Ayça BARUT TANMAN – ayca.tanman@alem.com.tr
“Basit bir insanım: Alman, küçük burjuva ve çalışkan.” Karl Lagerfeld, kendisini “kaiser” (imparator) olarak adlandıranlara bu cevabı veriyordu. Moda dünyasına sıra dışı bakış açısı ve çok yönlülüğüyle adını altın harflerle yazdıran tasarımcı, 19 Şubat’ta onu büyük bir ustaya dönüştüren Paris’in dışındaki Neuilly-sur-Seine’de 85 yaşında hayata veda etti. Lagerfeld, sadece bir moda dâhisi değil kişisel tarzı ve duruşuyla da sadece onu yakından tanıyanların değil modayla az çok ilgisi olan herkesin hayatında iz bıraktı. At kuyruğu yaptığı beyaz saçları, vazgeçilmez siyah takımları, yüksek yakalı beyaz gömlekleri, eldivenleri ve güneş gözlükleriyle hafızalara kazınan Lagerfeld’in, hikayelerini tasarımlar aracılığıyla anlatırken Grand Palais’yi neye dönüştüreceğini nefesimizi tutarak bekledik yıllarca. Grand Palais, Chanel defileleri için bir kumsal, bir kumarhane, bir uzay üssü ya da bir süpermarket oldu. 1983’te kreatif direktörlüğünü üstlendiği Chanel, onunla adeta yeniden doğdu. Birçok kişi onu Chanel’le özdeşleştirse de 1965’ten beri kreatif direktörlüğünü üstlendiği Fendi ve kendi adını taşıyan markası da Lagerfeld’in moda yolculuğunun önemli yapı taşları oldu. Senede 15 koleksiyona imza atmak onun yaratıcı dehası için yeterli değildi. 1980’lerde özgeçmişine fotoğrafçı kimliğini de ekleyen Karl Lagerfeld, kendi kampanyalarının yanı sıra dergiler için de çarpıcı moda çekimlerine imza attı. O, aynı zamanda bir yetenek avcısıydı. Inès de La Fressange, Linda Evangelista, Claudia Schiffer, Vanessa Paradis, Cara Delevingne, Kendall Jenner ve Kaia Gerber onun sayesinde kariyerlerinin doruğuna ulaştı.
1933 yılında Hamburg’da doğan Karl Lagerfeld, hayata şanslı başlayanlardandı. Babası Otto, Almanya’da pastörize sütü popülerleştirerek servet yapmıştı. Sahip olduğu ayrıcalıklar Karl’ı miskinleştirmek yerine kendini geliştirmeye ve küçük yaşta olgunlaşmaya itti. Altı yaşında akıcı bir şekilde İngilizce konuşuyordu. Piyano dersleri onu 40 yaşında doğuran annesinin “Yeteneğin yok, hem de çok gürültülü. Onun yerine resim çizsene” sözleriyle son buldu. Zamanın büyük bir kısmını resme ayıran Karl Lagerfeld, çocukluk yıllarında bir gün ünlü olacağını kafasına koymuştu. 17 yaşında bunu gerçekleştirmek için ilk adımı attı ve Paris’te Pierre Balmain’in asistanlığını üstlendi. Bu yolculuktaki en büyük destekçisi annesi Elisabeth’ti. 1954 yılında Woolmark Prize’da En İyi Palto ödülüne layık görüldüğünde Yves Saint Laurent da En İyi Elbise dalının kazananı oldu. Bir dönem çok yakın arkadaş olan Lagerfeld ve Saint Laurent, sonrasında hem düşman hem de rakip oldular. Bu düşmanlığı başlatan isim ise Karl Lagerfeld’in 18 yılını paylaştığı Jacques de Bascher’di. Yves Saint Laurent’ın bir dönem Jacques de Bascher’le görüşmesi Pierre Bergé’yi çileden çıkarmış ve bu ilişkiyi Saint Laurent modaevini çöküşe uğratmak isteyen Karl Lagerfeld’in planladığını öne sürmüştü. Karl Lagerfeld, AIDS’ten 38 yaşında hayatını kaybeden Jacques de Bascher’in son nefesine kadar yanındaydı. Bu ilişki sonrası kariyerini spot ışıkları altında ve ünlülerle çevrili bir şekilde geçirse de Karl Lagerfeld, özel hayatını gözlerden uzak yaşamaya özen gösterdi. Mirasının büyük bir bölümünü bıraktığı ve bir sosyal medya fenomenine dönüştürdüğü kedisi Choupette’le yaşamak onu fazlasıyla mutlu ediyordu.
2001’de “Hedi Slimane’ın Dior için tasarladığı takımları giymek istiyordum” diyerek fazla kilolarından kurtulan Karl Lagerfeld, sağlıklı yaşamaya çok önem veriyordu. Bu yüzden tasarımcının Chanel’in Ocak ayında düzenlenen 2019/2020 İlkbahar/Yaz Haute Couture defilesine yorgun olduğunu söyleyerek katılmaması pek de alışılmış bir durum değildi. Moda dünyasının yaşsız kahramanıydı o adeta ve bir efsane olarak hayata veda etti. Hayatına dokunduğu modelller, ünlü oyuncular ve meslektaşları ölümünün ardından onu hak ettiği gibi övgü dolu sözcüklerle uğurladılar. Stella McCartney’nin söylediği gibi bu dünyadan gerçek bir ikon geçti…