Çağatay Odabaş: Pandemi sürecini nasıl geçirdiğinizi biraz anlatır mısınız?
Nilperi Şahinkaya: Karantina sürecinde Emre bende kaldı. Karantina benim için sorun değildi fakat Emre başlarda çok sıkıldı. Sonra “Ben pizza yapayım” diyerek hamur yoğurmaya başladı. Cookie’ler, tatlılar yapmaya başladı. O yapıyor, ben yiyordum. Ben entelektüel takılıyordum. Kitaplar okuyordum, filmler izliyordum. Sonra yavaş yavaş rolleri değiştirdik. Ben sıkılmaya ve hiçbir şey yapmamaya başladım. Emre’nin de keyfi epey yerine geldi. Heykeller tasarlıyor, müzikler besteliyordu. Bir gün ben eski tiratları okuyordum. Emre bana dönüp dedi ki: “Nilperi seninle beraber bir şey yaratalım.” Buna karşılık, “Ben tirat okuyayım, sen müzik bestele ve bunu Instagram’da yayınlayalım" dedim.
Ç.O: Emre zaten tam bir proje adamı. Telefonum çaldığında ya “Bir fikrim var” diyerek yeni projesini anlatacak ya da halimi hatırımı soracak diyorum.
Emre Yusufi: Bunun sebebi geçmişte 10 seneden fazla reklamcılık yapmış olmam. Bizim mesailerimiz bitmezdi. Tek derdimiz “Öyle bir iş yapsak ki kimse bunu daha önce yapmamış olsa” idi. Sürekli proje yaratan bir takımın lideriydim bir zamanlar. Bu öyle bir şey ki senin hayatın oluyor. Her şeyi projeye çevirmeye başlıyorsun.
Ç.O: Bizi izleyen insanlara değişik fikirler verelim istiyorum. Aklıma şöyle bir şey geldi: Emre sen sinemada izlediğin ilk filmi hatırlıyor musun?
E.Y: Evet hatırlıyorum. İlki “Who Framed Roger Rabbit”, ikincisi ise Daniel DayLewis’in oynadığı “The Last of the Mohicans”. İki filmi de çok severim. İlki zaten animasyonun filme entegre olması bakımından türünün ilk örneği. İkincisi ise zaten müziği ile harika bir film. Belki bir gün o filmi resmedersin Çağatay. Bilmeyenler için söyleyelim. Çağatay Odabaş filmlerin en iyi karelerini resmeder. Bunun dışında da koleksiyoneriyle iletişim içindedir. Çağatay şu anda benim için bir resim çalışıyor, “The Big Lebowski” filminden bir kare. Filmi çok sevmemin yanında, ben eskiden milli bowling takımındaydım. Bowling oynamayı çok severdim. Aynı o filmdeki gibi üç yakın arkadaşımla ortaokul yıllarında bowling oynamaya giderdik.
Ç.O: Emre ile plastik sanatlar alanında eserler üreten sanatçılar olduğumuz için bir müzeye gidip merak ettiğimiz bir eseri canlı görünce çok etkileniyoruz. Nilperi senin “Bunda ben de oynasaydım” dediğin filmler var mı?
N.Ş: Çok var. Özellikle bağımsız filmleri takip ediyorum. Fakat aklıma ilk “Moulin Rouge” geliyor. Filmi izlediğimde o dünyaya girdim. O kadar güzeldi ki. Orada oynamak çok istedim. Sonra CD’sini almıştım, evde kendi kendime şarkılarını söylüyordum. Kendi kendime koreografilerle dans ediyordum.
Ç.O: Emre senin için öyle klasik bir film var mı, merak ediyorum.
E.Y: Süreya Sineması’na gitmiştik. “The Matrix”de aklımız başımızdan gitmişti. 19 yaşında falandık ve çok etkilenmiştik.
Ç.O: Nilperi şu anda bir film projesi var mı, bahseder misin?
N.Ş: “Gelincik” diye bir film çektik. Çekimleri yeni bitti. Çok etkileyici bir film, çekimler muhteşem. Yani ben çok beğendim. Senaryoyu ilk okuduğumda bu hikayenin bir parçası olmak istiyorum dedim. Fakat benim karakterimin hikayesi çok fazla işlenmiyor filmde. Bunun dışında bir televizyon dizisi var. Çekimlerine 15 Temmuz gibi başlamayı düşünüyoruz. “Aynen Aynen”in çekimleri var ayrıca.
E.Y: Benim de sana sorularım var aslında Çağatay. 2020’de bir kişisel sergi ve çocuklar için bir proje hazırlıyordun. Pandemi ile birlikte bu çalışmalarına ne oldu?
Ç.O: Nisan’da ben bir kişisel sergi yapacaktım. Çizgi filmler üzerine bir seri. İşleri bitirdik. Sergi hazır durumda. Herhalde her şey yolunda giderse Kasım veya Aralık gibi izleyici karşısına çıkaracağız işlerimizi.
N.P: Sinemaya gitmek, sergi gezmek, tiyatroya gitmek gibi keyif aldığımız aktiviteleri yapamaz olduk. O anlamda biraz tatsız oldu. Umarım kışa doğru her şey daha güzel olur.