda daha demokratik hale gelecek. Dijital dünyanın sanatı demokratikleştirmesinin işaretlerini bugün bile görmeniz mümkün. İnternetten satış yapan müzayede evi Auctionata dünyadaki en büyüklerden birisi ve 200 farklı ülkeden kayıtlı 800.000 kullanıcıya sahip. Y--+ıllık 130 milyon avro gelir elde ediyor. Bu kayıtlı kullanıcıların büyük çoğunluğu gençlerden oluşuyor. Hani meşhur sosyolojik sınıflandırmayla söyleyecek olursak, Millennials denilen 1982 – 1998 aralığında doğan kitle. Bu grup şu anda dünya nüfusunun yüzde 27’sini teşkil ediyor.
Teknolojiye düşkün ve onu verimli kullanan, gezgin, şeylerin değerleri konusunda bilgi sahibi ve zevklerinin peşinde koşan bu yeni yetişkinler, gittikçe daha fazla oranda sanat dünyasının satış yaptığı kitlenin içerisine karışıyor. Sanat satan kurumların dikkatle incelemesi gereken bu tüketim grubunun 2020’de dünya üzerindeki zenginliğin içindeki payı 17 trilyon doları geçecek. Bu da onları oldukça dikkat edilmesi gereken, değerli bir potansiyel alıcı kitlesi yapıyor. Bu kuşak bildiğimiz tüm kuşaklardan farklı olarak kendisine daha fazla önem veriyor ve her zaman erişebileceği en özel özgün şeylerle hizmetleri almaya daha çok meyilli. Böyle bir kitlenin sanat satın almak için dünyadaki fuarları gezeceğini veya yerel sanatçıları desteklemek için şehrindeki galerilerilerden alışverişi seçeceğini, sanatçılar ve işleri hakkında bilgi sahibi olduğu interneti aynı zamanda satın almada da tercih edeceğini kestirmek güç değil. Art Basel ve UBS Report tarafından hazırlanan Art Market 2017 isimli rapora göre global sanat pazarı 2016’da 56,6 milyar dolara ulaştı. ABD, İngiltere ve Çin bu pazardaki satışların yüzde 81’inin gerçekleştiği üç ülke. Galeriler bu satışların yüzde 51’ini gerçekleştirirken, dünyada sayıları hızla artan sanat fuarları yüzde 41’ini ve dijital satışlar ise yüzde 8’ini oluşturuyor. Dijital platformların satışları yıllık yüzde 4 gibi bir artışla sabit bir yükseliş sergilerken; 2016’daki global sanat ve antika satışlarının yüzde 9’u da internet üzerinden yapıldı.
Dijital dünya daha önce erişimi mümkün olmayan bir kitleye sanat satmak konusunda da oldukça etkili. Bahsi geçen tüm satın almaları yapan kitlenin yüzde 56’sı daha önce bilinmeyen müşteriler. Bununla beraber henüz internet üzerinden satışı gerçekleştirilen high-end bir sanat eseri bulunmuyor. İnternet satışları daha çok düşük segmentte yer alan işlerin etrafında dönüyor ve bu daha geniş bir kitleye ulaşılmasındaki esas faktör. İnternet üzerinden yüksek fiyatlı eser satın alınmamasının en büyük sebebi şüphesiz güven eksikliği. Bu sebeple dijital satış yapan kurumların en çok dikkat etmeleri gereken şey itibarları. Gelecekteki dijital satışlarını olumlu veya olumsuz yönde etkileyebilecek itibarları ne yazık ki dijital dünyada korunması en güç olan şeylerden birisi. Ancak her şey siyah bir tablodan ibaret değil. Teknoloji gittikçe gelişiyor ve sundukları neredeyse sınırsız. Belki çok yakında VR sayesinde bir galeride size özel bir sunum ile favori sanatçınızın yeni işlerini yakından görüp satın alabileceksiniz.Dijital dünyada şu anda eksikliği hissedilen insan faktörünü işin içine katabilirse güveni daha da pekiştirecek olan firmalar, sanat eserlerinin yüksek fiyatlı olanlarını da çok yakında koleksiyonerlere dijital ortamda satabilirler. Bu da yeni nesil koleksiyonerlerin sayısının artmasını ve endüstrideki dengelerin iyi yönde değişmesini hızlandırabilir. Teknoloji ve beraberinde getirdiği dijitalleşme sanat endüstrisi ve koleksiyonerliğin sonunu getirmeyecek. Dijitalleşme sayesinde sanatın ulaştığı kitle genişleyerek yeni iş fırsatları, yeni sanatçılara finansal kaynak ve bilinirlik sunarken; yeni koleksiyonerlerin cesaretlenmesini, koleksiyonculuğu ve o koleksiyonlara ev sahipliği yapacak sanat kurumlarının müzelerinin sayısının artmasını sağlayacak. Böyle iyimser düşünmemek için elimizde sebep yok.