Sahnede bir hikâye anlatmanın büyüsüne çocuk yaşta kapılan Ekin Bernay, kendini keşfetme yolculuğuna devam ederek besleniyor. Londra'daki Victoria & Albert Müzesi ve Tate Modern'deki performanslarıyla övgü toplayan, dans alanındaki üretimlerinin yanı sıra terapist olarak da hareketin iyileştirici gücüyle birçok insana dokunan Bernay ile Çukurcuma'da güzel bir kış gününde bir araya geldik. Louis Vuitton tasarımlarıyla objektifimize poz veren Ekin Bernay, hareketin gücünü gözler önüne seren pozlarıyla kendine hayran bırakırken hayallerine ortak etti bizi.
Tabii ki hatırlıyorum, değerli öğretmenlerim Ömür Uyanık ve Tunç Özşakar sayesinde bir solo yapmıştım. Yaklaşık 10 yaşındaydım. İlk defa bedenimi insan yerine bir kedi gibi kullanma şansım olmuştu. Tek başıma sahnede olup bir hikaye anlatmak çok büyülü gelmişti.
Aslında yıllar içerisinde kazanılmış bir savaş oldu benim için. Konservatuvarlı değilim, normal bir lisede okudum ve bunu bir meslek olarak kabul ettirmem zorlu bir yolculuktu. Üniversitede iletişim tasarımı okuduktan sonra tasarım yönetimi master'ı yaparak aslında bu hayalime inanmaktansa öğretilmiş hayallerin peşinden gidiyordum. O eğitimleri alırken de çok klasik bir meslek seçimi yapmamıştım, yaratıcı bir şey yapmak istediğimi biliyordum ve o yönde ilerliyordum ama yine de gerçekten ilk hayalimin gerçek olabileceğini düşünmemiştim. Bana bu yolu önermeyenlerin haksız olduklarını ispatlamam da uzun bir yolculuk gerektirdi. Dürüst olmam gerekirse korkular beni yavaşlattı. Bir de arayışım hiç bitmiyor, o yüzden tam olarak ne istediğimi bulmam çok zaman aldı. Çok deneme yanılma yaptım ama içimdeki yaratma arzusu beni hiç bırakmadı. Bugün de benim mesleğim dans diyemem, daha sınırsız düşünmeye çalışıyorum yaratımla ilgili. Beni belki de en geniş anlamda tanımlayan şey sanatçı olduğum.
Aldığım her eğitim bana farklı bir bakış açısı kazandırdı. Birbirinden farklı alanları deneyimlerken hep olması gereken yön için bir şeyler biriktiriyormuşum onu gördüm. Hala tamamen bütünleştiremedim hepsinin zaman içerisinde evrileceği başka bir yer var, hepsinin bir anlamı var. Mesela üniversitede ağırlıklı olarak film üzerine yoğunlaşmıştık ve kameranın arkasını o şekilde bilmek daha sonra önünde yer aldığımda da beni çok boyutlu bir farkındalığa götürdü aslında. Moda üzerine yüksek lisans yaparken o kadar çok defile izledim ki yutmaya çalıştım bütün o bilgiyi. Daha sonra ben de defile yaparım bilincinde düşünmesem de uzakta bir fikir olarak vardı ama bunu bu yüzden yapıyorum gibi bir nokta atışı değil bahsettiğim. Sadece hep çekildiğim şeyler benzerdi ve nerede olursam olayım nereye gidersem gideyim hep hareketin peşinden gittiğimi fark ettim.
Tabii ki çok değişti yani ben dansla başladım sonra dans terapisine ve performans sanatına genişledi alanım. O yüzden hareketle başlasam da hareketsizliğin içindeki anlama evrildi sanıyorum. Bir de artık yaptığım iş yansıma ile ilgili değil, içeriden dışarıya ve diğer boyutlardan bu boyuta ne gelmesi gerekiyor onunla ilgileniyorum.
Üretim süreçleri üzerine çalıştığım işe göre çok değişiyor. Benim sanat alanındaki üretimden en öz üretimden bahsediyorsak o çok uzun zamanlara yayılabiliyor. Bir fikrin pişmesi seneler bile alabiliyor ya da bazen çok ani bir şimşek gibi görsel geliyor ve aniden sana yükleniyor. Fikir geldikten sonra bile tamamlayamıyorum, bir süre zihnimde şekil değiştiriyor sonra araştırmaya başlıyorum ve bunun derinliğine iniyorum. Konu üzerine bambaşka kitaplar, farklı materyaller ve çokça video, bir de her şeye o gözlükten bakmaya başlamak... Bazen çözmeye çalışırken çok saçmalayabiliyorum ya da fikir çok yalınken onu bozabiliyorum, o yüzden amaca odaklı kalmak sanırım hep en güzel işlerimi çıkaran şey oldu. Bir de duvara bakma pratiğim var. Bir boşluğa bakmaktan bahsediyorum, bazen bu yatarak da olabiliyor ya da yolculuktayken de. Salonda koltukta oturup gerçekten duvarın bir köşesine bakmak da olabilir; zihnimde bir akış oluyor gibi orada çözüyorum çoğu zaman ne olması gerektiğini. Performans işlerini ise çoğu zaman, neredeyse her zaman ben Performistanbul'la birlikte ürettim. Performistanbul kurucusu Simge Burhanoğlu ile bazı fikirleri test edebiliyoruz, o benim için bir şekillendirici olabiliyor. Koreografik bir işse hareket araştırma sürecinden bahsedebiliriz; çok sevdiğim dansçılar var onlarla stüdyoya giriyoruz ve az çok bir fikrim oluyor ne yapacağımla ilgili, fikirler ortaya atıyorum sonra onların bedenlerinden çıkması için onlara izin veriyorum. Onları izleyip sonra sanki bir kolaj yapar gibi o hareket heykelini yaratmaya çalışıyoruz.
İnan çoğu zaman hiçbir şey çünkü her zaman bu hazırlığı yapma lüksüm olmuyor. Bu konuda çok katı değilim; zaman geldiğinde o boyuta giriyorum bunu yapabilmemin sebebi belki 27 senedir bir şekilde hareket ediyor olmam ya da zaten özümün bu olması. Özetle bir hazırlık yapmıyorum çünkü bir tarafım hep hazır o anı bekliyor.
Performans, canlı sanat alanında yaptığım işler o kadar kişisel oluyor ki ayırt etmem mümkün değil. Hepsi ben ve hepsi içime ait.
Burada yine koreografik sahne işleriyle canlı sanat arasında bir ayrım yapmam lazım. Sahnede başka bir dil var ve kaygım karşıdakini memnun etmek değil. Yine orada da bir dürüstlük var ama canlı sanat alanında çalıştığında bir de izleyiciyi katılımcı olarak bir pozisyona koyuyorsan ciddi bir alan tutmak gerekiyor. Bu hem çok yorucu hem de çok özel çünkü dans terapisi pratiğimde zamanında uygularken gördüğüm gibi insanların hiç gidemeyeceği yerlere gitmek için bir kapı aralamak, onlarla birlikte duygulanmak birlikte gülümsemek ve bazen "miş gibi" yapmak bile gerçekliğe daha yakın hissettiriyor. Kurduğumuz oyun bile yaşama karşı bir direniş çünkü olmayan bir sistem yaratıp bu sistem içerisinde yeni kurallarla ilişki kuruyoruz ve bu eşsiz bir şey. 37 yaşındayım ve insanlar benimle bir çocuk gibi bir odaya girmeye, oyunlar oynayıp bir yolculuk yapmaya gelebiliyor. Bazen sıra bekliyorlar ve karşıma oturuyorlar. Ne büyük bir şans!
Aslında artık çok radikal bir değişim olmuyor. Ben bu konuda daha da ileriye gitmek istiyorum. Uzun süredir daha belirgin bir dil arayışındayım, hala o şifreyi kıramadım. İzleyicinin farklı ülkelerde, farklı toplumlardaki duruşunun ve etkileşiminin işin canını değiştirebildiğini de eklemek isterim.
O kadar önemli ki bu. Eğer uyum sağlanmazsa iş o kadar çamura batıyor ki size anlatamam. İnsanlar arasındaki büyüyü yakalarsan en doğru yaratımı yapabiliyorsun. O yüzden herkes aynı aşkla bağlanırsa inanılmaz bir duygu.
Aslında dansı değil hareketi ve bedeni odağına alıyor yaptığım her iş ve hepsi birbirini son derece besliyor. Yine de o bahsettiğim dildeki gibi tamamen bir bütünlük yakaladığım zaman bunu inan bağıra bağıra söyleyeceğim. Çünkü parçalarım hala tamamen bütünleşmedi. Örneklendirmem gerekirse sürekli alan içerisindeki hareketi, yani koreografik düşünmeyi bana performans işlerim de düşündürüyor. Dans terapisi bana yargısız olmayı ve şefkati öğretti, o her iki alanı da birebir etkiliyor. Performans işleri ise bana sınırları yıkmayı öğretti. Dansın ve dans terapisinin çok belirgin sınırları var, canlı sanatta bu sınırlar yok özgürlük var, bu durum da beni hep özgür düşünceye yönlendiriyor.
Köklenmek, aileme ve buradaki sevdiklerime yakın olmak bana huzur verdi.
Şu sıralar ormanın sesi.
Son iki senedir klinik olarak çalışmıyorum ama öncesinde o kadar büyük dönüşümler ve paylaşımlar görme şansım oldu ki... Bu anlamda dansa, harekete, müziğe ve sanata inanıyorum. Aslında iyi gelen şey sanat.
Hareket yönetmeni olarak çokça sette bulunduğum, modanın içerisinde başka işlerde de çalıştığım ve hem kamera önü hem arkası deneyimlerim olduğu için çekimde anlamlı bir form çıkarmaya çalıştım. Umarım bir his geçebilmiştir. Biraz kendi konfor alanımın dışında bir deri giymiş gibi hissettim ama ben bunu giyen o kadın olsaydım nerelerden Ekin sızardı onu aradım, minik bir oyun gibi yaklaştım.
Hepsi kimliği bütünleyen unsurlar aslında. Üzerimize giydiklerimizin son derece anlamlı olduğuna inanıyorum. Ben aslında çoğu zaman daha kimliksiz ve alan kaplayan, hareket etmeme alan açan silüetler tercih ediyorum. Yine de işin bir parçası olarak bazen bir kıyafet tasarlıyorum. Mesela Victoria &Albert Müzesi'ndeki performansta çok dar bir korse gibi olan yedi metre bir eteğim vardı ama bu eteğin kuyruğu öne doğru uzundu ve geri geri yürümem gerekiyordu. Bu mesela başka türlü anlatamayacağım bir şeydi, o yüzden gücü yüksek. O eteği arkadaşım Florence King'le birlikte ürettik. Benim yansımam ancak onu tasarladığımda tam göründü.
Bu sene bir solo iki tane de grup işi çıkarmaya çalışıyorum. Daha önce bahsettiğim dili aramaya devam ediyorum, büyük bir ifade peşindeyim. O yüzden şu aralar yaratım sürecindeyim diyebilirim.
Sanırım en büyük hayalim alanımda bir kırılma noktası yaratmak
Röportaj: Ayça BARUT TANMANFotoğraflar: Fırat KOÇAK
Styling: Hakan ÖZTÜRK
Saç: Batuhan SANCAR
Makyaj: Ece BİRSEN
Prodüksiyon: Yasemin TÜRK YEŞİLKIR
Video: Kaan KARAASLAN
Fotoğraf asistanı: Çağdaş SEZGİN
Styling asistanı: Fırat GENÇDOĞAN
Full Look: Louis Vuitton
Mekân için Salon Cuma'ya teşekkür ederiz.