Kendine özgü üslubu ile Doğu sanatı ile Batı resminin öğelerini birleştiren Türkiye'nin önemli ressamlarından biri olan Abidin Elderoğlu 1901 yılında Denizli'de doğdu. İlk ve orta öğrenimini Denizli de tamamlayan ardından Denizli Lisesi'ni bitiren Elderoğlu, 1924 yılında İstanbul'a gelerek İstanbul Öğretmen Okulu'na başladı. Bu yıllarda Çemberlitaş Ruhi Arel ve İbrahim Çallı Atölyeleri'nde resim eğitim alan Elderoğlu, 1930 yılında Türk Maarif Cemiyeti'nden aldığı burs ile Paris'e giderek Academie Julian'da resim eğitimi aldı. Elderoğlu, bu akademiden mezun olduktan sonra 1932 yılına kadar Andre Lhote Atölyesi'nde çalıştı.1932 yılında Türkiye'ye dönen sanatçı bu yıllarda İzmir Öğretmen Okulu'na resim öğretmeni olarak atandı. Hem öğretmenlik yapan hem sanatsal faaliyetlerine devam eden sanatçı, ulusal ve uluslararası kişisel sergiler gerçekleştirdi ve karma sergilere katıldı.
1949 yılında sanatçı, Pratik Perspektif Altın Bölüm Oran Harmonisi kitapçıklarını ve Sanat Tarihi Notlarını çoğalttı. 1954 yılında emekli olarak Ankara’ya yerleşen Elderoğlu, sanatsal faaliyetlerine ağırlık vererek, Uzak Doğu resminde yer alan çizgi becerisi ve yüzey zenginliğini esas alan soyut resimler yapmaya başladı. 1961 yılında resimlerini ilk kez yurtdışında Madrid'de sergileyen sanatçı daha sonrasında 1965’te Venedik'te kişisel sergisini açtı. Elderoğlu, 1963 yılında gerçekleştirilen São Paolo Bienalinde Şeref Ödülü’ne, 1966 yılında gerçekleştirilen Tahran Bienali’nde İmparatorluk Büyük Ödülü’ne, 1975 yılında Devlet Resim ve Heykel Sergisi Başarı Ödülü’ne layık görüldü. 1967 Milano'da Fondazione Pagani Modern Sanatlar Müzesi'nde tablolarına özel bir duvar ayrılan sanatçının eserleri ayrıca bu müzede katalog haline getirildi. Birçok başarıya imza atan ve ardında birden çok eser bırakan sanatçı, 12 Şubat 1974’te Ankara’da vefat etti.
Abidin Elderoğlu’nun Sanat Görüşü
Abidin Elderoğlu'nun 1932-1942 yılları arasında büyük boyutlu simgesel nitelikli tablolar ile klasik denebilecek peyzaj ve natürmortları içeren üretimler gerçekleştirmiştir. Sanatçı bu dönemde doğaya bağlı renkçi bir anlayışa sahiptir. Fransa'da eğitim gördüğü sırada Elderoğlu, kübist yönelişleri ile Lhote estetiğini benimseyerek resimler yapar. Daha sonra Barok kıvrımları anımsatan bir biçim anlayışına yönelen ressam, 1940’lı yıllardan itibaren ise renk lekelerinin egemen olduğu figüratif soyutlamalar gerçekleştirmiştir. Elderoğlu, 1950'lerden sonra çizgiyi kaligrafik bir kompozisyon düzeni içine yerleştirerek eski Türk yazısından esinlenen eserler üretir. Sanatçının bu üretimleri, çağdaş Türk resmindeki soyut eğilimleri geliştirmeye yöneliktir.Kaligrafik çizgilerden hareketle bir soyutlama anlayışını benimseyen düşsel biçimler oluşturan sanatçı, doğadaki biçimleri soyut olarak resmederek, geleneksel hat sanatına gönderme yapan eserler üretir. Doğu sanatı ile Batı resminin öğelerini birleştiren sanatçı, gelenekle çağdaş yorumun başarılı birleşimini gerçekleştiren özgün sanatçılardan biri olmuştur.
Elderoğlu’nun Sanat Manifestosu
Resim çalışmalarının yanı sıra Türk resmiyle ilgili çeşitli makaleler de yazan Elderoğlu, ölümünden bir yıl önce Benim Sanatım başlıklı manifestoyu yayınlamıştır. Bu manifesto hem Elderoğlu’nun sanat çalışmalarını günümüze aktarması hem de modern resim anlayışına getirdiği özgün yaklaşımı anlatması bakımından önemlidir. Elderoğlu manifestoda sanatı için şu ifadeleri kullanmıştır:
“Benim sanatım, resim sanatının soyutluğunu sağlamak amacıyla, müzikteki seslerin, işlevlerine göre uyumlanmasına koşut olarak renk, biçim, açık-koyu ve yarım koyuluk gibi plastik öğelerin etkinliklerine dayatılmış ve böylece oluşmuştur. Resimlerim neden ve konu aramaya kapılmadan gözle dinlemek içindir. Sorun, konudan sıyrılmak, konusuz plastik bir müzikalite sağlamaktır. Amaç bir kaos yaratmaktır. Buysa, eşyayı bu yolda uygulamak, örgütlemek, onlara bir görev vermek ya da bu görevlere uygun etkin plastik elemanlar yetiştirmektir. Günümüze kadar, konu ile oluşmuş ve gelişmiş bir sanat dünyası bulunuyordu ve biz onlara hayranlığımızı beslemişsek de bu duygusal değer salt konuya dayanmış değildir. Konu, gerçek sanat duygusunu ve anlayışını zayıf düşürüyor. Sanatın kendine özgü saf duygusallığı özgür kalamıyor. Gövdenin ağırlığı daha yükseklere uçmaya engel oluyor. Ben bunu böyle gördüm ve öyle anladığım için bu yolda çabalamayı inançla sürdürdüm. Güzellik ve sanat duygusunun arı ve özgün anlamı doğadan, insan varlığından ve ruhsal yasalardan kaynaklanmaktadır. Konudan sıyrılarak soyut bir sonuca varmak için de bu temelden ayrılmak mümkün değildir. Doğadan ve ruhsal yasalardan bilinçaltında beslenerek gelen niteliklerin kuramlarla bilinçli olarak yansıtılabilmesi yaşadığım çılgın sanat dünyasında açıklığa kavuşmuştur. Bugün sanatçı her öğeden yararlanıp yepyeni bir kaos yaratabilir. Yeter ki kuramlar iyi kavranabilsin, yol iyi seçilsin. Sanatım, Uzakdoğu’ya kadar uzanan Asya sanatının teknik ve becerisi temeline oturmaktadır. Fırça vuruşumda ise Avrupa sanatının canlılık, kıvraklık, duygululuk ve zenginliğinden esinlendim”.