Dünya’da bienalin hayata geçirildiği ilk yer olma unvanına sahip olan Venedik, başlı başına bir sanat şehri aslında. Tarihi dokusu, kanalları, sarayları, kiliseleri, galerileri ve festivalleriyle büyüleyici ve daimi bir bienal mekanı adeta. Bu yıl 58.si düzenlenen Venedik Bienali’nin kavramsal çerçevesi olan “May You Live In Interesting Times” (Tuhaf Zamanlarda Yaşayasın), zamanın ruhuna gönderme yapıyor. Küratörlüğünü Londra’daki Hayward Gallery’nin direktörlüğünü yürüten Ralp Ruggof’un üstlendiği bienalin kavramsal çerçevesi olan bu söz, eski bir Çin bedduasına dayanıyor. Bienalin ana mekanları ise bu yıl da Arsenale ve Giardini. Bienal temel olarak üç ana kısımdan oluşuyor: “May You Live In Interesting Times “ isimli ana sergi, Ralph Rugoff tarafından Giardini bahçelerinde ve Arsenale’nin tersane bölümünde bulunuyor. 80’den fazla sanatçının yer aldığı sergideki seçki kadın -erkek eşitliğini konu ediniyor. İkinci bölümde ise katılımcı ülkeler tarafından inşa edilen 90 pavyon bulunuyor. Yine Arsenale ve Giardini de bulunan bu pavyonlarda her ülke seçtiği bir veya birkaç sanatçının özel sunumlarıyla işlerine yer veriyor. Üçüncü bölümde bienalle eş zamanlı, Venedik’in dört bir yanında gerçekleşen paralel etkinlikler var. Bu bölümde 21 bağımsız sanatçı ve kurumlar tarafından düzenlenen sergi, etkinlik ve sunumlar karşımıza çıkıyor. Bu yıl benim Venedik Bienali’ne ikinci gelişim. Mayıs ayında daha çok paralel ve bağımsız sergi ile etkinlikleri görmüş, bienal süresince en çok ses getiren Litvanya Pavyonu’nu gezme şansım olmuştu. Lorenzo Quinn’in Arsenale’deki atölyesi ve Eski Tersane’deki “Köprüler Kurmak” heykelini, Fondaco Dei Tedeschi’de Fornasetti’yi, Pallazzo Bembo’daki “Personel Structures” sergilerini ve Peggy Guggenheim Müzesi’ni o zaman gezmiştim. Bu sefer, “En İyi Ulusal Katılımcı” kategorisindeki “Golden Lion” ödülünü kazanan Litvanya Pavyonu’na önündeki kuyruktan dolayı tekrar giremedim. Cumartesileri canlı performanslar düzenleniyor burada. Ekim ayı bizlere Venedik’te bol güneşli ve harika bir dört gün sundu, biz de bienalin ve Venedik’in tadını doyasıya çıkardık. Venedik’teki “Sanatla Randevu”muzda bize çok değerli danışmanlarımızdan Marcus Graf ve Venedik’te yaşayan sanat tarihçisi Serap Mumcu Geronazzo eşlik etti. Ben de değerli hocalarımın izinde, size kısaca kendi izlenimlerimden bahsedeceğim.
Venedik Bienali’nin en dikkat çeken pavyonları
Gördüğüm kadarıyla bu yıl bienal hem kültürler arası çeşitliliğe, farklılıklara, hiyerarşiye ve göçlerin yarattığı krizlere, hem kültürel yıkıntı estetiğine hem de ekolojik sistemin gittikçe vahimleşen meselelerine odaklanıyor. Pavyonlara geçmeden önce Mayıs ayında atölyesini gezme şansını bulduğum, Arsenale’nin eski tersanesinde “Köprüler Kurmak” adıyla altı dev eli birleştiren heykeliyle Lorenzo Quinn’den bahsetmeliyim. Heykel, iklim değişikliğiyle savaşmak için birlikte çalışmamız gerektiğini belirten politik liderlere hatırlatma olarak yükselen bir dev reçine elyafı. Her bir çift el insan değerlerinden birini temsil etmek için tasarlanmış Quinn tarafından; dostluk, bilgelik, yardım, umut, inanç ve sevgiyi temsil ediyorlar. 58. Venedik Bienali’nde yer alan Türkiyeli sanatçılar kimler peki? Bienal’in ana sergisine Türkiye’den davet edilen tek isim Halil Altındere. Bundan önce sanat dünyasının başka bir yüksek profil etkinliği olan Documanta’ya katılan ve modern sanatın dünya merkezlerinden MoMA’nın daimi koleksiyonunda eserleri sergilenen Altındere, bu yılki Venedik Bienali’ne “Neverland” isimli enstalasyonuyla katıldı. Altındere, gerçek boyuttaki pavyonlarla aynı ölçüde kurduğu geçici pavyonla Venedik Bienali’nin sergi mimarisindeki “ulusal pavyon” kavramını sorguluyor. Önden bakıldığında geleneksel pavyon mimarisinin aynısı olan “Neverland”in yan ve arka yüzündeki metal sahnesi farklılıklara kapı açıyor. “Neverland”; temsil edilmeyen ve marijinalize edilen insanları, azınlıkları, istenmeyenleri, göçmen ve mülteciler ile iltica isteyenleri temsil ediyor.
Türkiye Pavyonu
Venedik Bienali’nin Türkiye Pavyonu’nda bu yıl, Zeynep Öz küratörlüğünde İnci Eviner’i izledik. Arsenale’deki “Biz Başka Yerde” Eviner’in insanın mekanla kurduğu ilişkiyi konu alıyor. Pavyonu bir sahneye dönüştüren Eviner, video teknolojisi ve resim geleneğini sanatıyla buluşturarak bizlere farklı bir algı deneyimi sunuyor.
Litvanya Pavyonu
Bu yıl Venedik Bienali’nde “En İyi Ulusal Katılımcı” kategorisindeki “Golden Lion” ödülünün sahibi Litvanya Pavyonu. İklim değişikliği konulu bir operanın kapalı plaj kurulumu içerisinde sunuluşuyla kazandı bu ödülü. Pavyon, etraflarında her şey çürürken güneşin altında boş boş oturup arya söyleyen insanları sergiliyor. Solo şarkılar ve grup koroları arasında değişen bilinç akışı liberettoları; şiirsel, tuhaf ve komik. Operanın son bölümündeki apokaliptik etki ise insanlık için ekolojik felaket uyarısı adeta.
Ferzan Özpetek’in Venedik’i
Ve Ferzan Özpetek’in kendi Venedik’ini anlattığı “Venetika”sından söz etmek istiyorum biraz. Venedik Pavyonu’da yer alan “Venetika”ya sekizer kişilik gruplarla girip suların içinden, uzun bir kanaldan geçerek ulaştığımız Ferzan Özpetek’in video işi, kelimenin tam anlamıyla olağanüstü. Venedik Pavyonu, Ferzan’ın Venedik’ini Sezen Aksu’nun sesi ve müziğiyle anlatmış. Ben çok ama çok etkilendim. Kapıdaki kuyruğun inanılmaz uzun olmasına rağmen üstelik. Fornasetti sergisi, bienale paralel sergilerden biri. Rialto Köprüsü yanındaki “La Regola del Sogno” sergisi, Fondaco dei Tedeschi’de. Çok neşeli ve hoş bir sergi. Foundation’ın sahibi olduğu mekan ise müthiş bir Palazzo. Günümüzde şık bir alışveriş merkezi. Bir de Palazzo Grassi var tabii. Geçtiğimiz bienalde Damien Hirst’ün muazzam heykel, enstalasyon ve video işlerini sergilemiş ve çok ilgi görmüştü. Palazzo Grassi, 18. yüzyılda Grassi ailesi için Venedik klasik mimari tarzında inşa edilmiş olan mermer iç tasarımıyla benzersiz bir saray. Bu yılki sergi, bir öncekinin gölgesinde kalmıştı. Güçlü bir sanatçının işleri sergileniyordu ama bir Damien Hirst değildi. Bienali paralel sergilerinden bir diğeri ise San Marco’nun en önemli kiliselerinden biri olan Santa Maria Della Pieta Kilisesi’nde sanatseverlerle buluşan Bosna’lı sanatçının insanlık dramı sergisi. Bu sergiyi gündüz gezdik ve akşamında aynı kilisede müthiş bir Vivaldi Konseri izledik bizi ağlatan tablolar eşliğinde. Admira ve Bosko’nun imkansız aşk hikayesini ve acı sonlarını anlatan sergi çok etkileyiciydi. Son olarak, biraz da Peggy Guggenheim Müzesi’nden söz etmek istiyorum. Peggy Guggenheim Koleksiyon’u Venedik’in belki de en ünlü sanat sergisi. Bu serginin yer aldığı bina, Guggenheim tarafından 1949 yılında satın alınmış, sonra da içindeki koleksiyon İçin birçok sanatçıyla çalışılmış. Neredeyse tüm sanat akımlarını yansıtan 200 kadar eserin bulunduğu koleksiyonda Picasso’nun “Şair”, Constantin Brancusi’nin “Uzaydaki Kuş”, Marino Marini’nin “Angelo della Citta” gibi ünlü çalışmaları var. Peggy Guggenheim hayatı boyunca Venedik’i çok sevmiş ve bu sarayda yaşamış, vefatında da isteği doğrultusunda bahçeye defnedilmiş.