Çağlar boyunca bunun için canları yansa da, hayatlarını riske atsalar da; dünyevi, ruhani her konuda kadınlar yüzyıllardır en iyiyi hedeflerler, en iyiyi isterler...
Kendilerini ve hayatlarını geliştirmek, daha iyiyi arzulamak ve daha iyiyi mümkün kılmak kadınların ırk, din, millet ve çoğu zaman da yaş gözetmeksizin, ortak genetik kodudur. Konu güzellik olunca, kadınların yüzyıllardır güzelliğe olan düşkünlüğü, yaşadıkları dünyayı, çoğu zaman da kendi iç dünyalarını güzelleştirmek için verdikleri uğraş, gösterdikleri azim; bazen takdiri, kimi zaman da yanlış anlaşılmayı beraberinde getirir.
Kadınların güzel görünmeye olan merakları; hatta tutkuları, sadece dış görünüşlerine olan düşkünlükleri gibi algılansa da; kadınların iç ve dış dünyaları birbiriyle bütündür. O kadar ki kozmetik devinin sahibi Esteé Lauder, hayati ameliyatlar geçiren kadınların iyileşmeye başladıklarını, ayna isteyip ruj sürmek istemeleriyle dahi ölçülebildiğini anlatır.
Kadın ve makyaj, tarih boyunca var olmuş. Mısır ve Kleopatra dendiğinde bugün dahi insanoğlunun hafızasında aynı imge beliriyor. Gözlerdeki çarpıcı, nefes kesici, dramatik ifade. İşte bu! İfade... Yaratılmak istenen ifadenin, hissin maksimize edilmesinin sözcük karşılığı makyaj.
İfade, kimi zaman ifadesizliği de içinde barındırır... Ve bu da makyajla mümkündür. Hisleriyle kuvvetlenen kadının, onu güçlü kılan hislerini dışa vurma isteğini ancak şapka çıkararak izleyebilmeli bugün dünya.
Yüzyıllar içinde makyaj, asilliğin, zenginliğin sembolü olduğu gibi; Marie Antoinette Fransa’sında uçuk mavinin kullanılmasının altında yatan sebebin, ‘mavi kan’a yapılan gönderme olduğunu hatırlayalım.
Algı,üslup ve tarzın çağlar içinde değiştiği ve bundan böyle de değişim göstereceği şüphesizdir.
Makyajın hep var olacağı da yadsınamaz bir gerçek. Kimi zaman
‘makyajsız gibi makyaj’ kod adıyla; kimi zaman 2020’lerin dijital filtreleriyle. Yol ve yöntem değişse de makyaj sonsuza dek yaşayacak çünkü kadınlar her zaman hisleriyle iletişimde kalacak kadar cesur olacaklar. Makyaj da eşsiz bir enstrüman olarak kalacak.
Kleopatra’nın sebze ve hayvan yağlarından oluşan maskelerinden, Marie Antoinette’in pudra, süt ve bal karışımlarına; 1800’lerin sonlarında dahi kullanılan kimyasal ürünlerin ne derece tehlikeli olduğu, kadınlar tarafından bilinse de vazgeçmemeleri yine kadın olmanın ortak paydası adeta. Makyaj kültüründen söz ederken, Elizabeth Arden ve Helena Rubenstein’a selam vermemek biz kadınlara yakışmaz.
Kozmetik dünyasının dev isimleri; iki büyük başarı; iki büyük çekişme...İki korkusuz kadın! 1900’lerin başında, Amerika’ya gelen Kanadalı çiftçi kızı Elizabeth’in ilk işi, New York’ta seçkin bir güzellik merkezinde yüz bakımı yaptırmaktır. Bu hırslı genç kız kendisini güzellik meselesine adar. F.N. Graham olan ismini Elizabeth Arden olarak değiştirip; giyiminden, ses tonuna büyük bir titizlik, adayışla kendini ve güzellik kavramını New York Amerika’da yeniden inşa eder; hatta var eder.
Aynı yıllarda, daha şanslı bir özgeçmişle Amerika’ya gelen Polonyalı Yahudi kökenli Helena Rubenstein, Londra, Melbourne ve Paris’ten sonra New York’ta dükkanlar açar. Rubenstein, “Çirkin kadın yoktur, sadece tembel kadın vardır” der.
İki kadının çekişmesi 1900’lerin başından 1920’ye kadar neredeyse soluksuz sürer. Taa ki Helena Rubenstein Amerika’yı far ve maskara ile tanıştırana dek. Zafer, Helena’nın olacaktır. Birbirleriyle tanışmayı reddeden; birbirlerinin isimlerini kullanmayıp ‘o’ diye bahseden bu iki kuvvetli kadın, Amerika’daki kadın ideolojisinin oluşmasında i rol oynadı denebilir. Makyajın demokratikleşmesi, yaygınlaşması. Makyaj yapabilmenin her kesime yayılabilmesi. Kadın kuvvetinin yepyeni bir sektörde var olabilmesi ilham verici değil de nedir? 1900’lerin başında yine Amerika’da belki bugün devrim olarak adlandırılabilecek bir başka başarı da C.J. Walker’a aittir.
Afrika kökenli Amerikalı kadın, sadece kendisi için bir geçim kaynağı yaratmamış; ülkede eğitim seviyesi düşük, çalışma imkanı neredeyse olmayan kadınlara hayat vermiştir. O günün yaşantısında Afrika kökenli Amerikalıların kısıtlı hareket edebildiği ülkede Madame C.J.Walker’s Manufacturing Co’ isimli markasıyla sadece kozmetik dünyasında eşsiz bir yere sahip olmamış; Afro Amerikan köklerine sahip çıkılmasında neredeyse öncülük etmiştir. Walker, 18. yüzyıldan kalan bir adetle yüzleri daha da beyazlaştırarak elde edilmeye çalışılan makyaj trendine başkaldırmış. En çok satan malzemeyi ‘dükkan’ına sokmamış ve yeni makyaj önerilerinde bulunmuştur.
İşte böyle. Makyaj deyip geçmemek lazım! Kadının var olduğu her meselenin altını, üstünü doğru değerlendirmek gerek.