2020 senesi pandemi sürecinin bize zorla öğrettiği şeylerin başında mesafe ve hijyen kuralları geliyor. Genel olarak ikisini de pek sevmeyen bir toplum olduğumuzu düşünürsek oldukça zorlayıcı bir yıldı diyebiliriz. Sokakta, iş yerlerimizde gittiğimiz restoranlarda, otobüste, vapurda aklımıza takılan ilk soru ‘Burayı dezenfekte ediyorlar mıdır acaba?’ oldu. Çocukları geçtim, koca koca adamlar eve gelir gelmez eşlerinin ‘Hiçbir yere dokunma, direk banyoya geç’ haykırışlarıyla sene sonunu getirdi.
Madem kişisel bakım ve ihtiyaçlarımızı giderdiğimiz banyolarımız mikroplarla iç içe adeta bir komuta merkezi konumuna sahip; onları bu pandemi sürecine nasıl adapte etmemiz gerektiğini hiç düşündük mü? Vitra düşünmüş. Dünyadaki gelişmeleri inovatif fikirlerle harmanlayıp malzemeye dönüştürmüş ve ortaya Hygiene seramik yüzey teknolojisi çıkmış. Temizliğin mekanı dediğimiz banyolarımızı 24 saat çamaşır suyuna bulamamıza gerek kalmadan temiz tutmanın yollarını bulmuş.
Banyo ortamındaki zararlı bakteri oluşumunu %99,9’a kadar engelleyen iyon katkılı Vitra Hygiene Seramik Yüzey Teknolojisi, seramik ürünlerin pişirilmesi süreci öncesinde ürünün hem iç hem de dış yüzeylerini tamamen kaplayacak şekilde uygulanarak, seramik ürünlerin bu sır ile beraber pişirilmesiyle ortaya çıkıyor. Bu teknoloji sayesinde sadece görünen değil görünmeyen kirler ve mikroplar da ortadan kalkıyor.
Yeni Vitra Signature koleksiyonuna göz gezdirirken, sadece göze değil hijyene de yatırım yaptığınızı bilin istedim. Bu koleksiyonda yer alan Voyage, Plural, Equal, Origin, İstanbul, Eternity ve Memoria modern kent yaşamındaki en iyi banyo deneyimini geliştirmek için VitrA’nın tasarımcılarla yaptığı eşsiz iş birliğinin imzasını taşıyor.
Örneğin Voyage’ın tasarımcısı Arik Levy ve DEsing Studio VitrA, banyoda harcanan zamanı salt fiziksel bir deneyimden öte, zamanda bir aralık olarak tanımlıyor ve Voyage’ı; beden ve zihnin buluştuğu, duygusal ve düşünsel boyutları harekete geçiren bir alan olarak belirtiyorlar. Plural Koleksiyonu, 1950’lerin ikonik görüntüsünden esinlenerek, banyoya yaratıcı bir şekilde uyum sağlayan hafif ve özgür mobilyalarla kullanıcılara özel zamanlarını paylaşabilecekleri yeni bir “sosyal alan” açıyor.
1950’ler demişken moda ve güzellik alanında çıtayı yükselten markaları ve en popüler stil ikonlarını es geçmek olmaz. Açılışı Dior’un efsanevi ‘New Look’u ile yapıyorum. Omuzlar daralmış, beller inanılmaz derecede incelmiş, etek boyu diz altına kadar kısalıp çan formunda kabarık bir abajura dönüşmüştü. Bu kadınlara adeta balerin edası veren görünüm, moda tarihe adını ‘New Look’ olarak kazımıştı.
Sırada; giydiği kısa paça pantolon ve babetleriyle Hepburn, mini elbiseleriyle kıvrımlarını ön plana çıkaran Monroe ve stilini zarafet ile birleştiren Grace Kelly var. Bir diğer marka ise tüvit ceket-kalem etek ikilisiyle Chanel. ‘Little Black Dress’ ile Coco Chanel.
1950’lerin dekorasyon tarzına bakarsak, savaş sonrası tüketim çılgınlığı yaşanırken, modernist bir yaklaşım benimsenmiş diyebiliriz. Ferah yaşama alanları, retro bir nostalji ve ayrıca minimalizmin bazı unsurları var. İkonik ‘Egg Chair’ gibi doğal veya organik şekillere, kullanımı kolay çağdaş tasarımlara daha çok yer verilmiş.