"Bir sanatçı olarak çalışmalarımı farklı türler aracılığıyla ifade ediyorum. Heykelin, insanın doğasında var olan en büyük güçlerden biri olduğunu söyleyebilirim. Heykeller, küçük parçalardan, birkaç tona kadar çalışmamı sağlayan birçok seçenek sunuyor. Boşluğu keşfetmek için maddeyle çalışmanın da çekici paradoksları var tabii. CI fuarında ilk kez görülecek heykelim, 'Junctions' ve 'The Lit Room' serisine ait. Eserimde, varlığın bölünmemiş birimini anlatıyorum. Parçalanmış bir bütünün çelişkisi çok eski zamanlardan beri kafamı kurcalıyordu. Size daha fazlasını görme fırsatı veren ateşin yarattığı ışık. Fuarda sergilediğim tüm üç boyutlu işler, Malaga'daki stüdyomun dökümhanesinde eritip külçelere dönüştürdüğümüz arabalardan veya eski uçak parçalarından, normal olarak kullanılan tekerlek jantları olan ileri dönüşümlü dökme alüminyumdan yapıldı.
Bir demirhanede büyüdüm; bu yüzden metaller benim için tanıdık bir malzeme. Aynı zamanda malzemenin, yüzeyin, direncin ve eskitmenin, işime mükemmel şekilde uyduğunu düşünüyorum. Parçaları üç boyutlu düzleme getirmek için kullanılan sürecin kendisi: Döküm, eritme, sürtünme, basınç! Bir tür alfabe yaratan, sonucun kendisi üzerinde doğrudan bir girdiye sahip olan süreçler. Bırakın süreç kendi doğasını takip etsin; kendi kalıbını yaratsın ki kendimden daha büyük bir şey üzerinde çalışabileyim; kendi işlerimden öğrenebileyim. Contemporary Istanbul'un 17. edisyonuna katılmak, bahsettiğim serileri sergilemek için harika bir fırsat sunuyor bana."
"Uzun yıllar dans, müzik, tiyatro gibi sanatın farklı disiplinlerinde de deneyimlerim oldu. Günümüz sanatında disiplinlerarası sınırlar her ne kadar azalmış olsa da; heykelin üç boyutlu hali; form, doku, renk, teknik ve malzeme zenginliğiyle, ifade etme özgürlüğümün sınırlarını genişletiyor. Heykelin izleyiciyle kurduğu ilişki çok güçlüdür, etrafında döndürür, farklı açılardan görme imkanı verir, kendine dokundurur. Böylece izleyici sanat yapıtı ile çok yakın olabilir. Özellikle kamusal alanlardaki heykellerimde istediğim, hedeflediğim şey tam da budur aslında. 'Tricycle' (üç tekerlekli bisiklet) herkesi ilk bakışta çocukluk anılarına götürüp gülümsetecek bir heykel. Çocukluğumuzda en çok sahip olmak istediğimiz, hayat serüvenimizde ilk kullandığımız araç... Saflığın, masumiyetin, neşenin, umudun, özgürlüğün simgesi...
İzleyicinin bu heykele dokunmasını hatta üzerine çıkmasını istiyorum. Kısa bir süre bile olsa tekrar çocukluklarına dönmelerini, mutlu hissetmelerini istiyorum. Sanatçı yaratabilmek, üretebilmek için pek çok farklı kaynaktan beslenebilir. Bazen okudukları, izledikleri bazen de kendi hayatlarından referanslar alabilir. Bisiklet imgesini özellikle çocukluğumuzun güçlü anılarına gönderme yapan, izleyicinin dolaysız, kolay iletişim kurabileceği bir heykel olarak yeniden yorumladım. Bu devasa üç tekerlekli bisiklet heykelini paslanmaz çelik malzemeden tasarlayıp yaptım. Gerek izleyicilerin istedikleri gibi dokunup üzerine tırmanabilmeleri, gerekse dış mekanda, her koşulda yüzlerce yıl dayanıp, kalıcı olması bakımından paslanmaz çeliği tercih ettim. Parlak metal yüzeylerin işin konseptine de katkı sağladığını düşünüyorum. Heykelde renk, form, doku, malzeme ne kadar önemli olsa da, teknik ve kavramsal dengeyi doğru kurgulamak gerekir. Bu heykelimde paslanmaz çeliğin kendi doğal parlak metal rengine ayrıca müdahalede bulunmadım. 2006 yılında ilk Contemporary Istanbul'dan itibaren tüm fuarlarda heykellerim ve enstalasyonlarımla yer aldım."
"17. ve 18. yüzyıl Portekiz Barok mirasından çok fazla etkileniyorum. Heykelin, Barok'un teatrallik ve aşkınlık arasındaki birleşimini uyandırmak için en iyi araç olduğuna inanıyorum. Eserlerim de güncel malzeme ve tekniklere dayalı çağdaş bir yaklaşımla işleniyor. Bir plastik türü olan ve her yerde bulabileceğimiz malzeme olan PetG kullanıyorum. Heykel sayesinde, bu günümüz malzemesini, geçmiş modellerden tarihsel bir ilerleme doğrultusunda dönüştürebiliyor ve onların mirasından alabiliyorum. Sanatsal tarzımı Hiperbarok olarak belirledim. Hiperbarok, barok ruhunun çağdaş bir yorumuyla hiper gerçek zamanımıza doğrudan yanıt vermeyi amaçlayan bir hareket. Heykellerimi düşündüğümde, onları pasif ve kayıtsız bir şekilde duran, izleyicinin fark etmesini bekleyen nesneler olarak hayal etmiyorum. Aksine, onları aktif olarak izleyicinin dikkatini çekecek şekilde yaratmaya çalışıyorum. Amacım, mevcut bir durumun ihtişamı ile geleceğe yönelik anlayışlı bir vizyon arasında bir durum yaratmak. Çalışmamın amacı, potansiyel ve dönüşüm alanları açmak; bu inşaların ve kanaatlerin, her şey kadar gerçek ve muhteşem olmasını sağlamak. CI'da sunacağım parça ise, Billy Wilder'ın yönettiği ve Marilyn Monroe'nun başrol oynadığı 'Seven Years Itch' filminden ilham alıyor. Contemporary Istanbul'un bu yılki edisyonu için özel olarak yaratılan bu parçanın fikri, New York City'de 52. ve 53. sıralar arasında Lexington Caddesi'ndeki ikonik sahneden geliyor. Amaç, fotoğrafçı Sam Shaw tarafından ölümsüzleştirilen Monroe'nun 'uçan eteğinin' stilize edilmiş bir versiyonunu sunmak. Bu sahne o zamandan beri bir pop amblemi ve ilerici temsillerin daha geniş bağlamında bir kilometre taşı haline geldi. Bu nedenle, mükemmel bir şekilde vizyonuma açılan bir kapı gibi; gösterinin, teatral ve performatif bir sembolü olarak, aynı zamanda hafıza işlevi görüyor. Contemporary Istanbul'a ilk kez dört yıl önce Ahu Büyükkuşoğlu Serter'in davetiyle Casa dell'Arte standında katıldım. Bunu inanılmaz bir deneyim olarak hatırlıyorum. Fuarın uluslararası büyümesini ve itibarını dikkatle ifade eden sonraki baskılarda aktif olarak yer aldım. Bu yıl Lizbon, İstanbul ve Londra'da yer alan Portekiz merkezli Mariana Custodio Art Gallery ile tekrar döneceğim. Bunun, Türkiye ve Portekiz'in iki sanat sahnesi arasındaki bağa odaklanmak için değerli bir fırsat olacağına inanıyorum. Portekizli bir sanatçı olarak, öğrenebileceğimiz, ilişki kurabileceğimiz ve birlikte büyüyebileceğimiz çok sayıda perspektife, vizyona dayanan çok kültürlü bir diyalog sayesinde hepimizin kazanacağı çok şey olduğuna inanıyorum."
"Mimari bir geçmişe sahibim; bir nesnenin her açıdan nasıl görüneceğini düşünerek 360 derece ve 3D formatında çalışmalar üretiyorum. Bu çalışma şekli yaratıcılığımda daha fazla olasılık, daha fazla fikir alanı oluşturuyor. Heykel benim için, izleyiciyi düşünmeye sevk eden yaratıcı bir araç. Bence sanatçılar olarak çoğumuz seyirciyi bir yolculuğa çıkarmayı seviyoruz. İşimize bakmalarını, anlamını ve nasıl ortaya çıktığını merak etmelerini istiyoruz. Ben sanatımın 'bencil' olmaktan ziyade 'özverili' olmasını seviyorum. Yaptığım işin beğenilmesi ve merak edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Işık ve renk kullanımı ile doğru dengeyi sağlamak mümkün. Herhangi bir konuyu seçip, başkaları için dönüştürücü ve eğlenceli bir şekilde yeniden oluşturuyorum. Gösterilen işlerim, sürekli büyüyen serim 'Ocean Drive'ın parçası. İstanbul'da bir bit pazarında keşfettiğim bir paket Kodachrome negatifinden ilham alarak oluşturdum. Filmler, 1950'lerin başında ABD'ye taşınan, bir Cadillac satın alan ve Miami'ye yerleşmeden önce ABD'nin çoğunu dolaşan bir Türk çiftin çarpıcı bir anlatısını ortaya çıkardı.
Tasvir edilen fotoğrafların çoğu, o sırada Miami'deki mimari unsurlara aitti. Kayıp arşivin unsurlarını ve enerjisini ana ilham kaynağı olarak kullandım bu eserimde. Yeniden tasarlanmış modern-retro fütüristik bir şehir manzarası yaratmak için 2D tasvir edilmiş özelliklerini alıp her bir heykele yerleştirmek istedim. Ortaya üç ana önemli parçanın (mimari, ışık ve renk) aşırı abartılı bir ifadesi çıktı. Heykelde renk, işimin en önemli yönlerinden biri. Ben renk kombinasyonlarına çok fazla duygu oluşturuyorum. Duygularım belirli renk grupları tarafından kolayca kontrol ediliyor ve bence birçok izleyici için durum aynı. Bu yıl CI'da sergilenen uluslararası galerileri görmeyi dört gözle bekliyorum. Tersane, bu yabancı ziyaretçiler için İstanbul'un neler sunabileceğini göstermek için harika bir ev sahibi lokasyon."
"Sanatsal yolculuğuma başlangıçta ağırlıklı olarak suluboya ile başladım. Ama her zaman düşüncelerimi üç boyutlu yollarla fiziksel olarak ifade edebileceğim bir şey yapmak istedim. Bu noktadan itibaren heykel, bir araç olarak karşıma çıktı. Aslında babamın otomobil fabrikaları olduğu için etrafım endüstriyel bir atmosferle çevriliydi. Büyüdükçe bu mekanik maddeler aracılığıyla hayat bulmaya başladım ve hep onun güzelliğini arttırmak istedim. Sonra bu görselleştirmeyi gerçeğe dönüştürmek için bir heykeltıraş olarak yeni yolculuğuma başladım. İnsanların doğaya geri dönmeleri ve Doğa Ana'yı takdir etmeleri gerektiğini hissettim; bu benim eserlerimin ana konusu.
Güzel bir sabah, yolun kenarında dolaşmaya başladığımda, kurumuş yapraklar, dallar, araba parçaları, plastikler, demir ve radyatörü gözlemledim. Bu gezegende doğal insan yapımı ürünlerin, miktar olarak neredeyse eşit olduğunu fark ettim. Dolayısıyla, doğal olmayan nesneler yerine doğaya öncelik verilmesi gerektiğini anlamamız gereken bir zaman. Babamı birkaç ay önce kaybettim; bu yüzden İstanbul sergisi, babamın metal dünyasını, sanat dünyama bağlayarak babama bir hediye olacak. Eserlerimde genellikle doğaya çok yakın olan doğal renkleri tercih ederim."
"Heykelin tam olarak nerede başladığı, resmin nerede bittiği sorusu kendi kendine sorulabilir. Bu sorunun sabit bir cevabı yok. Farklı disiplinler örtüşür, her şeyi anlaşılmaz ve tanımlanamaz hale getirir ki bu da genel olarak sanatın gücüdür. Ama benim durumumda, bir kelime seçmem gerekirse, 'heykel' kelimesini kullanmayı seviyorum. Ve gerçekten de bu dünyadaki kendi 'duruşumuz' hakkında bize bir şeyler öğretecek ilginç sanat eserleri, şekilleri arıyorum. İşimi nesnelerle dolu bir dünyaya karşı bir direniş eylemi olarak görüyorum. Ve 'bir şey söylemek' yerine, dünyaya ve birbirimize nesneden çok özne olarak bakmanın önemi hakkında, bir bilincin büyümesine izin vermek istiyorum. Bu yüzden heykellerin kendi iradeleri ve hedefleri dışında ortaya çıkmasına izin vermenin yollarını arıyorum. Şiirsel ve rasyonel olanın yan yana yaşamaya başladığı her şey canlı bir enerjiyle dolu. Heykele, sürekli oluşum ve deformasyon, beste ve çürüme halinde görünüm kazandırıyorum. Kusursuz nesnelerin 'yaratılması' yerine, kusurlu öznelerin 'görünüşü'nü oluşturuyorum. Benzer şekilde, biz insanları nesne olarak değil, özne olarak nasıl görüyorum onu tasvir ediyorum.
CI'da görüntülenecek çalışmamda eşyaları korumak için kullandığımız bir nesneyi kullandım. Onu mevcut bir nesnenin etrafına sarıyoruz ve böylece o da bu nesnenin şeklini alıyor. Böylece içerideki nesne için koruyucu bir 'kostüm' görevi görmeye başlıyor. Sorularım bir bakıma şuydu: 'Ambalajın kendisi olmak nasıl olurdu?', 'Bu dünyada nasıl bir duruş sergilemek isterdi?', 'Kendisinin bir özne olmasına izin versek nasıl davranırdı?'. Bir esere dönüp baktığımda, o zamanın duygularını sık sık hatırlayabiliyorum ama bunu kelimelerle anlatamıyorum. İşlerimi, iyi bir toprak buldukları bir bağlamda büyümeye başlayabilecekleri küçük tohumlar olarak görüyorum. Tohumların kendilerini rüzgara bırakmaları doğal. Ve ilk inişten sonra iyi toprağı bulamazlarsa, yüzeyde kalırlar, başka yerlere taşınmaya hazırlar. Ama iyi bir toprak bulduklarında köklenmeye başlıyorlar, sonra yaprak ve çiçekler ve son aşamada tekrar yeni tohumlar... Umarım fuardaki birçok sanatçının tohumları orada çiçek açacak iyi toprağı bulabilir."