Sanatla ilgilenmeye karar verdiğiniz ilk anı hatırlıyor musunuz? Bu andan sonra hayatınız nasıl değişmeye ve dönüşmeye başladı?
Sanatla ilgilenmeye çocukluk yaşlarımda karar verdim. Aydın eski adıyla Tralles'de doğdum. Dedem müteahhitti. Yaptığı inşaatlarda pek çok eski obje, kap kacak bulmuş bunları da yaşam alanlarında kullanmak üzere yer vermişlerdi. Birçoğunun antika değeri yoktu ancak eşyaların bir ruhu, yaşanmışlığı, gizemi ve manevi değeri vardı. Bu durum daha çocuk yaşımda tarihe ve sanata ilgi duymama neden oldu. Bu ilgi ile sanat tarihi bölümünü kazandım. Okulda ilk yıllarda arkeoloji ve Bizans sanatına ilgi duysam da çağdaş sanatla tanıştığım gün bugünlerin hayalini kurmaya başlamıştım bile. Nasıl ve neden hayal ettiğimi gerçekten bilmiyorum ama bugünleri hep düşledim. Bizim bölümden mezun olanlar genelde ya öğretmen ya da öğretim görevlisi olmayı tercih ediyordu. Ben ise kariyerimi, hayal ettiğim bu yolda her gün yeni bir hedefle sağlam temeller üzerine kurdum.
Beşiktaş'taki yeni binanız kurumunuz için bir dönüşümü temsil ediyor. Bu bina ile birlikte ne gibi yenilikleri hayata geçirmeye başladınız?
Bu binayla beraber, dürüst davranmak gerekirse daha görünür, tanınır olurken vizyonumuz daha anlaşılır oldu. Galericilik kısmımızı burada kurumsallaştırmayı planladık. Bu planımızın da doğru bir strateji olduğunu, bugün bir kere daha anlıyorum. Çünkü yapmak istediğimiz şeyin ilk adımını bu sergiyle gerçekleştirdik ve açılışını yaptık. Uluslararası bir sergi ve küratör. Galeri sistemimiz bu binayla birlikte ne yapmak istediğini ortaya koydu diye düşünüyorum.
Küratörlüğünü Kathy Battista'nın yaptığı, "Everything Has Its Place" serginiz, birlikte ilk projeniz. Bu sergide sanat tutkunlarını neler bekliyor?
Son yıllarda müze tadında bir galeri sergisi yoktu. Dünya ile eş zamanlı bir konuyu gündeme getiren, sorgulayan bir sergi yoktu. Bu sergi, müze ve galeriler tarafından Amerika'da irdelenmiş bir konu ve Türkiye'de uluslararası ölçekte ilk kez bakılıyor. Türk sanatçıları ve uluslararası platformdan isimleri içine alan dünya ölçeğinde belki de bir literatüre girecek sergiye imza attık. Bu sergi bakış açısıyla yeni bir vizyon getiriyor bence. Çünkü 17. yüzyılın sanatı natürmort aslında bizim hepimizin bildiği bir konu. Algımızın dışında bir profil çiziyor şu anki sergi. Türkiye'den katılan sanatçılarla ise bizim nereden nereye geldiğimizi de gösteriyor. Şeker Ahmet Paşa natürmortun en iyi ustalarındandır. Süleyman Seyit de keza öyle. Baktığınız zaman bugün geçmişten günümüze natürmortun geldiği noktayı bu sergide görebilirsiniz.
Serginin açılışını ALEM Collectors Dinner ile yaptınız. Bu sizin için nasıl bir deneyimdi?
ALEM ekibiyle çalışmak bizim için her zaman çok keyifli oluyor. Biz çok ciddi bir süreçten geçiyorduk. Ekibimiz ne kadar büyük olursa olsun uluslararası bir sergi gerçekleştirdiğimiz için gümrükler, yetişemeyen eserler, yapıtların yerleştirilmeleri, karar vermeler, duvar yaptırmalar derken ciddi detaylar vardı. Bunun içerisinde bu aksiyonları alırken yemek davetiyle, bütün detaylarla uğraşacak gerçekten vaktim yoktu. Zevkine ve hakikaten kalitesine inandığım bu birliktelikle her şeyi Gözde'ye (Yörükoğlu Ersu) ve ekibine teslim ettim. Hiçbir şekilde de inanın gerisini düşünmedim bile. Gözde ne dediyse yaptık. Onun her şeyi en iyi şekilde yapacağını biliyordum zaten. Bizim için önemli olan şey, aslında bir taraftan da bu ihtişamlı sergiyi birlikte paylaşmaktı. İlk başta oturmalı yemek olmasın mı diye çok düşündük ama ben çok ısrarcı oldum. 17. yüzyıl ruhunu yansıtacak ihtişamlı bir sofrayla misafirleri ağırlamak istedim. Böylelikle bu serginin konseptini daha da pekiştirmiş olduk. Çok keyifli, güzel bir gece yaşadık.
Sergiyi izlemeye gelen sanatseverlerin bu sergiden hangi duygu ve düşüncelerle dönmesini dilersiniz?
Bu sergi için ben çok heyecan duyuyorum işin açıkçası. Bize şöyle bir soru geliyor: "Müzenizi gezebilir miyiz?" Burayı müze olarak algılıyorlar. Buradan çıkarken izleyicinin bir müze sergisinden çıktığında nasıl bir his duyarsa o hissiyatı almasını istiyorum. Bu çok iddialı bir söylem biliyorum. Özel açılışımıza gelen değerli misafirler bu hissiyatı yakaladıklarını söylediler. Bu misafirler Avrupa'da, Amerika'da sürekli müze, sergi, fuar gezen koleksiyonerlerimiz. Bunu duymak bizi çok mutlu etti. Ama günün sonunda geniş kitlelere ulaştığımızda onların da düşünceleri bizim için önemli olacak elbette.
Küratör olarak pek çok sergiye imza atıyorsunuz. Peki bugün küratör kelime olarak ne anlam ifade ediyor?
Küratör kelimesi hayatımızda aşina olduğumuz bir kelime haline geldi. Kürate kelimesi Latince "curare" kelimesinden türetilmiştir ve bir şeye bakmak anlamı taşır. Küratörün yaptığı sadece bir şey seçmekmiş gibi bir tablo çiziliyor. Ama günümüzde küratörlük, sanatçılarla duvara asılacak sanat eserlerini seçmenin ötesine geçen uzun vadeli bir ilişki olmalı. Küratörlük aynı zamanda entelektüel bir birikim gerektiriyor. Bir sergi için duvarları boyamak, sanat eserleri için en iyi kombinasyonu oluşturmak, yeni fikirler üretmek benim heyecan duyduğum şeyler. Küratörlüğün sanatçı merkezli olması gerektiğini düşünüyorum. Benim için bugün küratör olmak, birinin projelerini, kitaplarını veya sergilerini toplumda yankı uyandıran bir mesele haline dönüştürme anlamı ifade ediyor. Ayrıca güncel olaylarda neler olup bittiğini yansıtmam ve buna cevap vermem gerekiyor. Örneğin, "Everything Has Its Place" sergisi, hem fiziksel olarak hem de psikolojik olarak eve ve içe döndüğümüz süreçte hayata geçti. Geçen yılda endişe, hastalık, kayıp, aynı zamanda hayatlarımızdaki yavaşlama bizi birçok şeyi düşünmeye itti. Bu sergi ile karanlık zamanlardan ne kadar güzel şeylerin doğabileceğini gördük.
Bir sanatçıyla olan etkileşiminiz, eserleriyle ilk karşılaşmanızdan bir sergi oluşturmaya nasıl evriliyor?
Sanatçılarla ilk etkileşimim sosyal medyadan atacağım bir mesajla bile olabiliyor. Ama genelde sanatçılarla, küratörler aracılığıyla eski yollarla tanışma eğilimindeyim. Stüdyo ziyareti bunun ilk adımı oluyor. Bu süreçte sanatçının alanına girip, onun çalışma disiplinine dahil oluyorum. Bu süreç bana sanatçı hakkında çok fazla bilgi veriyor. Sanatçının atölyesi, eserin tasarlandığı, üretildiği ve ilk sergilendiği yer olduğu için önemli bir mekan. Bir galeri projesinin gerçekleşmesi ise sanat eserlerinin seçilmesini, bir mekanda sergilenmesini içeriyor. Mekanla fiziksel ilişki kurduktan sonra kafamda fikirler oluşmaya başlıyor. Burada içgüdülerim devreye giriyor ve sergi yapılacak alanın ruhuna uygun bir proje ortaya çıkartmaya çalışıyorum. Örneğin Şahin Demir'in kemerli tuvalleri ve Kevin Brisco'nun Metropolitan Müzesi'ndeki bir niş içindeki çiçek resimleri, Villa İpranosyan'ın mimarisine rahatlıkla uyuyor. Ve elbette işler arasında bir diyalog var. Haluk Akakçe'nin dev metal kelebeği, Theodore Boyer'in içinde küçük bir kelebek bulunan çiçeğinin tam karşısında. Fawn Roger'ın "The World is Your Oyster"ındaki egzotik kabuklu deniz ürünleri, Rachel Libeskind'in "What Happens in the Kitchen" tablosundaki kadınların hazırladığı yemeklerde yankı buluyor.
Bu sergi için neden natürmort konusunu seçtiniz? Bu serginin kavramsal çerçevesi nedir sizden dinleyebilir miyiz?
Fikir, 2020'de başlayan COVID ile gelen küresel karantinadan ortaya çıktı. Hayatlarımız altüst olurken, birçok alışkanlığımız değişti. Birkaç ay sonra hepimiz sanatçı stüdyo ziyaretlerini Zoom üzerinden yapmaya alıştık. Nesnelerle olan ilişkimiz silinmez bir şekilde değişti. Ailesini ziyaret edemeyen Hangama Amiri gibi gurbetçi sanatçılar için nesneler yeni bir anlam kazandı. Los Angeles merkezli Theodore Boyer, dikkatini soyutlamadan uzaklaştırırken, odağını ailesine ve evdeki nesnelere çevirdi. Geleneksel natürmort konusunun 21. yüzyılda nasıl eserler ortaya çıkarabileceğini düşündüm. 17. yüzyıl sanatçıları hareketli görüntüleri kullanabilseydi, video sanatı yaparlardı. Ben de bu fikirden yola çıkarak natürmort konusunu inceledim.
Bir yıl boyunca birçok sergi görüyorsunuz. 2021'de gördüğünüz en iyi sergi hangisiydi?
Sıradan bir yılda çok fazla müze ve galeri sergisi, bienal görüyorum. Bu yıl koronavirüs kısıtlamaları nedeniyle pek bir yere gidemedim. Şimdi zaman ve ziyaret kısıtlamalarına rağmen müzelere ve galerilere gidebilmek çok mutluluk verici. Geçen yıl çok sayıda müze ve galeri kapandığı için zor geçti. Bu yaz Metropolitan Müzesi'ndeki Alice Neel retrospektifi 2021 için listemin başındaydı. Orayı ziyaret ettim. Çalışmalarının çoğunu tek bir yerde görmek bir hediyeydi benim için. Neel'in çalışmalarının bugün pek çok genç sanatçıya yansıdığını görüyorum.
Gelecek planlarınız neler, yaklaşan sergileriniz var mı?
Galeri yakınında yer alan bir rezidansta uluslararası sanatçıların gelip konakladıkları, şehirden ilham aldıkları ve sanat eserleri ürettikleri bir proje başlattık. Bunu programlayacağım ve ekiple birlikte çalışarak sanatçıları İstanbul'a getirerek onlarla çalışma yürüteceğim. Önümüzdeki ay ise Instituto Susch'ta çalışacağım. Okumak, yazmak ve düşünmek için zaman ayırmak benim için güzel olacak.