Saffet Emre Tonguç ile Galata'da tarihle iç içe olan Ecole St. Pierre Hotel'de bir araya geldik. Hayatın bitmeyen bir keşif olduğunu söyleyen Tonguç'la birkaç dakika geçirdikten sonra işine olan tutkusunun ne kadar derin olduğunu anlıyorsunuz. Yeni kitabı "İstanbul'un 100 Mücevheri" ile başladığımız sohbetimizde şehrin güzelliklerinin yanı sıra bugüne kadar gezdirdiği ünlü isimlerle yaşadığı ilginç anları, yeni projelerini ve çok daha fazlasını konuştuk.
Uzun yıllara dayanan birikiminizi yeni bir kitaba daha taşıdınız. "İstanbul'un 100 Mücevheri"nin hikayesini sizden dinleyebilir miyiz?
2019 yılında iletişim danışmanım Zeynep Şahin Tutuk ve fotoğrafçı Halit Bilen ile hazırladığımız "Kanatlarımda İstanbul" o kadar sevildi ki bir koleksiyon kitabı olarak ulaşılması güç bir baskıya ulaştı. Hemen ardından İngilizce "Istanbul A Bird's Eye View" raflardaki yerini aldı. Kitabın Almancası "Berflügelndes Istanbul"u da yeni bölümler ekleyerek, güncellenen görselleriyle hazırladık. Bunun üzerine yeniden bir kitap yapmaya karar verdik. Üç farklı bakış açısından süzülen bir İstanbul kitabı çıktı ortaya. Tıpkı İstanbul gibi bu kitap da farklı kuşakların, farklı mesleklerin, farklı birikimlerin sonucu. Bu kitabı hazırlarken çok yorulduk ama çok da keyif aldık. Halit Bilen'in yeni fotoğraflarıyla her seferinde yeniden şaşırdık bu şehrin güzelliğine. Umarım okuyucular da kitabı ellerine aldıklarında bizimle aynı heyecanı paylaşırlar. Kitabı 19 Mayıs'la 29 Mayıs arası bir tarihte çıkararak bu eşsiz şehri bize miras bırakanlara bir saygı selamı yollamak istedik. Cumhuriyet'imizin 100. yılına yaklaşırken fetihle armağan edilen, Kurtuluş Savaşı ile işgalden kurtulan İstanbul'un 100 nadide eserini anlatmak için daha güzel bir zaman düşünülemezdi. Kitapta yer alan eserlerin çoğu aslında tanıdık gelecek size. Ama bizim amacımız hiç görmediğiniz açılardan görsellerle süslenmiş bir İstanbul masalı yazmaktı. İstanbul gerçekten çok özel ve kutsanmış bir şehir. Öyle bir tarih, öyle bir kültür harmanı var ki bu şehirde, her adımda büyüleniyorsunuz. İstanbul tek boyutlu bir şehir değil. Onu ilginç kılan da bu! Bu sebeple kitapta önceliğimiz en klasikler oldu. 1. tepeden başlayarak Tarihi Yarımada boyunca en ikonik yapıları seçtik. Sonra kültürel katmanları en güzel gördüğümüz Haliç çevresine dikkat çekmek istedik. Galata, Beyoğlu, Taksim derken Boğaz'ın birbirinden güzel köyleri ve parklarını, şehrin en güzel nefes alma duraklarını seçerek bu 100 mücevheri bir araya getirdik.
Kitaptaki fotoğraflar da oldukça etkileyici. Hazırlık sürecine dair neler söylemek istersiniz?
Halit Bilen'le, Instagram'daki @bildrone hesabı sayesinde yollarımız kesişti ve fotoğraflarına hayran oldum. Öyle farklı açılar keşfedip öyle büyülü anlarda çekiyor ki fotoğrafları, 30 yıldan fazla bir süredir profesyonel olarak bu şehri anlatmaya adamış beni bile şaşırtıyor. Sanki İstanbul'u ilk kez görüyormuşum hissine kapılıyorum bazen. Uzun uzun onun kadrajından yansıyan şehri seyrederken buluyorum kendimi. Daha çok insan seyretsin, İstanbul aşıklarına armağan olsun istediğim için Halit'e "Hadi" dedim; o da heyecanla kabul etti. İlk günden son güne dek de aynı tutkuyla uğraş verdi. Kitabı hazırlarken seçim yapmak gerçekten en zorlandığımız kısım oldu. Çünkü bu şehirden değil 100 mücevher 1000 mücevher yazsak yine az kalır. Drone ile çekilmiş fotoğraflar kullandığımız için maalesef iç mekanları daha özel olan yapıları, örneğin sarnıçları kitaba dahil edemedik. Ama Kırk Çeşme Su Sistemi'ni temsilen Bozdoğan Kemeri'ni aldık kitaba.
Seçim yapmak zor olsa da İstanbul'da her gördüğünüzde sizi en çok etkileyen üç yeri bizimle paylaşır mısınız?
Bir hazine sandığı gibi İstanbul. Üç imparatorluğa başkentlik yapmış, Asya ile Avrupa'nın kavuşmak isteyen iki sevgili gibi birbirilerine uzandıkları büyülü bir yer. Çocukluğumun geçtiği ve İstanbul aşkımın kalbimde filizlenmeye başladığı Kandilli'yi en etkilendiklerim listesinde ilk sıraya koymam gerek. 1974'te Kandilli'ye taşındık. Rum bir doktora ait olağanüstü manzaralı eski konak yıkılmış; bol daireli, sıradan bir apartman inşa edilmişti. Arkada ise 4,5 dönümlük bir koru vardı. 70'ler Boğaz'ın çoğu yerinin betona teslim olmaya başladığı yıllar... Kandilli'nin tek şansı iki sarayın koruları arasındaki vadiye yayılması. Hala da Boğaz'ın en yeşil semtlerinden. Belki ben biraz avantajlıydım, sakin bir Boğaz köyünde görece romantik bir çocukluk geçirebildiğim için. Ne mutlu ki, İstanbul beni en güzel yüzlerinden biriyle karşılamış. Bu coğrafyada Boğaz için "İstanbul'u İstanbul yapan en büyük güzellik" desek yeridir. Yalılardan önce de güzelmiş Boğaz. İnsanları kendine mıknatıs gibi çeken etkisi her zaman aynıymış. İmparator Konstantin, Boğaz'a vurulup Roma İmparatorluğu'nun yeni başkenti olarak İstanbul'u seçmiş. Bizanslılar vaktiyle "dünyanın kolyesi" demiş bu muhteşem su yoluna. Güzelliğinin yanı sıra en çok da stratejik konumu nedeniyle İstanbul Boğazı'na yüzyıllardır hazine gözüyle bakılmış. Bugün kıyılarını büyük bir kısmı 19 yüzyılda yapılan birbirinden güzel yalılar süslüyor. Boğaz'da 366 tane birinci, ikinci ve üçüncü derece tarihi eser niteliği taşıyan yalı var. Tarihi niteliği olmayan yalıları da ekleyince sayı 600'e çıkıyor. Yalılar için kullanılan en güzel tanım "Boğaz'ın inci taneleri." Sanki paha biçilemez bir kolyeyi tamamlar gibi her bir parça. Sanırım üçüncü sıraya da Tarihi Yarımada'yı koyacağım. Çok klasiktir ama İstanbul'un kalbidir Sultanahmet Meydanı ve çevresi. Tarih boyunca da böyle olmuştur. Dünyadaki en eski mabetlerden biri olan Ayasofya, Bizans sarayları ve Osmanlı Sultanları'na yüzyıllarca ev olan Topkapı, pek kimsenin dikkatini çekmese de tüm antik Roma yollarının başlangıcı kabul edilen Million Taşı, şehrin her dönem buluşma merkezi olan Hipodrom veya şimdiki adıyla Sultanahmet Meydanı... Bütün hikayeler buradan başlıyor. 1. tepe aslında şehrin ufak bir özeti gibi. O sebeple her ziyaret ettiğimde olan bütün değişimlere rağmen özünü hatırlayarak adımlarım meydanı ve saygılarımı sunarım geçmişin ruhlarına.
İstanbul'u daha önce hiç ziyaret etmemiş birine nasıl anlatırsınız?
Benim görevim, görünenin ötesindeki tarihi ve hikayeyi insanlara anlatmak. Bu sebeple bana söylenmesinden en mutlu olduğum ve kendime çok yakıştırdığım tanımlardan biri, hikaye anlatıcısı. Kimileri tarihi bu kadar hikayeleştirerek anlatmaya karşıdır ama ben insanları itmek yerine çekmek taraftarıyım. Tarihi o kadar çok kişiye bu hikayeler sayesinde sevdirdiğimi gördüm ki... Evet içi boşaltılmış sadece hikayelere indirgenmiş bir tarih anlatısını benim de desteklemem mümkün değil. Ama olayları kavramak, kavratmak ve tarihi insanların ilgisini çekecek bir alan haline getirmek, o herkesin kaçtığı "sıkıcılık" kılıfından kurtarmak için hikayelerden yardım alabiliriz; neden almayalım? Bu sebeple İstanbul'un hikayelerinden başlarım anlatmaya. Nasıl bir çocuğun hayal gücü beslenir masallardan ve gelecekteki hayatı da şekillenmeye başlar böylece, ben de bu şehrin efsanelerle karışık hikayelerini anlatırım. Onların da kalbine bir sevgi tohumu ekebilmek için. Mutlaka önce şehrin kalbinden, Tarihi Yarımada'dan başlarım. Çünkü bence orası sıfır noktası. Görüp de o aşka düşmemek mümkün değil zaten. Eğer ki dünyanın bambaşka bir yerinde yapıyorsak bu sohbeti eminim ki ilk fırsatta yollarını düşürürler bu güzel şehre.
Sizin için İstanbul'da ideal bir günün tanımı nedir?
Çoğu zaman şehir dışında olduğumdan benim için ideal İstanbul günü, aslında evimde vakit geçirmek. Ben yaşadığım evlerde şehirden kopuk olmayı sevemedim. O sebeple İstanbul evde geçirdiğim vakitlerin de bir parçası oldu hep. Onun dışında, mevsimine göre, çok sevdiğim ve sakince vakit geçirebildiğim; daha çok doğa ile temas halinde olduğum yerleri seviyorum. Evime görece yakın olan Atatürk Kent Ormanı, Atatürk Arboretumu, Emirgan Korusu ve sakuralar açtığında Japon Bahçesi benim kafa dinleme mekanlarım. Yarım saatlik bir yürüyüşle bile şarj olmuş hissediyorum kendimi. İstanbul'u tanımak isteyenlere de birkaç önerim var. Sultanahmet Meydanı ve çevresinden sonra çok keyif aldığım bir başka İstanbul klasiği, Pierre Loti'de keyifle bir kahve yudumlamak. Oryantalist Fransız yazarın çok sevdiği ve günümüzde adını taşıyan kafede siz ağaçların altında serinlerken Haliç altın bir boynuz gibi uzanır önünüzde. İstanbul'a bir tepeden bakmanın keyfini yaşarsınız. Buraya gelirken mutlaka Eyüp Mezarlığı'nın içinden geçen yoldan yürüyerek gelirim kafeye. Mezarlığın dinginliği içinde yavaş yavaş tepeyi tırmanıp bu nostaljik mekanın havasına hazırlayın kendinizi. Kozmopolit günlerinden kalan ibadethaneleri, kırmızı bir kale gibi yükselen Fener Rum Lisesi, antikacıları, hoş kafeleri ve orijinal butikleriyle Fener ve Balat'ın sokaklarında kaybolmak ise başka bir seçenek. Geçmişin izlerini sürerken mimari ve sosyolojik değişimleri fark etmek sizi şaşkına çevirebilir. Taksim'den başlayıp Tünel'e kadar İstiklal Caddesi boyunca yürümek İstanbul'un karşı tarafını anlatacak size. Karşı taraf derken Tarihi Yarımada merkez olduğu için eski adıyla Pera karşı sayılır. Her daim popüler olan bu semt tarih boyunca kozmopolit yapısıyla tanınmış. Hala da kucaklayan ve birleştiren özünü detaylarda hissetmek mümkün. Caddenin üzerindeki insan kalabalığının ötesinde o eski binalar, pasajlar ve nostaljik tramvayı ile geçmişin izlerini günümüze taşıyor. Boğaz'da yürüyüş için en güzel rotalardan biri kesinlikle Arnavutköy ile Rumeli Hisarı arasındaki sahil şeridi. Benim de her fırsatta yürümek için tercih ettiğim bu yolda Boğaz'ın hem havasını hem de muhteşem manzarasını içinize çekmek bence büyük keyif. Yol üzerinde Bebek veya Rumeli Hisarı'ndaki kafelerde bir çay molası vermeyi ihmal etmeyin. İstanbul'un hemen yakınındaki Prens Adaları da şehirden kaçmak isteyenlerin ilk aklına gelen adreslerdendir. Her biri ayrı güzel ve keyifli benim için. Büyükada'da bir bisiklet kiralayıp Çankaya Caddesi boyunca 19. ve 20. yüzyıllarda yapılmış, çoğu bakımlı bahçelerde yer alan evlerin önünden geçerek Dilburnu'na varmak, Aya Yorgi Kilisesi'ne tırmanırken dilek tutmak kadar, daha sakin seçenekler olarak Heybeliada ve Burgazada'nın sokaklarında kaybolmak size İstanbul'da olduğunuzu unutturacak. Daha çok klasik var ama son bir tane daha eklemem gerekirse o da Kadıköy Çarşı'da gezmek ve Moda Burnu'na yürümek olur. Bu sefer Anadolu yakasından bakarsınız hem Tarihi Yarımada'ya hem de Pera'ya. İskele Caddesi'nden Haydarpaşa selamlar sizi. Yeldeğirmeni denize açılan sokaklarında sürprizler saklar.
İstanbul'da düzenlediğiniz turlar çok ilgi çekiyor. Sonbaharda yeni turlar var mı?
Bu sonbaharda 25 Eylül itibarıyla Boğaz turlarına başlıyorum. İlgilenenler bütün detaylarına @saffetemretonguc Instagram hesabımdan ulaşabilirler. Ayrıca sürpriz mekanlarda düzenleyeceğimiz gece turlarım da olacak.
Bugüne kadar birçok ünlüyü gezdirdiniz. En ilginç anınız nedir?
100'e yakın yabancı ünlü ve etkin isme İstanbul'u gezdirdim. Ortak özellikleri inanılmaz mütevazı olmaları. Talk show kraliçesi Oprah Winfrey gezdirdiğim en ünlü insanlardan bir tanesiydi ve beni karakteriyle çok etkiledi. 2009 yılında Türkiye'ye geldi. Ve o kadar yüce gönüllüydü ki yanında çalışan 300 kişiyi de aileleri ile birlikte tatile çıkarmıştı. Toplamda 1800 kişi bir gemiye bindiler. Barselona'dan yola çıktık, İstanbul'a kadar geldik. Çırağan Sarayı'nda bir konuşma yaptı Oprah Winfrey. "Belki merak ediyorsunuz neden bu seyahati yaptığımızı." diye başladı söze. "Ben çok fakir bir aileden geldim ve çok geç yaşta ilk kez çikolatanın tadına baktım. Tadı o kadar hoşuma gitti ki bir daha çikolata yeme şansım olursa, bunu kuzenimle paylaşacağım dedim. Çünkü hayat paylaşınca güzel. Ben de bu yolculuğu sizlerle paylaşmak istedim." dedi. Sonra şöyle devam etti: "Sakın bana teşekkür mektupları yazmayın çünkü o mektupları okuyacak zamanım yok. Ama eğer bu gezi sizleri mutlu ettiyse bu mutluluk yüzünüze gülümseme olarak yansısın. Bu bana en büyük teşekkür olur." Robert Redford'la Kapalıçarşı'ya gittik, adamın koluna yapıştılar, fotoğraf çektirmeye çalışan, yanağını yanağına dayayan, dükkanına çekmek isteyen. Karısı bana, "Kocam işte bu yüzden klostrofobik." dedi. Buna rağmen hiç sesini çıkarmadan herkesle fotoğraf çektirdi, ukalalık yapmadı. Biri geldi; "Are you Robert Redford?" (Robert Redford musunuz?) diye sordu, o da, "Yes, I was" (Evet, bir zamanlar oydum) dedi. Beynime kurşun gibi saplandı bu sözü. Film yıldızı Candice Bergen'ı gezdiriyordum, büyük ilgi vardı; "New York'ta nasıl dolaşıyorsun?" diye sordum, "Ben öyle meşhur biri değilim ki problem olmuyor." dedi. Ünlü modacı Eli Tahari o kadar mütevazı, halkla ilişkiler müdürü o kadar havalıydı ki ben saatlerce havalı olana anlattım durdum sonra tesadüfen gerçeği öğrenince ağzım açık kaldı. Madeleine Albright'a halka kapalı olduğu bir salı günü Topkapı Sarayı'nı gezdiriyordum. Birden karşımızda Kanuni kılığında, tahtın üstünde ama elinde Blackberry'siyle Halit Ergenç belirdi. "Muhteşem Yüzyıl" çekiliyormuş. Kadın dondu kaldı, çok komik bir kareydi.
Bodrum'dan yeni döndünüz. Bodrum'daki vazgeçilmez adresleriniz hangileri?
Mammadrau Restaurant, METT Hotel'deki Folie, Yalıkavak Marina, Bird Cage 33 Hotel, Pasanda Panaroma, Eleos, Sal Beach, Turgutreis'teki Marea Restaurant, Casa Nonna, Gibi Bodrum, Memedof, Yula, Müdavim, Bağarası, Vamos ve Ginger Gümüşlük ilk aklıma gelenler.
"İlk fırsatta görmeliyim." dediğiniz yer neresi?
Butan! Birleşmiş Milletler'in listesinde 193 ülke var, 141'ine gittim. Butan henüz gidemediğim ve merak ettiğim ülkelerin en başında geliyor.
İstanbul'dan başka nerede yaşamak isterdiniz?
San Francisco, Sidney, Barselona, Cape Town, Hong Kong, Stockholm, St. Petersburg, Buenos Aires, Şanghay ve Rio İstanbul'dan sonra en sevdiğim şehirler. Aslında bu şehirleri sevme nedenimi düşününce hepsinde İstanbul'dan bir şeyler bulduğumu fark ettim. Ben içinden su geçen şehirleri seviyorum, suyun bir şehre verdiği canlılık bambaşka bir hava veriyor. Yine de itiraf ediyorum, nereye gidersem gideyim en mutlu anım İstanbul'a döndüğüm an. Bunu gizemli muzip sevgiliye geri dönüş gibi de düşünebilirsiniz.
Yeni sezona dair sürprizleriniz var mı?
Yeni düzende sahne dijital dünyada. O sebeple Instagram sayfam ve YouTube kanalım üzerinden düzenli olarak içerik üretmeye ve takipçilerimle etkileşimde kalmaya özen gösteriyorum. Ayrıca web sayfam saffetemretonguc.com'da çok detaylı bir şekilde bütün bu paylaşımlarıma ulaşabiliyorsunuz. Şimdi geldiğim nokta ise yeni bir dönüm noktası diyebiliriz çünkü Saffet Emre Tonguç (SET) uygulaması ile bütün birikimimi tek bir platformda toparlıyorum. 35 yıl boyunca biriktirdiğim ne varsa artık bir tuşla elinizin altında olacak. Bu kadar yılın ardından hala her seyahatimde beni şaşırtan birbirinden şahane oteller, dünya standardının üstünde lezzetler sunan restoranlar keşfediyorum. İstiyorum ki takipçilerimiz de benimle birlikte bu keşif yolculuğuna ortak olsun. Bunu yaparken de gittiği yerin tarihi güzelliklerine, müzelerine, plajlarına, en iyi kafelerine kolayca ulaşsın. Bulunduğu yerin hikayesini aynı uygulama üstünden benim kalemimden okusun. Orada bir TV programı çektiysem, gitmeden izleyebilsin. Zamanla yarıştığımız dijital çağda, tüm ihtiyacı olan bilgilere deneyim süzgecinden geçmiş olarak bir arada ulaşabilsin. Bu uygulama aslında bütün yaptığım işlerin bir araya gelmesi gibi. Artık elinizdeki telefondan gittiğiniz yerlerdeki her türlü önerilerime, 2004 yılından beri yazdığım yazılarıma, YouTube kanalıma ve SET TV üzerinden hem "Paha Biçilemez İstanbul" hem de "Ayrıcalıklı Rotalar" programlarıma tek tuşla ulaşılabiliyor. Uygulama ayrıca tesislere direkt online ve aracısız rezervasyon imkanı da sağlıyor. Sınırsız ve güncel bilgiye en kolay yoldan ulaşabilmek adına kullanıcılar uygulamayı App Store veya Google Play üzerinden ücretsiz indirebiliyorlar. Tabii ki kitap yazmaya devam edeceğim. Ben bir Balık burcuyum ve içimde uslanmaz bir romantik yaşıyor. Hatta gezi kitaplarımdan farklı olarak anılarımı kaleme aldığım bir kitap projem var; adı da "Ofisim Dünya Sokakları." Aslında bir vakıf veya okul kurarak gelecek nesillerle daha temas halinde olabileceğim bir şeyler de yapmak var gönlümde. Eğitimci geçmişiyle sevgili Serda (Büyükkoyuncu) da bana destek olacaktır böyle bir projede. Ama o zamana kadar, dijital dünyanın yanı sıra içimdeki uslanmaz romantiğin peşinde yeni kitaplar yazmaya devam edeceğim.
En iyi seyahat arkadaşınız kim?
Ben seyahat etmeyi fiziksel bir yolculuk olarak yer değiştirmekten öte bizi kendimize getiren yeni bir yol olarak görüyorum. Hayat bitmeyecek bir keşif yolculuğu. "Ben oldum, tamamdır." diyebilecek insan var mıdır bilmiyorum. Varsa çok iddialı. Ben o "olabilmeye doğru yol alma hali" için seviyorum gezmeyi. Göbeklitepe'deki mistik ve masalsı atmosferi hissettiğimde, Dubai'de her şeyin nasıl "en fazla" olabileceğine şahit olduğumda, Alaçatı'daki eski Rum evlerinin arasında gezinirken, Safranbolu'daki Osmanlı konaklarının duvarlarına dokunurken, dünyanın çatısı Machu Picchu'ya gittiğimde veya dünyanın bir ucunda Patagonya'yı keşfetmek için yola koyulduğumda, hep başka bir Saffet olarak döndüm. Öğrendiğim, fark ettiğim, hayat heybeme kattığım yeni yeni duygular, insanlar, fikirler ve kararlar ruhumun bir parçası oldu bu yolların sonunda... Hayatta "Keşke"leri hiç sevmem ama mesleğim benim hayatımdaki en büyük "İyi ki'lerin başında. Sanırım bu sebeple en çok kendimle yol almayı, keşifler yapmayı seviyorum. Kendimden sonra da en çok bir arada seyahat ettiğim ve bundan çok keyif aldığım kişi Serda. Eski arkadaşız ama profesyonel olarak yollarımız Piri projesiyle kesişti. Yaptığım 41 farklı turu elektronik ortama taşımamızla Piri Türkiye'nin ilk online sesli yürüyüş uygulaması oldu. İlk İstanbul rehberini düzenledik. Daha sonra Piri uygulamasının yurt dışı şehirlerinin metinlerini beraber yazdık. 2017'de Best Men Production adlı şirketi kurduk. Yurt dışı turları düzenliyor, TV programları için içerik üretiyoruz. İkimiz de uslanmaz seyyahlarız ve birlikte üretmeyi çok seviyoruz.
Fotoğraflar: Ertan Demirbilek
Mekan için Ecole St. Pierre Hotel'e teşekkür ederiz.