Geldikleri yer değil vardıkları yerdi onları var eden, çünkü yola çıktıklarında sahip oldukları büyük bir yokluk, açlık ve kalabalıktı. Avrupa kıtasında yaşayan, soğuk diyarların Hint-Avrupa dili konuşan halklar, günümüzden yaklaşık 4 bin yıl önce yani, MÖ 2. binde Karadeniz üzerinden geçerek Kafkas ülkelerinden Anadolu’ya doğru gelmeye başlamışlardı. Anadolu, henüz bu göç ve saldırılarla karşılaşmadan önce, kent devletleri şeklinde birçok krallığın ya da beyliğin olduğu bir kral ve kraliçe tarafından yönetilen birbiri ile iyi geçinen ağırlıklı olarak tarımla uğraşan barışçıl bir dönemi yaşıyordu. Anadolu’da yaşayan tarımla uğraşan bu yerli halka Hattiler, ülkeye de Hatti ülkesi deniyordu.
Yaklaşık 250 yıldır Anadolu ile ticaret yapan Asurlular, Anadolu’nun içlerine doğru birçok yerleşimin yanı başında “karum” adını verdikleri ticari faaliyetlerini sürdürdükleri küçük yerleşimler kurarak kent devletlerinden imtiyazlar koparmış ve Suriye ile Anadolu arasında işleyen ticaret ağını kurmuşlardı. Anadolu için bol zenginliğin olduğu bir dönemdi. Bu ticaret ağı ile Anadolu’nun değerli madenleri Akdeniz coğrafyasına, Akdeniz’in ve Ortadoğu’nun değerli malları da Anadolu’ya geliyordu. Çorum Alaca Höyük’teki Hatti prens mezarlarından çıkan altın eserler ve kaplar, bu dönem insanının kültür, sanat, üretim ve yaşam konusunda oldukça iyi bir seviyeye ulaştığını gösteriyordu. Fakat, tüm bu zenginlik ve refah dönemi Avrupa’da yaşanan büyük kıtlık ile son bulacak, Avrupa’dan Anadolu’ya doğru göç dalgaları gelmeye başlayacaktı.
Hint Avrupalılar geliyor
MÖ 2. binde Karadeniz üzerinden geçerek Kafkas dağlarından Anadolu’ya giren ve kısa bir sürede savaşmayı bile bilmeyen bu tarım toplumunu kontrol altına alan Hint Avrupa kavimleri, Anadolu’daki kent devletlerini ortadan kaldırarak merkezi bir devlet kuracaklardı. Anitta isimli bir liderin Çorum Boğazköy’deki Hattuşa’ya doğru yaptığı askeri saldırıyı tarih şöyle kaydeder: “Geceleyin yaptığım bir saldırı ile şehri aldım. Yerine yaban otu ektim. Benden sonra her kim kral olur ve Hattuşa’yı yeniden iskân ederse gökyüzünün (Fırtına Tanrısı’nın) laneti üzerinde olsun.” Bugün Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde yer alan bir kamanın üzerine çivi yazısı ile yazılmış bu yazı, bize; bin yıl Anadolu’da hüküm sürecek bir imparatorluğun da ilk izini gösterecektir.
Anitta aslında Sümerce gümüş anlamına gelen Asurlu tüccarların gümüş aldığı Hattuşa’nın zengin bir kent olduğunu düşünerek kenti ele geçirir. Ama, kent beklediği gibi zengin çıkmaz ve kenti yerle bir ederek Kayseri Kültepe’deki Kaniş’e doğru ilerler, burayı alır ve kurulacak olan Hititlerin ilk kenti yapar. Daha sonra Anitta’nın soyundan gelen torunu Hitit hanedanlığının ilk resmi kralı I. Hattuşili, Boğazköy’deki yerleşime saldırarak lanetleyen Anitta’dan yaklaşık yüzyıl sonra, MÖ 1650’lı yıllarda Hattuşa’yı olumlu stratejik konumu nedeniyle başkent yapar ve kendine Hattuşalı anlamına gelen Hattuşili ismini verir. Bu Anitta’dan yüzyıl sonra devletin ilk resmi kuruluşunu da gösterir. Çünkü, Hititler ilk kez Kültepe’de karşılaştıkları yazıyı I. Hattuşili zamanında kullanmaya ve her şeyi yazıya aktarmaya başlarlar. Anal olarak bilinen kral yıllıkları ile, yaptıkları her şeyin hesabını tanrılara verilmesi gerektiğini düşünen Hitit Kralları, tarihin en önemli pişmiş toprak arşivinin de oluşmasını sağlar. Krallar ve kraliçeler yaptıkları her dini ritüeli, savaşı ve işleri yazıcılar aracılığı ile bu pişmiş topraklara yazılmasını sağlarlar. Kısa sürede Hattuşa’da pişmiş toprak analların saklandığı kütüphaneler oluşur ve çevirmenler çevresindeki diğer uygarlıklara ait dillerden de dinsel içerikli birçok metni de çevirerek Hitit dinsel kültürünün gelişmesini sağlarlar.
“Bin tanrılı halk”
Hittiler, çevrelerinde yaşayan diğer uygarlıkların tanrılarını, törenlerini, adetlerini ve kültürlerini öğrenip benimsemek ve onları kendi tanrıları olarak görmek konusunda çok meraklıdırlar. Çevrelerindeki tüm diğer halkların tanrılarını kendi tanrıları listesine ekleyip onların adına hem törenler hem de kabartmalar yaptırmışlardır. Özellikle Yazılıkaya gibi doğal bir alanın tapınağa çevrilmesi ile Hitit tanrılarının törensel amaç için kaya üzerine işlenmesini sağlamıştır. Hitit inanışındaki tanrıları görebildiğimiz bu açık hava tapınağında yer alan kabartma betimlerinde bir nevi de kralın tanrılarla buluşması ve bütünleşmesi betimlenmiştir. Yazılıkaya, büyük tapınak ve farklı ebatlarda yapılmış çok sayıda tapınak, kendilerini “Bin tanrılı halk” olarak adlandıran Hititlerin başkentine, Hattuşa’da kutsal bir anlam yüklemiştir.
Günümüzde görülebilen ve büyük çoğunluğu Büyük Kral IV. Tudhaliya dönemine ait olan kalıntılar arasında tapınaklar, kraliyet konutları ve surlar bulunmaktadır. Hitit İmparatorluğu ilerleyen zamanlarda neredeyse tüm Anadolu’yu ve Ortadoğu’yu kontrol eden bir güce ulaşmış ve MÖ 13. yüzyılda çağın diğer süper gücü Mısır Firavunları ile karşı karşıya gelmişlerdir. İlk başta yapılan savaşlar iki taraf içinde sonuç alıcı olmayınca aralarındaki ilişki dostluk ilişkisi olarak devam etmiştir. Tarihin ilk yazılı anlaşması olan Kadeş Anlaşması Mısır Firavunu II. Ramses ile Hitit Kralı III. Hattuşili arasında imzalanmış, uygarlık tarihinin en önemli yazılı anlaşmasıdır. MÖ 13. yüzyılın sonlarına doğru yine kıta Avrupa’dan Anadolu’ya ve doğuya doğru başlayan Demir Çağı göç dalgası karşısında zayıflayan merkezi yönetim kısa süre sonra çökecek ve Hitit İmparatorluğu dağılacaktır. Hitit İmparatorluğu’nun dağılması ile özellikle güney Anadolu ve Suriye tarafında birçok Geç Hitit devletleri kurulacak ve uzun süre varlıklarını sürdürecektir. Hattuşa ören yeri ve buradan çıkan pişmiş toprak tabletler 1986 yılında UNESCO Dünya Miras Listesi’nde yer alarak insanlığın korunmaya değer yerleri arasında yer almıştır. Çorum Boğazköy’de yer alan Hattuşa Anadolu’nun ilk imparatorluğunun kurulduğu yerleşim olarak ziyaretçilerini bekliyor.