Okul hayatında çok başarısız bir çocuktum. Derslere ilgim çok azdı. 0,1,2 gibi iddia kuponu benzeri bir karnem vardı. Nedendir bilinmez coğrafya derslerim hep beşti. Şöyle söyleyebilirim, resim konusundaki yeteneğimi orta okul resim öğretmenim keşfetmiş ancak hiçbir resim dersine malzemeleri tam götürmediğim için beni üç ile mezun etmişti. Yani paldır küldür bir eğitim hayatım oldu. Lise son sınıfta annem kenara çekip ÖSS sınavına üç ay kala, "Ya güzel sanatlara gidersin ya da polislik veya askerliğe yöneleceksin" dediği anda güzel sanatlar kursuna yazıldım. Yani annem olmasa sanata da çok yönelmezdim.
"Organik" serisi aslında çok önceleri başlayıp yarım bıraktığım bir seriydi. 2009-2013 arası, şu anda devam ettiğim serilerimin oluşum yıllarıydı. İnsan biyolojisini, bedenini melankoliyi, soyut eğilimleri kendime odak noktası olarak belirledim. Rengi tüpten çıktığı gibi saf kullanırım. Kullandığım yardımcı malzeme, 'jel medium' renklerin transparanlığını artırıyor ve renklerin üst üste binmeleri sayesinde oluşan espas ilişkisi, bütün işlerimde ana yapıdır. "Organik" serisine dönecek olursak bunlar biyolojik mikroskop görüntüleri üzerinden gidiyorlar. Pandemi ile beraber her gün televizyonda Covid 19 görüntüleri görmeye başlayınca tekrardan bu seriye dönmeye karar verdim. Hatta ilk çalışmam Covid 19 resmi oldu. O sıkıntılı dönemde bir rahatlama verdi bana. Ben de seriyi saf renkler üzerinden tekrardan ele aldım.
Tabii. Evde biyoloji ve farmakoloji kitapları fazlasıyla vardı. Bir şekilde bu kitapları inceledim ve oradaki görsellerden oldukça etkilendim. Ama dediğim gibi biyoloji dersinde de oldukça başarısızdım. Sanıyorum hayatımı yazı ve ezber üzerine değil; görsel algı üzerine kurmuştum. Ezberim hala çok kötüdür. Tiyatro mesleğini icra edenlere hayranım bu konuda.
2010'da İstanbul'a taşınmak ciddi bir kırılmaydı. Üniversiteyi de İzmir'de okuduğum için 28 yaşına kadar aile evinde yaşadım. Biraz geç bir kopuş oldu benim için. 2013 yılında yaşanan Gezi Olayları ikinci bir kırılmadır benim hayatımda. "Nefs" serime o dönem başlamıştım. Ondan tam bir yıl önce de "Melankoli" serisine başlamıştım. O süreçte İzmir sayfiyelerine yerleştim. Önce Urla sonra Seferihisar. İçime kapanıp resim yaptığım yıllar. Çok fazla arkadaşım yoktur. Sakin bir sayfiyede şehirden uzak yaşamak... Bilmiyorum belki de erken bir inziva hayatına soktu Gezi Olayları beni. Ama pandemi her şeyi değiştirdi. Altüst etti. İnsanlar şehirlerden kaçarken ben İstanbul'a geri döndüm. Ertelediğim şeyleri yapabilmek adına bir dönüştü bu.
Aslında neyi neden yaptığımı ben de daha tam olarak bilmiyorum. Bildiğim tek şey ruhsal kaygılarımı, mutluluklarımı resim yolu ile aktardığım. Kendi kendinle kavga etmek yerine tuvalle ediyorsun aslında. Sonra o kavgayı birisi beğeniyor. Böyle çok gönül bağı kurduğum insanlar olmuştur. Aslında konuşmak yerine resimlerle beni tanıyorlar.
İşleri ile anılmak her sanatçı için önceliktir elbette. Ben de aslında bu resimlerle hayatımın belli dönemlerini özetleyerek bir nevi günlükler bırakıyorum. Dünyayı tekrardan keşfetmiyoruz. Yani yapılmayan şey kalmadı diye bunu söylemiyorum. Sadece kendi izimizi sürüyoruz. İnsan hep varoluşunu sorgulamıştır. "Nerden geldik? Nasıl geldik? Ve nereye gidiyoruz?" Ben bunu düşünmüyorum. Sadece dış dünya ile ilişkimi resim üzerinden kurmaya çalışıyorum. Şanslı bir azınlığım diyebilirim. İnsanların hobi olarak yaptığı şey, sizin hayatınızın sonuna kadar götüreceğiniz mesleğiniz.
"Nefs,"Melankoli", "Organik" gibi birçok serimi harmanladığım "Katarsis" isimli bir seriye yoğunlaştım. Oldukça sert işler. Estetik kaygısını hiç hissetmediğim tamamen kendi arınmama yoğunlaştığım bir seri. Elbette diğer serilerime de devam ediyorum. Ama özellikle gün ışığı ve karanlık ışıkta farklı etkiler gösteren bir seriye yöneldim diyebilirim.
Çok güzel bağlar kurduğum, çok özel insanlar tanıdım. Bazı resimler vardır yerini bekler. Ben buna inanırım. 10 yıl boyunca kimsenin ilgilenmediği bende olan bir resim olması gerektiği yere gitmiştir. Bunun gibi çok şey yaşadım. Ama tanışmaya çok hevesli değilimdir. Eğer koleksiyoner tanışmak istese ben tanışırım.
Evlilik gibi bir şeydir bu. Bu yüzden ayrılıklar da genelde mutlu sonla bitmez. İşin hiçbir zaman marketing kısmında olmak istemedim. Sanatçılık nasıl kendi içinde bir profesyonellikse onun satışını yapmak, doğru koleksiyona sokmak ve piyasasını kontrol etmek de bence galerinin işidir. Farklı düşünenler de vardır elbette. Ama her sene yüzlerce sanatçı mezun oluyorsa akademiden. Aynı sayıya yakın olmasa da sanat yönetimi okuyan insanlar da mezun oluyor. Uluslararası alanda Türkiye sanat alanında başarılı olacaksa bu profesyonellikle olur diye düşünüyorum.
Zeid, Nejad Devrim... Muazzam bir aile. Sanatçı ve edebiyatçı yetiştirmiş bir aile. İkisini de çok severim. Ve hak ettikleri kadar duyulmadan bu dünyadan ayrıldılar diye düşünüyorum. Aynı şey Mübin Orhon için de geçerli. İlhan Koman ise hem bir mühendis hem bir sanatçıydı bana göre.
"Melankoli" serisinin ilk işidir. Küçük bir tuvalde değil; 220x150 cm gibi çok büyük boyutta yapmıştım. Büyük cesaret. Sonucun ne olacağını bilmeden başlamıştım. Çok fazla işim var aslında. Hep ilkler unutulmazdır ama.
Kendi kendisi ile oyalanan birisi diyebiliriz. Dışarda ne yapıldığı ile ilgilenmeyen biriyim. Bazen bu ilgisizlik beni korkutmuyor değil. Acaba yaşlanınca nasıl birisi olacağım diye düşünüyorum. 39 yaşındayım ve her yaşın kendi içinde bir dönemi olduğunu yeni yeni hissediyorum. Eskiler haklıymış. Her yaş kendi içinde bir ruhsal değişikliği barındırıyor. Eskiden çok bohemdim. Şimdilerde daha saatli ve basit yaşamaya yöneldim.