Ahmet Duru’nun Ferda Art Platform’daki sergisine kapıdan bir bakış attığınızda, doğanın ustaca betimlendiği romantik bir sergiye geldiğinizi zannedebilirsiniz.
Oysa içeri girip eserleri tek tek detaylıca incelemeye başlayınca iç açıcı manzaralar yerine, doğanın resmedilmesinin pek de tercih edilmeyen bambaşka bir yüzüyle karşılaşıyorsunuz. Ölü ağaçlar, tahrip olmuş otluk alanlar ve karanlık doğa enstanteneleri. Renksiz, cansız, duygusuz. Biz tabiatı nasıl tanımlıyorsak, tam tersi.
Ağaçta neşeyle ötmek yerine toprakta cansız yatan kuş, mis gibi kokan rengarenk çiçekler yerine istilacı dikenler, suyla dolmuş, bataklık olmuş araziler.
Ama bana sorarsanız, toprağın her tonunu barındıran kalın boya tabaklarından yaptığı küçük tuvaller de içinden ışık sızan ağaçlar da, Duru’nun- bence- umudunun simgesi renkli çiçekler de, doğanın görkemini hatırlatan dikenli bitkiler de çok romantik.
Duru’nun, insanlığın acımasızca ve umarsızca tahrip ettiği doğaya dikkat çekmek için, estetikten ve duygudan ödün vermeden yarattığı “Büyü ya da Yok Ol” sergisini görün derim.
Ziya Tacir her sergisinde, bakış açısı ve kadrajındaki derinlik ile, doğa manzaralarını ve mekanları olduğundan daha haşmetli hale getirerek bizi hep etkiledi.
Ancak bu kez daha farklı. Bu kez duygu en önde. Öyle bir ışık, öyle bir duygu var ki, insan bir fotoğrafa baktığına inanamıyor. Sanki resim ile fotoğraf üst üste binmiş, bir de içine şiir katılmış gibi.
Japonya’nın mistik kokusu, doğası, puslu rengi sanki bir masal gibi her karede, gerçeküstü.
Daha önceki işlerinde de yapmadığını bildiğimiz halde kendisini arayıp üzerlerinde dijital oynamalar olup olmadığını sorduk. Elbette yokmuş.
Sanırım bu sergi bu yıl beni en çok etkileyenler listesine en önden girdi. Yaptığı işteki ustalığına, özenine ve duruluğuna hayran kaldım.
2020’yi kapatırken ruhlarına biraz merhem sürmek isteyenler, 9 Ocak’a kadar sürecek bu sergiye koşarak gitsin.