Çiftçi ailesinin mensubu olmasının yanı sıra fotoğraf sanatının da önemli isimleri arasında yer alan Figen Çiftçi, İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde gerçekleşen son sergisinde bu topraklarda yaşamış tarihi; otantik köylerdeki insanlar aracılığıyla gün yüzüne çıkarıyor. Mitolojinin görsel olarak her zaman kendisine esin kaynağı olduğunu söyleyen Figen Çiftçi, “Ege sahillerimizdeki Yörük Köyü ile Kerpe (Karpathos) adasındaki Olimpos (Olympos) köyündeki bozulmamış, geleneksel yaşamlarını devam ettiren iki yaka ahalisinin benzer taraflarını fotoğrafladım. Bir zamanların o metropollerine ruh vermeye çalıştım” diyor. Sanatçının ‘Once Upon A Time’ adını verdiği daha önce Selanik’te sergilenmiş eserlerinin bir uzantısı olan “Bir Zamanlar... II” adlı fotoğraf sergisi, İstanbul Arkeoloji Müzeleri binasının Assos Salonu’nda sanatseverlerle buluşuyor. 30 Nisan’a kadar sürecek olan serginin ayrıntılarını öğrenmek için, Figen Hanım ile bir araya geldik ve eserlerinin oluşum süreci üzerine keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.
Fotoğraf serginiz nasıl bir iç görüyle ortaya çıktı?
Ege tarih ve kültürünü, komşu iki ülkenin birlikteliğini bir kez daha gözler önüne sermeye çalışıyorum. Ege sahillerimizdeki Yörük Köyü ile Kerpe (Karpathos) adasındaki Olimpos (Olympos) köyündeki bozulmamış, geleneksel yaşamlarını devam ettiren iki yaka ahalisinin benzer taraflarını fotoğrafladım. Bir zamanların o metropollerine ruh vermeye çalıştım. Sanki, bugünkü yaşamlarını harmanladım, zaman tünelinden onların dönemlerine girip çıktım. Belgesel türü fotoğraflarımla izleyenlere bir hikaye anlatmayı seviyorum. Son dönem “Riflessi della Cultura Anatolica” çalışmalarımda kolaj ve elle akrilik boya ile renklendirme yöntemleriyle postmodern bir üslup kullandım. Bu sergi, altı senenin birikimi olarak ortaya çıktı. Çalışmalarımda, tarihi mekanlarımızın güzelliklerini ve bu mekanlarda çeşitli zaman dilimlerine ait yaşantıları hatırlatmak istedim.
Bu fotoğraflama sürecinde neler yaşadınız?
Çekimlerimde karşımdaki insanlarla dost olmaya çalışırım. Onların rızası olmadan fotoğraflarını çekmem. Kendilerini doğal ortamlarında, günlük yaşamlarındaki halleriyle çekmeyi severim. Tabii insanların güvenini kazanmak kolay değil bazen çok uzun süre bu bölgede konaklarım ve yılmam. Gezdiğim köyleri, tarihi alanları araştırıp sonra fotoğrafını çekmeye koyulurum.
Çalışmalarınızda özellikle aşk tanrıçası Afrodit büstleri öne çıkıyor. Bunun özel bir nedeni var mı?
Aphrodite, tatlı ve baştan çıkartıcı gülümsemesiyle olağanüstü güzelliğe sahiptir. Onunla ilgili mitolojik hikayeler her zaman aşk ile ilgilidir; ya kendisi bir aşk ilişkisindedir; ya da başkalarının ilişkilerine karışır. Bu tanrıçaya kuşlardan serçe ve kumru, çiçeklerden gül ve mersin adanmış sayılır. Aşk tanrıçası Aphrodite’nin şehri olan Afrodisias ve tapınak, günümüzde de tüm görkemliliğiyle ayakta duran 14 sütünü ile çok etkileyicidir. Geyre’de Aphrodisias’ı bulabilirsiniz. Oradaki tarihi taşlar, eskinin görkemini, bir imparatorluğun gücünü yansıtırlar. Fotoğraflardaki Efes Kütüphanesi, Bergama – Akrapolis, Kütahya –Aizanoi Zeus Tapınağı, Uzuncaburç – Mersin Zeus Tapınağı’nda olduğu gibi…
Arkeolojik kalıntıların bulunduğu bölgeler ve antik şehirlerin sizde anlamı nedir?
Buraları gezerken, akşam güneşi bu kalıntıların üstlerine çöktüğünde antik kentlerin yalnızlığını ve yalnızlığın hüznünü hissedersiniz. Geçmişten bugüne o yaşanmış dönemlerin cıvıltıları kulaklarınızda çınlar. Bu sergimdeki yapıtlarımla bir dönemin bu muhteşem arkeolojik mekanlarına bir nefes, bir can, bir renk getirmeyi arzuladım. Böylesine şanslı bir tarihi zenginliğin içindeki o tılsımlı ustaların ellerinden çıkan ve neredeyse canlanıp dile gelecek gibi duran heykellerin kıymetini bilmeden yaşamayalım istedim. Kendine özgü eski otantik kıyafetli Yörüklerimizi, Dadaş köyü kızlarımızı, Kerpe adasındaki Yunan komşumuzu “Bir zamanlar II’de aynı topraklarda yaşamış tarihi harmanlayarak sunmaya çalıştım.
Peki, seyahatleriniz sırasında başınıza ilginç hikayeler geliyor mu?
Seyahatlerde hem gülünç, hem şaşırtıcı, hem duygusal anlar yaşarsınız. Örneğin seneler önce gittiğim bir yerin girişindeki göl manzarasının büyüsüne kapılıp arabayı kenara yanaştırıp makinamla gölü çeke dururken bir düdük sesi duymaya başladım. Ama üstüme hiç alınmadım. Meğerse bu sesler banaymış. Bana doğru koşturan, bağıran askerleri görünce korktum. Askerler komando eğitim merkezinin fotoğrafını çekiyorum zannetmişler. Bir keresinde de kara bulutlu bir havada, hava yağdı yağacak derken şimşekler başladı, köy yollarından Antalya’ya iniyordum. İki bisikletli turisti, ağaç altında saklanmış gördüm ve yavaşladım. Yardım isterler mi diye sordum. Yola koyulduk, önümüze kocaman bir ateş topu düştü. Kucağımda makinam vardı ama şok yaşadık... Yıldırım düşmüştü eğer yavaşlayıp turistlere bakmasaydım belki arabaya isabet edecekti. Diğer yandan fotoğraflarını çektiğim insanlar çoğu zaman beni gazeteci zannederler ve dertlerini anlatırlar, ilgili mercilere iletmem için bana taleplerini söylerler... Bazıları da kovar, gazete olduğunu sanınca çekinirler. Ancak köylerdeki çoğu insan çok içtendir, tarladaki çekimlerden sonra, arabamı topladıkları hasatla doldururlar. Hele yemek yiyorlarsa sizi hemen ısrarla davet ederler, paylaşırlar lokmalarını. Çok candan insanlardır bizim köylümüz, bazen tarlalarda çalışmaya gelenleri çekerken gözlerim yaşarır. Genci-yaşlısı 40 derece altında zor şarlar altında çalışmalarını sürdürürlerken yollar boyu kadınlar görürüm. Tarlalarda sanki düğün alayı, cıvıl cıvıl, neşe içinde hasat günü gelmiş çatmıştır. Ağustos sıcağında büyük küçük bir olmuş uçsuz bucaksız domatesleri keser de keserler ağızlarında bir türkü... Onların hikayelerini, dertlerini, paylaşır, dost olursunuz. Acıyla sevinç arasında, öfkeyle bağış arasında, geçmişle gelecek arasında, götürürler masallar diyarına...
Diğer sergilerinizde de tüm bu anlattığınız izler var... Başka ilginç, başınızdan geçen olaylar var mı?
İnançlar Mozaiği sergimdeki çekimlerimde çok duygusal anlar yaşadım. Bu anlar çok kutsaldı benim için. Çekimlerde hikayelerim çok... Aslında yazmakla bitmez... Bu hikayelerden yola çıkarak, deneyimlerim doğrultusunda bir tarlada nasıl giyinilmesi gerektiğinden, ayakkabılarımın neden plastik olmasına değin birçok şey öğrendim. Hatta bir kez demir parmaklıktan atlarken demir çubuk topuğuma battı. Bir köylü hemen zeytini yarıya bölüp, közledi ve yaraya bastırdı. Ardından kan durdu. İki-üç gün yere basamadım, tetanos da olmadım. Özetle fotoğraf çekimleri bana halkımı tanıttı. Türkiye’yi arşınlarken çok mutlu oluyorum.