Yaz gelince çocukluğundaki mutlu günlerine ışınlandığını gözlerinin içi parlayarak anlatıyor güzel oyuncu Saadet Işıl Aksoy...
"Sabahlara kadar deniz kenarında edilen sohbetler, plajda tüm gün aylaklık yapmak, doğada olmak, tüm bunlar çocukluğumdan bu yana bende hiç değişmeyen yaz çağrışımları" diyor ve ekliyor: "Bu yaz için hedefim birkaç farklı rota keşfetmek." Şimdi Saadet ile yaz kokulu bir sohbete dalıyoruz.
Uzun ve yoğun bir çalışma döneminin ardından şimdi yeniden kendime ayıracak vaktim olduğu için bunun tadını çıkarıyorum. Bu ara ailemle, kızımla, arkadaşlarımla vakit geçiriyorum. Her gün kendime rutin olarak okuduğum, izlediğim, mesleğimle ilgili çalıştığım bir vakit ayırıyorum.
Çok severim ama sıkılmaya da çok müsatim rutinlerden ve o noktada değiştiririm hemen akışı. Bir konuda yetkin olabilmenin yolunun onu defalarca kez yapmak olduğu bir gerçek, bu da bir rutin ve disiplin gerektiriyor tabii; fakat o rutin bir noktada otopilotta devam etmeme neden oluyorsa hemen güvenli sulardan çıkma ve tüm bildiklerimi sorgulayıp yeniden gözden geçirme ihtiyacı duyuyorum.
Sosyal medyayı elimden geldiğince kullanıyorum ama özel bir anı çok iyi bir içerik uğruna es geçemiyorum. Bir yandan da sosyal medyadan kendimi tercih ettiğim halimle ifade edebiliyor olmak büyük bir özgürlük.
Sadece yaz değil her mevsim geçişi beni heyecanlandırır ama yazın beni direkt çocukluğumdaki mutluluğuma ışınlayan bir yanı var. Yaz için alışveriş yapmak, tatile gitmek, birkaç ayı sadece şort ve terlikle hatta bazen çıplak ayakla geçirmek, sabahlara kadar deniz kenarında edilen sohbetler, plajda tüm gün aylaklık yapmak, doğada olmak, tüm bunlar çocukluğumdan bu yana bende hiç değişmeyen yaz çağrışımları. Bu yaz için hedefim birkaç farklı rota keşfetmek.
Marmaris'i çok seviyorum ve her ne kadar kalabalıklaşıyor ve şehirleşiyor olsa da hala bu kadar bakir ve güzel kalmış yerlerinin olmasına her seferinde şaşırıyorum. Meksika'da Tulum, Yunanistan'da Sakız Adası çok sevdiğim yaz tatil noktaları oldu. Ama mesela Londra ya da İtalya'nın neredeyse her yeri her daim gitmek isteyeceğim yerler.
Los Angeles'tayken de yarı orada yarı burada yaşıyordum zaten; sadece pandeminin tamamını orada geçirdiğim için son zamanlarda oldukça uzak kalmıştım. Bir senedir yurt dışında hiçbir yere gitmeden tamamen Türkiye'deyim ve çok mutluyum. Adana'da üç ay kaldım, Marmaris'te epey vakit geçirdim, arada başka şehirlere gittim, geldim ve doyamıyorum. Buradan anlıyorum ne kadar özlemiş olduğumu Türkiye'yi. Hele İstanbul, çok çok ayrı. Dünyanın en güzel şehirlerinden birinde doğup büyüdüğüm için ne kadar şanslı olduğumu düşünüyorum.
Burada olmak çok eski bir arkadaşımla olan ilişkim gibi. Hikayenin en başını hatırlamamı, en temelde kim olduğumu unutmamamı, bugüne kadar yaptığım tüm seçimleri neden yapmış olduğumu anlamamı sağlıyor. İlginçtir ki çocukluğum ve gençliğim boyunca uzaklara gitmeyi hayal etmiştim ve ancak uzaklaşırsam gerçekten kendim olabileceğimi düşünerek büyüdüm. Tabii ki uzakta olduğum dönemlerin gelişimime katkılarını göz ardı edemem fakat şu an bu yaşımda geldiğim noktada en çok doğduğum ve büyüdüğüm topraklarda kendim gibi olduğumu düşünüyorum.
Netflix'te yayınlanan "Şahmaran" dizisinin ikinci sezon çekimlerini ve Disney için çekilen "Dünyayı Kurtaran Ayten" dizisinin çekimlerini tamamladım, ikisi de çok büyük bir istekle çalıştığım projeler oldu, ikisinde de daha önce oynamadığım tarzda roller canlandırdım, şimdi heyecanla yayınlanmalarını bekliyorum.
Marisa ile birlikte onun yapmayı sevdiği her şeyi yapmak benim için büyük bir mutluluk kaynağı. Benim ebeveynlik anlayışım onun temel ihtiyaçlarını giderme görevimin yanı sıra o istediği sürece ona eşlik etmek. Sadece onu merak ediyorum ve onu görebilmek için dikkatlice izliyorum. Bir şey öğretme, ders verme çabam hiç yok, sadece kendim oluyorum. Neyin işine yarayacağını neyin yaramayacağını o benden çok daha iyi biliyor sonuçta, çocuklarımız bizim bir üst versiyonlarımız.
Anne olmak en çok kendi çocuk halime daha şefkatle yaklaşabilmemi sağladı ve bu hayatımın her alanına etki etti. Kafamın içindeki tüm seslerin konuşmasına izin verdiğim ve hepsine şefkatle yaklaştığım bir dönemdeyim bu sayede.
Amerikalıların çok sevdiğim bir lafı var: "İyi ebeveyn yoktur, yeterince iyi ebeveyn vardır." İnsan ırkı olarak mükemmel değiliz, daha kendi dünyamızda kendi karanlığımızı çözememişken başka bir insanın hayat boyu sorumluluğunu almak bir çeşit delilik. Ben de her anne gibi çocuğunu kendinden daha iyi bir versiyon haline getirmeye çalışan ama zaman zaman tökezleyen, tökezledikçe öğrenen, öğrendikçe ne kadar da bilmediğini fark eden ve benim içimden çıkmış o canlıya hayranlığı her an daha da büyüyen bir anneyim.
Hiç unutmadığım bir an var o günlere dair. Marisa'nın pastel renklerle bezeli odasındayım, dışarıdan müthiş bir güneş vuruyor odaya, duvarda gökkuşağı oluşmuş ışık yansımasından, bahçe yemyeşil, kuşlar cıvıldıyor. Ben yerde oturuyorum, birkaç gündür duş almaya vaktim olmamış; üstümde pijamalar ve sabahlık, karşımda yerde Marisa oturuyor, oyuncaklarını keşfediyor, gülümsüyor, ona bakıyorum ve şöyle geçiriyorum içimden kalbimde müthiş bir huzurla: "Hayatımın sonuna kadar bu anda kalabilirim." Ve mutluluktan gözlerim doluyor. O dönemin benim için özeti bu an.
Sanırım bizim yetiştirildiğimiz dönemde bize önce hep suçu kendimizde aramamız gerektiği öğretildi; ama zaman içinde bu konuda çok yol kat ettiğimi düşünüyorum. Bu da işte az önce bahsettiğim çocuk halime şefkat göstermeyi öğrendikçe, kafamın içindeki seslerin konuşmasına izin verdikçe mümkün oldu. Artık bazı noktalarda kendi sırtıma pat pat yapıp "Aferin kız!" diyebiliyor olduğum için gurur duyuyorum kendimle, bunu yapabilmeyi öğrendim çünkü. Tabii ki bir yandan da hala o çok eleştirel tarafım duruyor. Onun durması da hoşuma gidiyor; beni bu yaşıma kadar o getirdi ne de olsa ve şu noktada da dengede kalmamı, gerçeklerden kopmamamı sağlıyor.
Bunun için devamlı egzersiz yapıyorum. Meditasyon çok yardımcı oluyor. Bir de kızımla geçirdiğim vakitler. Oturup dakikalarca bir böceği inceliyoruz, bir çiçeğin detaylarına bakıyoruz, bunu konuşuyoruz ya da oyun oynarken sadece oyun oynuyoruz. Mesleğime de bu şekilde yaklaşıyorum; o an, o sette oyun oynama zevkini hala tecrübe ediyor olmak müthiş bir özgürlük hissi getiriyor beraberinde.
Bu konuda da hayat bana çok büyük dersler verdi. Eğer bir yolu yürürken bir an tökezleyip düştüysem, önceden "Tamam, bir şeyim yok!" diye hemen kalkıp yürümeye devam ederdim; fakat bilemezsin belki bir yerinde kırık var, ya da bir yerini incittin, belki pansumana ihtiyacın var, belki o ayağının üstüne basmaman gerek bir süre. Zaten sonra da büyük düşüşler yaşardım hiç beklenmeyen anlarda. Zaman içinde şunu öğrendim; artık düştüğümde önce düştüğümün farkında oluyorum. Yaşadığım duyguları kabul ediyorum. Korku, pişmanlık, kızgınlık, üzüntü, hayal kırıklığı her neyse. Sonra kontrol ediyorum, acaba pansumana ihtiyacım var mı? Acaba birinden yardım istemeli miyim? Acaba kırık, çıkık var mı? Sonra da tedavi gerekiyorsa kendime o tedavi süresini veriyorum, gerekmediğini düşünüyorsam da sakince tekrar kalkıp yola devam ediyorum.
Şu ana kadar hayatımda attığım her adımı o anki Saadet onu yapmak istediği için attım. Sonsuz seçenekler içinde onu seçtiysem bir nedeni vardı; çünkü onu seçen Saadet'im ben. Bu nedenle, geçmişte değiştirmek istediğim tek bir şey bile yok.