Röportaj: Gözde YÖRÜKOĞLU ERSU
Fotoğraf: Mehmet Erzincan
Styling: Bengisu Gürel
Saç: Nuri Şekerci
Makyaj: Ece Karagülle
Video: Fatih Er
Mekan için Shangri-La Bosphorus’a,
çiçekler için Joy Flowers’a teşekkür ederiz.
Dilek Hanif’in uzun yıllar sonra Türkiye’de defile yapacağını duyunca, özel bir durumla karşı karşıya kaldığımız elbette ortadaydı. Biz de moda tasarımcısının 30. yılını kutladığı bu özel koleksiyon için, bir armağan hazırlamak istedik. Moda dünyasının baş döndüren değişimine, sadece Türkiye’de değil yurt dışında da tanınan bir marka olarak ayak uyduran ve gün be gün güçlenen Dilek Hanif markasını, geçmişten günümüze podyumda taşıyan üç özel kadınla bir araya getirdik. Ceylan Saner ve Sema Şimşek, defalarca Dilek Hanif podyumunda yürümüş isimlerdi, Şevval Şahin ise yeni dönemi temsilen katıldı çekimlerimize. Sizleri, 30. yıl kutlamamıza davet ediyoruz.
Dile kolay 30 yıl… Dönüm noktalarınıza, yaşadıklarınıza şimdi baktığınızda hikayenizi nasıl görüyorsunuz? Eminim o dönüm noktalarının hepsini şimdi daha farklı değerlendiriyorsunuzdur.
Evet aslında doğru söylüyorsun. Baktığın zaman dönüm noktaları var. Zaten 30 yıla gelebiliyorsam o dönüm noktalarından gelmişim demektir. Hep önüne bir yol ayrımı geliyor hayat böyle bir şey. Ve o yaptığın seçimlerle belki başka yollara giriyorsun, benim de öyle seçimlerim oldu. İlk bu mesleği seçip yapmaya karar verdiğim döneme kadar, ailemle beraber çalıştığım zamanlar var tekstil sektöründe. Profesyonel olarak kendime ait ilk yerimi açtığım zaman Osmanbey’de küçük bir atölyede başladık ve ilk başta ben hazır giyim yapıyordum. Oradaki koleksiyonlarla üç sene üst üste C.N.R. fuarlarına katıldık ve çok ciddi güzel müşterilerimiz vardı. O dönemde ihtiyaç duyulan boşluğu doldurduk. Çok şık kıyafetler yapıyordum. Ceket - pantolon takımlar özellikle imza ürünlerimizdi. Bu şekilde hazır giyim ile başladık, uzun süre öyle devam ettik. İlk 100 metrekare ile başlayıp üst katı tuttuk sonra karşı tarafın üst katıyla beraber derken böyle dört daire ile büyük bir organizasyon haline geldik. Güzeldi fakat sonra orada bir dönüm noktası oldu. 90’lı yıllarda Körfez krizi oldu ve o krizde benim markam gittikçe büyümeye başladı, her şeyi kendim yönetiyordum. Hem koleksiyonları hem pazarlamayı yönetiyordum. Birçok yerden paramı alamadım çeklerim geri döndü. O dönemde çok fazla batan firma oldu. Türkiye’nin birçok yerinde satıyorduk. İş gittikçe büyüyor ve benim kontrolümden çıkıyordu o noktada hazır giyimde bu kadar büyük adetlerle uğraşmadan daha ‘private’, özel bir şey yapayım diye düşündüm ve bu bir dönüm noktasıydı.
Bunu düşündüğünüzde değişim nasıl başladı?
O sırada da abiye elbiselerle yaptığım çalışmalar ses getiriyordu. Özellikle Hülya Avşar ile programından teklif geldi ve onunla çalışmaya başladık. Birçok insan kıyafetleri görmek için programı izlediğini söylüyordu ve sekiz sene çalıştık. O dönem için farklı bir şeydi hiç aklımda yoktu bu kadar gece kıyafeti ağırlıklı çalışmak. Talepler de çok olunca daha fazla gece kıyafeti çalışmaya başladım. Sonra başka bir dönüm noktası geldi. O nokta da hazır giyimle couture’ün, farklı dikiş teknikleri kullanım ihtiyacı olmasıydı. O zaman dedim ki ben madem böyle gece kıyafetleri tasarlıyorum bunu daha profesyonel yapmam lazım. Hazır giyimin tekniği farklı bir noktadan sonra yetersiz kalıyor couture tekniğinde. Dolayısıyla yeni bir ekip kurdum. Couture dediğimiz ekiple beraber daha farklı çalışmalara başladık. Hem bilinçlenmem açısından hem de iki ayrı işi bir arada yürütebilmem adına benim için güzel bir dönemdi. Bir noktadan sonra couture’ün tadını alıp talep iyice artınca hazır giyimi artık tamamen bıraktım.
Ve Paris zamanı geldi sanırım…
İşte o 2002 defilem tamamen couture yola girdiğim defileydi. 2004’te de dedim ki eğer ben bu işi yeterince iyi yapıyorsam, kendimi mukayese edebileceğim, yaptığım şeyin iyi olup olmadığını bileceğim, bu iş en iyi nerede yapılıyorsa orada yapmam gerekiyor ve yönümü Paris’e çevirdim. 2002’de dedim ki ben bunu yaparsam artık Paris’te yapacağım. Oradaki dinamikler farklıydı şöyle ki burada da couture yapan çok değerli isimlerimiz vardı ama çok fazla değildi. Couture Haftası’nda koleksiyon yapmanın yanı sıra yaratıcılığınızı da ortaya çıkarmanız gerekiyor. Yani sıfırdan bir koleksiyon yapmanız gerekiyor. Herhangi bir modeli uyarlamaktan bahsetmiyorum. İşte orada farklı bir heyecana farklı bir duyguya giriyorsunuz. O çalışma benim için çok değerliydi ve 2004’ten sonra uzun yıllar biz hep Paris’te couture yaptık. Tekrar bir hazır giyime dönüşümüz var ama burada couture benim için tamamen net olan ana yol oldu. Dünya genelinde, büyük moda evlerinin couture müşterileri genellikle Orta Doğu’dandır, bizim de öyle. Daha meraklılar ve bu işi daha çok seviyorlar. Avrupalılarda da tabii ki kullananlar var ama genel olarak çok sade ve düz Avrupalı kadın. Orta Doğu’da da ismim belli bir noktaya gelince dedim ki artık markalaşmak adına hazır giyimde de olmak gerekiyor. Çünkü dünyadaki bütün büyük markalara bakın hem couture maison'ları vardır hem de hazır giyimi. Biz de dedik ki bunu yapmak gerekiyor ve ağırlıklı ihracat yapalım. Hazır giyim koleksiyonu yaptık ama dünya değişmişti ve ilk başta yaptığım tarzdan biraz daha farklılaştık. Adetli ve serilenerek Paris’ e fuara gidip oradan siparişi alıp satmaya başladığımız bir koleksiyon hazırladık. Bunun yanı sıra yine ayrı iki ekip çalışmaya başladık. Aşağı yukarı 30 kişiyiz ekibin yarısı ihracat ve hazır giyim bölümünde çalışıyor, diğer yarısı da couture bölümünde çalışıyor ve bu şekilde belli yol ayrımlarıyla buraya kadar geldik ya da gelmişiz. Ama nasıl geldik anlamadım, hiç boş durmadım orası kesin. (gülüyor)
Tabii siz hikayenizi anlatırken size çok olağan geliyor işte ilk defilenizi Aya İrini'de yapmanız, couture vatanı olan Paris’e gitmeniz. Aslında bunlar çok ilginç kararlar Türkiye’den çıkan bir moda tasarımcısı için. Bu vizyonun altında ne yatıyor? Elbette yetenek elbette başarı var ama çok mu araştırırsınız ya da hedeflerinizi çok mu yüksek tutarsınız?
Yani evet galiba ben her zaman öyle oldum. Yaptığım şeyin hep en iyisini yapmak istedim ama bu hırs değil karakter olarak yapabileceğime çok inandım. Ayrıca yaptığım işin en iyisini yapmak neyse o noktaya gelebilmek benim için değerliydi ve onun için de farkında olmadan zorladım en yapılabilir seviyesi neyse zorladım.
RÖPORTAJIN TAMAMI ALEM'DE!