İlk kişisel serginiz "Cumming Home"un arkasında nasıl bir hikaye var?
Ben yarı Türk, yarı Amerikalıyım. 5 yıl boyunca Şikago'da okudum ve ardından Türkiye'ye geri döndüm. Bu sergimde ait olduğum iki kültürde gözlemlediğim gelenekleri, rutinleri, benzerlikleri ve farklılıkları sorguladım. Bunu gündelik, evin içinde bulunan (sandalye, kase, halı, çay poşeti, çaydanlık vb.) ve evin konstrüksiyonunda kullanılan (su boruları, sütun vb.) malzemelerin biçimini ve işlevini manipüle ederek 11 enstalasyon üzerinden yorumladım. Parçalarımı isimlendirirken deyim ve atasözlerini kullanarak; tabu, güç dinamikleri, erkek/kadın bedeni, sosyal normlar ve kimlik gibi konuları sorguladım. Eserlerimde davranışsal, sosyal kodlara ve geleneklere meydan okuyorum. Bunu da toplumsal olarak paylaşılan kalıplara ve sağduyuya dayanarak yapıyorum. "Cumming Home", "Coming Home"dan yola çıkan bir kelime oyunu. Şikago'dan eve gelmemi ve iki evimi karşılaştırdığım görsel bir arşivi temsil ediyor. Serginin kürasyonu galerinin yazılı ve yazılı olmayan kurallarını sürekli sorgulamam ve bu sınırları test etmemle şekilleniyor. Bu sergide de enstalasyonlarımın konumlandırıldıkları yerler ve pozisyonlar, insanların bu sınırların içinde nasıl gezdiğini ve eserlerle nasıl etkileşimde bulunduklarını gözlemlememi sağlıyor.
Genç bir kadın sanatçı olarak sektördeki yolculuğunuzla ilgili neler söylemek istersiniz?
Yolculuğumun daha çok başındayım. Bu yolculuk benim için Pilevneli'deki sergimle birlikte çok heyecanlı bir şekilde başladı. Devamında da sürekli yeni eserler üretmeyi planlıyorum.
Sanat tarihinde kadın olgusunu işleyen eserlerden favorileriniz hangileri?
"The Dinner Party" (1974) Judy Chicago; "Au Naturel" (1962) Sarah Lucas; "Do Women Have to Be Naked To Get Into the Met Museum?" (1989) Guerrilla Girls; "Be a Lady They Said" Cynthia Nixon. Hatta son söylediğim video kadınlara olan dayatmaları çok güzel bir şekilde açıklıyor, izlenmesini tavsiye ederim.
Bir kadın olarak çevrenize nasıl ilham veriyorsunuz?
Bu sorunun cevabını kendilerine ilham verdiğimi söyleyen iki arkadaşımın yanıtlarıyla vermek isterim.
Dante: İlham için bir mıknatıs gibisin. Zorlukları zahmetsizce düzeltiyor, herkesin rahat hissetmesini sağlıyor ve tüm bunları yaparken güven veriyorsun. Başkalarının, sımsıkı kapalı olduğunu düşündüğü kapıları açabiliyor ve farklı kesimlerden insanları bir araya getirebiliyorsun. Başkalarını, sahip oldukları hayallerin farkına varmasalar ve adım atmaktan korksalar dahi cesaretlendirme ve peşinden koşmaları konusunda motive ediyorsun.
Defne: Sanırım, bana en çok cömertliğinle ilham veriyorsun. Zamanını, bildiklerini, elinde olan her şeyi paylaşmak istiyorsun... Başkaları da öğrensin, sevinsin ya da sadece mutluluk versin diye. Tanışmamızdan üç gün sonra birlikte tüm günü odamı temizleyip, düzenleyip, dekore ederek geçirmiştik. Koştura koştura birlikte aldığımız bitkileri saksılara yerleştirip, 'bak böyle güzel oldu' diye heyecanla geri geliyordun. Sevdiğin insanların mutluluğu, seni kendi mutluluğundan daha çok heyecanlandırıyor. Hayata yaklaşımınla, hem enerjinle hem de hayatı kendin ve başkaları için güzelleştirmek için gösterdiğin çabayla ilham veriyorsun. Ben o eve gelince mutlu oluyordum, enerjiyle doluyordum. Tüm bunları yaparken kendi hayatından ve işinden de geri kalmıyordun. Sanki senin enerjin verdikçe daha çok çoğalıyor.
Size hangi kadınlar ilham veriyor?
Cesur, güçlü, iradeli, azimli ve hayatta yaptığı her şeyi tutkuyla yapan kadınlar bana hep çok ilham verir. Kendi hayatımdan örnek vermek gerekirse ailemdeki tüm kadınlar, özellikle de anneannem. Hayatta her tuttuğunu koparan ve bana imkansız diye bir olgu olmadığını gösteren kişi anneannemdir. Sanatçılardan ise Marina Abramović ve Sarah Lucas bana ilham olmuştur.
Küçük bir kızken en çok neyin hayalini kurardınız?
Özgür ve bağımsız olmanın, yargılanmadan anlaşılabilmenin hayalini kurardım. Hayatımda aşk, tutku, sevgi ve yaratıcılığın başrolde olmasının hayalini kurardım.
Sizin gibi başarılı olmayı ve ilham vermeyi amaçlayan genç kadınlara vermek istediğiniz bir mesaj var mı?
İmkansız diye bir olgunun olduğuna inanmadan çalışın, size dayatılan kalıplar çerçevesinde ya da sınırlandırmalarla kalmayın. İnsanlar sizin deli olduğunuzu düşünse bile, başkalarının ne diyeceğini düşünmeden inandığınızı yapmaya devam edin. Bir diğer vermek istediğim mesaj da sorgulamak. İçinde bulunduğumuz toplumdaki yerimizi sorgulamalı ve bizi neyin özel kıldığını bulmalıyız. Beni özel yapanın dikkat eksikliği, hiperaktivite ve obsesiflik olduğunu fark ettiğimde, bunlara bir eksiklik değil de bir 'özel'lik olarak bakmaya başladım. O günden beri de yaratıcılığım için ilham olarak kullanıyorum. Bu yüzden toplumda dezavantaj olarak tanımlanan olguları avantaja çevirebilirsiniz.