Nobel ödüllü Amerikalı yazar Ernest Hemingway, Küba’ya ilk kez 1928’de ayak bastı. Eşine yazdığı mektupta; “Hayatımın geri kalanında Küba’yı anlamaya çalışacağım” diyordu... Sonra ortaya, adada yazdığı “Yaşlı Adam ve Deniz” kitabı çıktı ve Hemingway bu kitapla Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazandı.
Ernest Hemingway, eski kentin tam merkezindeki Ambos Mundos Oteli’nin 511 numaralı odasına yerleşti. Son yıllarda tamamen restore edilen otelin 511 numaralı odası artık bir müze olarak ziyaretçilerini bekliyor... Hemingway’in kaldığı otelin penceresinden tüm Havana’yı keşfetmek mümkün. Mavi okyanus sularının vurduğu rıhtımı, katedrali, Capitol binasını, sömürge döneminden kalma binaların çatılarını ve köprüleri... Odanın bir duvarında Kübalı genç sevgilisi Leopoldino Rodriguez’in resmi asılı. Otelde kaldığı sürede tamamladığı “Ya Hep ya Hiç” romanında Küba’nın başkenti Havana’yı şöyle tanımlıyor ünlü yazar: “Frigorifik kamyonların barlara buz dağıtmaya geldikleri erken saatlerde, Havana sokaklarında geceden kalma serseriler evlerin duvarlarına sırtlarını dayamış uyuyor. San Francisco Meydanı’nda sadece bir dilenci ayakta. Çeşmeden gecenin susuzluğunu gideriyor...”
Paula Kasabası’ndaki tarihi bina
Ne var ki Ernest Hemingway, bölgenin iyice popüler olması ve merkezin giderek kalabalıklaşıp, gürültülü hale gelmesi üzerine, 1940’ta San Francisco de Paula Kasabası’ndaki çiftlik evini (Finca Vigia) satın alıyor. ABD’nin güneyinde, Florida eyaletine bağlı irili ufaklı birçok adadan biri olan ve Küba’ya çok yakın olan Key West üzerinde Hemingway, 1961’e kadar yaşıyor.
Çiftlik evi bugün Ernest Hemingway Evi ve Müzesi olarak anılıyor. Ev, yazarın yaşadığı zamanı ve bulunduğu çevreyi görüp, duyumsayabilmek için olağanüstü bir fırsat sunuyor. 1887’de inşa edilen İspanyol neo-klasik mimari tarzındaki bu yapıyı ve geniş bahçesini Hemingway 28 Aralık 1940’ta “Çanlar Kimin İçin Çalıyor” romanının sinema telifiyle satın almış. Havana’nın güney-doğusuna 15 kilometre uzaklıktaki San Francisco de Paula kasabasındaki tarihi bina yazarın dul eşi Mary Welsh tarafından 1961’de Küba hükümetine hediye edilmiş. Çiftlik evi, 850 metre kare büyüklüğünde çok pencereli, büyük balkonlu, iki katlı şirin bir mekan. Alt katta oturma odası, yemek odası, mutfak ve kahvaltı alanı var. Üst katta ebeveyn yatak odası, çocuk ve hizmetçi odaları ile Hemingway’in ilhamla dolup yazdığı ışıl ışıl bir kütüphane bulunuyor. Neredeyse 1 hektarlık araziye yayılmış bu evin yanında ve arkasında küçük bir tropik orman, üzerinde tahta köprüsüyle küçük bir gölet bulunuyor. Devasa bir yüzme havuzu ve sebze bahçesi için ayrılmış alan ise tek kelimeyle muhteşem. Zira yazar, hem evin içinde, hem eve asılı duran orta boy bir oda büyüklüğündeki balkonda ya da bahçede düşünmek ve yazmak için olağanüstü bir alan seçmiş.
,
Eserlerini ölümsüzleştirdiği yazı masası
Günümüzde müze olarak kullanılan bina, içi olduğu gibi korunduğu için sadece dışarıdan gezilebiliyor. Bugüne kadar içeriye sadece Sovyet lideri Gorbaçov’un girmesine izin verilmiş. Geniş pencerelerden, duvarlarda sanatçının Afrika’da vurduğu hayvanların dondurulmuş başları, devasa kütüphanesinin bölümleri, 30’lu yılları ait boğa güreşi afişleri, savaş muhabiriyken giydiği üniformalar ve eserlerini ölümsüzleştirdiği yazı masası ve daktilosu görülebiliyor. 20 yıl boyunca yardımcılığını yapan bayan Elisa Perez Fernandez, yazarın sadece sabahları çalıştığını ve sırt ağrıları çektiği için daktilosunu ayakta yazdığını söylüyor. Diğer yandan Hemingway’in evinde çok sayıda köpek ve kedi beslediği biliniyor. Köpeklerinden dördünün mezarı müzenin bahçesinde... Yine giriş bölümündeki büyük hangarın içinde ise yazarın “Pilar” isimli yatı sergileniyor. Yatın kaptanı Gregoria Fuentes’in “İhtiyar Balıkçı ve Deniz” romanının kahramanının esin kaynağı olduğu biliniyor. Hemingway 22 yıl yaşadığı çiftliğini ve Küba’yı bir gün terk edip Florida’ya dönüyor. 22 Temmuz 1961’de intihar ediyor. Kafka’nın Prag, James Joyce’un Dublin, Fernando Pessoa’nın Lizbon’la bütünleşmesi gibi Havana ile bütünleşen Hemingway’in neden Küba’dan habersiz ayrıldığı ve intihar ettiği konusu ise hala meçhul. Ancak yazarın haemochromatosis denen bir hastalıktan mustarip olduğu ve yazarın bu hastalıkla uğraşırken kalıtımsal depresyon, paranoya ve dengesizlik içinde olduğu anlatılıyor. Bunun yanı sıra yazarın yaşadığı paranoyanın en büyük nedeninin, FBI tarafından takip edildiği zannına kapılmış olması olduğu anlatılıyor.