Mustafa Taviloğlu dendi mi, aklımıza öncelikle yıllardır hayatımızda olan markasıyla başarılı bir iş insanı gelir; bir de madalyonun öteki yüzü vardır: 50 yılı aşkın süredir biriktirdiği sanat eserleriyle Türk sanat dünyasına ayna tutan koleksiyoner kimliği. Taviloğlu bugünlerde, geniş sanat koleksiyonunu, İstanbul'un yedi ayrı noktasında sanatseverlerle buluşturmanın mutluluğunu yaşıyor. İş hayatında başarının ipuçlarından, sanat koleksiyonuna tüm yönleriyle Taviloğlu'nun keyifli sohbetiyle sizi baş başa bırakıyoruz.
Köklü markanız Mudo dışında sizin iki tutkunuz var: Biri denizcilik, balıkçılık; diğeri sanat ve koleksiyonerlik. 52 yıl boyunca biriktirdiğiniz eserlerden oluşan "Taviloğlu Koleksiyonu: Bir Koleksiyoner Hikayesi" sergisiyle çok geniş kitlelere ulaştınız. Sergi 120 bin izleyiciyle buluştu ve gördüğü yoğun ilgi nedeniyle 30 Mart'a kadar uzatıldı. Bu konuda neler hissediyorsunuz?
Koleksiyonumda bulunan bütün eserleri, birini bile dışarıda bırakmadan sergilemek benim hayalimdi. O kadar parça eser yedi farklı mekânda tabii ilk başta çok korktum, nasıl olacak, nasıl yapacağız diye. Ama güzel bir ekiple çok da güzel oldu. Çok mutluyum, onca insana ulaşmak çok gurur verici. Heyecanım hala daha sürüyor...
Yıllar önce sanata, koleksiyonerliğe ilgi duymanızda eşiniz Lüset Hanım'ın rolünü ve etkisini dile getiriyorsunuz röportajlarınızda. Gençlik yıllarınıza uzanan bu hikayeyi paylaşmak ister misiniz? Neden sanat?
Ben daha mutaassıp bir aileden geliyorum. Bizim ailede böyle bir kültür yoktu. Ama eşimin ailesinde vardı. Bugüne kadar gördüğüm Şevket Dağ'ın en güzel resimlerinden biri eşimin ailesinin evinde asılıydı. Eşimin teyzesinin eşi Paris'teki naif galerilerden biri olan Galeri Mona Lisa'nın sahibiydi. Paris'te galerilerin önünde kuyruklar olurdu. Bizde o dönem poster modası vardı. Duvarlar boş, köhne. Ben hep bizde ne yok, ne olmamış diye bakarım. Tabii eşimin etkisi ve katkısı büyük. Tüm bunlar bende bir bütün oldu ve sanata merakım o yıllarda başladı.
Türkiye'nin önemli ve ilk koleksiyonerlerinden biri olarak o gençlik yıllarınızda, Türkiye'deki sanat camiası, galeriler, koleksiyonerler ve sanatçıların durumu nasıldı? Genç kuşakları o yıllara götürmek açısından bir kıyaslama yapabilir misiniz?
Benim ilk resim almaya başladığım 1970'li yıllarla şimdi arasında uçurum var diyebilirim. O dönem bir sanat piyasasının varlığından bile söz edilemezdi. Koleksiyoner bir elin parmağını geçmezdi. Galeri desen Yahşi Baraz vardı, Aydın Cumalı'nın galerisi ve Rabia Çapa'nın Maçka Sanat Galerisi vardı. Herkes birbirini tanırdı. Sanatçı ve galericilerle dostluk ilişkisi kurmuştuk. O yıllarda her şey daha kısıtlıydı tabii. Şimdi bakıyorum fuarlarımız, müzelerimiz var. Sanata ilgi ciddi bir oranda arttı. Bu çok güzel. Base, Mamut gibi genç sanatçıları destekleyen platformlar var. Hem sanatçıyı hem de koleksiyoneri var eden bir sanat piyasası var bugün.
1970'li yıllarda başlayan bu yolculukta biriktirdiğiniz 900 sanatçının 2500'e yakın eserini İstanbul'un yedi ayrı noktasında, yedi bölümlü seyirlik bir film gibi izleyiciyle buluşturuyorsunuz. Basın toplantınızda "Bu sergi tıpkı iskambil kağıtlarından yapılmış bir kule gibi, birini çekerseniz hepsi yıkılır" dediniz. Bu filmin bütünlüğünü mü kastediyorsunuz?
Evet, tam olarak bunu kastediyorum. Birçok kişi eserlerin tamamını sergileme fikrime karşı çıkmış ve seçki yapmamı önermişti. Bense birini bile dışarıda bırakmanın doğru olmayacağı kanısındaydım. Hala daha aynı fikirdeyim. Birini bile dışarıda bırakmak koleksiyonun tamamına haksızlık olurdu. Bu sebeple tüm ziyaretçilerimize yedi mekânın tamamını gezmelerini öneriyorum. Sadece birini gezip karar vermesinler. Hikâye, tamamı gezilince ortaya çıkıyor.
Yıllarca topladığınız eserler şu anda İstanbul'un dört bir yanında sergileniyor, Türkiye'den ve dünyadan modern ve çağdaş sanatın gelişmesini yansıtan bir bienal gibi. Peki ya sizin evinizin, teknenizin duvarında hep duran, vazgeçemediğiniz eserler hangileri?
Açıkçası her biri benim için vazgeçilmez. Birini ön plana çıkartmaktan korkarım. Hepsinin bir hikâyesi, bir anlamı var benim için. Ama sorunuza cevap verecek olursam, teknemde Bedri Rahmi'nin Mavi Gezi Balığı hep oradadır. Oradaki yeri de ayrıca güzeldi. Kimi eserler kimi duvarları çok sever. Bu da tam olarak öyle diyebilirim.
"Taviloğlu Koleksiyonu: Bir Koleksiyoner Hikayesi" sergisi yurt içinde yoğun ilgiyle karşılandı. Sergiye yabancıların ilgisi nasıl? Koleksiyonunuzda yabancı eserler de hayli yoğunlukta. Koleksiyonerlere yabancı eser alımında neler öğütlersiniz?
Hep söylerim koleksiyonla ilgili en büyük iki hatamdan biri yabancı resme geç bakmaktı. Ben çok geç baktım yurt dışına. Son 15 yıldır alıyorum yabancı sanatçı. Gençlerin de mutlaka dünyaya açılmalarını tavsiye ederim. Bugün her şey ellerinin altında. Artık ulaşılmaz diye bir şey yok bugünün dünyasında. Yurt dışına, dünyanın her yerindeki sanata mutlaka bakmalarını tavsiye ederim. Bol bol müze ve sergi gezsinler.
Siz yatırım amaçlı eser almayan, tutkuyla, heyecanla bu işe kendini vermiş bir iş insanısınız. Eser alırken hislerinizle mi hareket edersiniz, danışmana ihtiyaç duyar mısınız? Bir belgeselde galericiler, sizin için, "sanat eğitimli bir gözü var" diyorlar. Ne dersiniz? Yeni koleksiyonerlere ne öğütlersiniz?
Bugüne kadar hiç sanat danışmanı ile çalışmadım. Koleksiyona başladığım ilk yıllarda Yahşi Baraz'ın çok katkısı oldu tabii. Ama hep kendi sezgilerime ve gözüme güvenerek alımlar yaptım. Piyasa değeri artacak mı, meşhur bir sanatçı mı gibi konularla ilgilenmedim. Ben galerici olamazdım, ressam olamazdım ama hep bu işin içinde olmak istedim, gözüme güvendim ve koleksiyonerlik yolculuğu başladı. Hep söylerim okumam yazmam yoktur ama gözüm vardır diye. Gözüme güvenirim.
Çok isteyip de alamadığınız veya yüksek fiyatlar ödediğiniz eserler var mı? Örneğin, koleksiyonunuzdaki Fahrünnisa Zeid tablosuna sahip olmak zor oldu mu? "Şakir Paşa Ailesi" dizisiyle daha da ilgi çeken bu tablonun hikayesinden bahsedebilir misiniz?
Tabii, tonlarca oldu. Hatta bir söz duydum, "Ne bulduysa aldı" demişler. Maalesef ne bulduysam alamadım. Alamadığım yüzlerce iş olmuştur. Geç kaldığımdan ya da fiyatından alamamışımdır. Mesela bir saat geç gitseydim Osman Hamdi'nin eserini alamayacaktım. Bunun gibi geç kaldığım, erişemediğim, kısmet olmayan çok iş var. Refik Anadol'u çok önceden biliyordum. Mezuniyetinde tanıdım. Sonra takip edemedim, niyet ettiğim zaman da bir hayli yükselmişti. Fahrünnisa Zeid'ler tesadüf etti, görür görmez aldım. Aldığım hiçbir eserde zorluk yok, alamadıklarımda var.
Yarım asrı aşkın süredir eser biriktiren bir koleksiyoner olarak, sanat dünyasında Burhan Uygur, Mehmet Güleryüz, Komet gibi Türk resminin ustalarıyla uzun yıllara dayanan dostluklarınız var. Bu dostluklardan hafızanızda kalan ilginç anılar var mı?
Allah rahmet eylesin hepsi çok yakın arkadaşım, dostumdu. Hepsiyle çok güzel anılarımız var tabii... Tüm bu anıları Bir Koleksiyoner Hikayesi belgeselinde anlattım. Belgeseli sergi mekânlarımızda gelip izlesinler. Yakında YouTube kanalımızda yayınlayacağız, oradan da ulaşabilecekler. Buradan da duyurusunu yapmış olayım.
Günümüz çağdaş sanatında düşünsel bir mesaj verme kaygısı taşıyan yeni tarz çalışmalara nasıl bakıyorsunuz? Örneğin New York'taki bir müzayedede Maurizio Cattelan'ın sanat eseri olarak duvara yapıştırdığı muza 6.2 milyon dolar ödendi. Şov etkisi yaratan "Comedian" adlı bu eserle, Cattelan'ın sanatsal kaygısı sizce neydi?
Bu durum pazarlamanın ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Yani sadece aldığınız eser değil, onun arkasındaki olgu da çok önemli. Ona sahip olma olgusu. Esas mesele konuşturmaktı. Ve bu da son senelerde en çok konuşulan iş oldu. Alan kişinin "o konuşulan iş bende" demesi bile kâfi. Aslında muzu almıyor, o atmosfere sahip olmuş oluyor.
Siz hep yeni şeyler söylemek isteyen birisiniz. Neden yeni bir şey? Mudo'nun temellerini attığınızda da yenilikleriniz dikkat çekti. Bu konuda genç kuşak girişimcilere ne söylemek istersiniz?
Sene içinde her şeyi iki kere değiştirmezsek satamazdık. Muhakkak farklı bir şey getirmek mecburiyetindeydik. Belki oradan kalmış bir alışkanlıktır. Bir de ben Mevlana'yı çok severim. O kadar güzel bir sözü var ki ,"Düne dair ne varsa dünde kaldı cancağızım. Bugün yeni bir gün, yeni şeyler söylemek lazım" der. Yeni bir şey söylediğiniz zaman daha farkındalığı oluyor. Bu biraz öğrenme arzusundan da geliyor. Yani yeni bir şey söylemek için yeni bir şey öğrenmek lazım. Benim en önemli tarafım, bilmediğimi biliyorum. Her gün bir şey öğrenip kendime katkım olsun istiyorum. Yeni bir şey söylemek de bunun eşdeğeri gibi geliyor bana.
Koleksiyonerlik yolculuğunuzda da bir ilki başardınız. Türkiye'de ilk kez bu kadar geniş kapsamlı, eş zamanlı bir sergiyi izleyiciyle buluşturuyorsunuz. Sergiyi öğrencilere de açıyorsunuz. 30 Mart'tan sonra bu koleksiyonun kalıcı olması için bir projeniz var mı?
Tabii, bu serginin amacı oydu, koleksiyonun kalıcı olmasını sağlamak için yaptık. En büyük arzum, bu yarım asırlık serüvenin devam etmesi. Türkiye'ye yeni bir sanat ortamı kazandırmayı ve bu birikimi daha çok kişiyle paylaşmayı hedefliyoruz.
Hayat yolculuğunda daima benimsediğiniz doğrularınız, başarı ilkeleriniz neler? Ailenizden aldığınız, benimsediğiniz ve çocuklarınıza da aşıladığınız değerler hangileri?
Bilmediğini bileceksin, mucize olmadığını bileceksin. Hiçbir şey kendiliğinden oluşmuyor. En önemli şey çalışmak, çalışmak ve çalışmak. Hüsnü Özyeğin'in dediği gibi...
Fotoğraflar: Ertan Demirbilek
Prodüksiyon: Soner Gömleksiz