Zeynep Fadıllıoğlu Sussex Üniversitesi’nde bilgisayar ve ardından Control Data Institute’ta bilgisayar programcılığı ve sistem analistliği eğitimi aldı; ama biz onu yurt içinde ve yurt dışında önemli tasarımlara imza atmış ödülü bir tasarımcı olarak tanıyoruz. Zeynep Fadıllıoğlu, babasının “sanatsız cilan eksik kalır” sözü üzerine Londra Inchbald School of Design’da sanat tarihi ve tasarım dersleri aldı ve sonrasında içindeki tasarımcı ruhunu dışa vurarak çok önemli projeleri gerçekleştirdi. Zeynep Hanım’ın başarılarından biri de, Şakirin Camii. Zeynep Fadıllıoğlu, İbrahim ve Semiha Şakir’in anısına yaptırılan Şakirin Camii’nin iç tasarımını yaparak dünyadaki ilk kadın cami tasarımcısı oldu. Zeynep Fadıllıoğlu’na başarının yollarını sorduk; iş ve özel yaşamının bilinmeyen yönleri üzerine söyleşi yaptık.
Tasarıma aileden gelen bir ilgiyle mi yöneldiniz, kendinizden bahseder misiniz?
İstanbul doğumluyum. Yeniköy’de Garabet Balyan’ın tasarlayıp inşa ettiği bir yalıda büyüdüm. Dedelerimden biri pamukçu Salih Bosna, diğeri ipek fabrikatörü Rıfat Pekiş’tir. Tekstile ilgimde dedelerimin payı büyüktür. Çocukluğum sanata ve tasarıma çok önem verilen bir aile ortamında geçti. Dedem Rifat Pekis aynı zamanda önemli bir antika koleksiyoncusuydu. Çocukluğumda mücevher tasarlardım. 15 – 16 yaşımda çağdaş sanat eserleri toplamaya başladım. Beni, sanat tarihi ve tasarım eğitimi almaya iten de babam olmuştur. Control Data Institute’da Sistem Analistliği ve Bilgisayar Programcılığı’nı bitirdikten sonra babamın bana “Sanatsız cilan eksik kalır, bu alanda da eğitim alman lazım” demesiyle ve biraz da annemin sıkı disiplininden kaçmak amacıyla Inchbald School of Design’da sanat tarihi ve tasarım üzerine eğitimime devam ettim. Her zaman ilgim olan tasarım alanında profesyonel çalışma hayatım, eşim Metin’in işletmeleri ile başlamış oldu. Bu işletmelerin tasarımlarını ve inşaatlarını gerçekleştirdim. Şamdan, Plaza, Ulus 29, Çubuklu 29, Vaniköy 29, Büyükdere 29 bunlardan bazılarıdır. Döneminin en önde gelen gece kulübü Taksim Nightpark’ta tasarım danışmanlığı yaptım. 1995 yılında ise Zeynep Fadıllıoğlu Design’ı kurdum. Her zaman hayatımın içinde olan tasarım, işim haline geldi.
Tasarıma olan merakınızı nasıl keşfettiniz?
Tasarım aile ortamının da katkısıyla her zaman hayatımın içindeydi. Ama Sanat Tarihi ve Tasarım okumam bir dönüm noktası oldu diyebilirim. Tüm dönemleri, detaylarını müzelerde tatbik ettiğimiz bir eğitim aldım burada. Tekstil ve mobilya üzerine de derslerimiz vardı. Victoria Albert Müzesi’nde mobilyalara bakarken bazı desenler, anneannemin elbiselerindeki tekstilleri hatırlattı bana. Tezimi halı üzerine verdim. Sotheby’s ve Christie’s’deki müzayedelerdeki Türk yün halılarını kendi ülkemde hiç görmemiştim. Yabancıların evlerinde kullandıkları bilhassa Türk yün halıları desenleri ve renkleriyle nefesimi kesiyorlardı. Hollandalı bir dostumuzun evine gittiğimdeyse İznik Çinileri ile karşılaştım. Benim için tüm bunlar, her ne kadar kendi öz kültürüme ait olsalar da, birer yenilikti aslında. Tarzıma da bu deneyimlerim yansıdı sanıyorum. Ama bunları tarzıma yansıtırken, çağdaş bir vurguyla hareket etmeye gayret ettim hep. Geçmişten gelen esintileri bir motifte, bir detayda kullandım, bazı tekstilleri yaşatmak için birçok yerlerde kullandım.
İlk tasarımızız neydi?
14 yaşında annemle Kapalıçarşı ve Bit Pazarı’nda bulduğum eski takıları rahmetli Arman Bey’e götürdüm ve kendi zevkime göre yeniden tasarlardım. Tabii o zamanlar tasarım yaptığımın farkında değildim. Ayrıca kendi kıyafetlerimi tasarlıyordum. Etrafım, yarattığım giyim tarzını her zaman beğenmezdi, ama ben başkalarının düşündüklerine göre hareket etmezdim.
Mekanları tasarlarken tarzınızı nasıl tanımlarsınız?
Müşterimin benden talepleri ve beğenilerini kendi üslubumla harmanlayarak, her defasında kişiye özel bir mekan yaratmaya çalışıyorum. İnsanın bile fazla olduğu, sadece formun çok ileri çıktığı ve tasarımcının, mekanda yaşayacak olan kişinin önüne geçtiği yapılardan ziyade, yaşanmışlık hissi veren, hayata kolaylık sağlayan, işlevselliği yüksek mekanlar yaratmayı tercih ediyorum.
Hangi mekanlarda tasarım yapıyorsunuz? Uluslararası projelere de imza atıyorsunuz, başarınızın sırrı nerede sizce?
Bugüne kadarki her projemde mükemmeli yakalamak için çalıştım. Ekibim ile birlikte 450’nin üzerinde proje tamamladık. Saraylardan dairelere, otellerden ofis ve mağazalara geniş bir yelpazede hizmet veriyoruz. Projelerimizin büyük çoğunluğunda tasarımın yanı sıra uygulamayı da gerçekleştiriyoruz. Zeynep Fadıllıoğlu Design olarak mobilya ve aksesuarlardan oluşan ürün koleksiyonumuzun yanısıra, tanınan markalara ürün tasarımı hizmeti de vermekteyiz. Sadece Türkiye değil uzun senelerdir Avrupa, Uzakdoğu, Ortadoğu Ülkeleri ve Amerika’da çalışıyor olmamız; farklı sosyoloji, psikoloji ve kültürlere duyduğumuz ilgi ve bunların birikimi, bu başarının sebebi diye düşünüyorum. Lojistiği ve planlamayı iyi yapıyoruz. Bütün ekibim çok çalışkan, çözüm üreten ve takım oyununda başarılı, işlerinden keyif alan insanlar. Farklı ülkelerden teklif gelmesinin sebebi ise; aynı zamanda yöre kültürüne saygımız ve kime servis vereceğimizin bilincinde olarak tasarımlarımızı geliştirmemiz. İşim benim için bir yaşam biçimi, keyif alarak yapıyorum. Bu sebeple de elimden geldiği kadar yoluma devam etmeyi dilerim.
Yurt dışında aldığınız önemli tasarım ödülleriniz var, bunlardan bahseder misiniz?
Ödüllerimi şöyle sıralayabilirim:
2002 yılında Andrew Martin – Uluslararası İç Mimar Ödülü
2005 yılında Design & Decoration Awards – Yılın Modern Tasarımcısı Ödülü
2010 yılında Ağa Khan Mimari Ödülü’ne aday gösterildik.
Tamamladığımız projeler, 18 senedir düzenli olarak tasarımın “kutsal kitabı” olarak adlandırılan Andrew Martin International Design Review kitabına seçiliyor.
Yaptığınız işin takdir görmesi tabii ki çok gurur verici.
Siz müşteriye özel tasarım yapıyorsunuz; biraz bundan bahseder misiniz?
2005 yılında İngiliz Endüstrisi tarafından “Yılın Modern Tasarımcısı” ödülünü “Boğaz’a Bakan Ev” isimli projemiz ile aldık. Oldukça yalın oluşuna rağmen evin sahibinin karakterini de yansıtan; halen modern fakat aynı zamanda klasik bir ev oldu. Bunu başarabilmek gerçekten zordur, çünkü modern olan genellikle devrin modasını yansıtır ve bu sebeple de bir zaman sonra démodé olur. Moda olan kıyafeti aldığınızda birkaç sene sonra atabilirsiniz, fakat yaşadığınız evde bunu yapamazsınız. Biz projelerimizde mutlaka evin sahibinin karakterini yansıtacak, zamansız tasarımlar yaparız. Yaşanılmışlık hissini veren, kullanıcının kendi zevkine göre eklemleyebileceği; steril olmayan mekanlar yaratmaya özen gösteriyoruz. Tasarımlarımızı yaparken müşterilerimizin beğeni ve talepleri önceliğimizdir. Tasarımlarımız müşterimizin istediği kadar modern, istediği kadar Osmanlı, istediği kadar yalın ve istediği kadar klasik olabilir. Örneğin, eş zamanlı projelerimizden Umman’daki 16. Louis tarzında; Ürdün’deki Fas renk ve dokularındayken, İstanbul’da ve Cenevre’de son derece modern ve yalın mekanlar tasarlıyoruz. Eğer tasarımcı olarak müşterinizin beğenisini göz önünde bulundurmazsanız, kendi zevkinizi tatmin ettiğiniz birbirinin tekrarı projeler üretirsiniz.
Sizin işlerinizde sanat, her zaman tasarımın parçası oluyor değil mi?
Evet, tasarımlarımda her zaman sanat eserlerine yer verdim. Ve sanatçılar ile tasarım üzerinde çalıştım. Kendi kültürümüze ait el işçiliklerini, el sanatlarını yaşatmak için elimden gelen gayreti göstermekteyim. Yakın zamanda sanat ve tasarımın iç içe olduğu bir projeyi bitirdik. Önemli bir koleksiyoner aileye ait olan bu evde; eski ile yeniyi, klasik ile moderni bir arada kullandık. Aileye ait koleksiyonları tablo, heykel ve arkeolojik parçaları yerleştirmek görevi de bana verildi. Ciddi bir kataloglama sonucu eserlerin yerlerini belirlerken bir müze veya galeri değil, ev hissiyatını vermeye özellikle gayret ettik. Yine bu sebeple müze mantığı ile eserleri dönemlerine göre ayırmak yerine, beraber yaşayarak zamansızlığı yakalamayı tercih ettim. Örneğin Jerome’a ait oriyentalist bir tabloyu, bir Schnabel ile yan yana kullandık. Mobilya, kumaş ve aksesuar seçimlerinde de aynı mantığı devam ettirdik; örneğin klasik bir sediri, sınırlı sayıda üretilmiş bir ikonik akrilik döküm bir sehpa ile tamamladık.
Paris’te bir sürpriz yaşamışsınız: 1900 yılından bu yana gelmiş geçmiş en ikonik 100 tasarımcının evlerinin yer aldığı bir kitapta adınıza rastlamışsınız, bunu anlatır mısınız?
Sunum için ekibimle Paris’te bulunduğumuz bir sırada, Hermes’in mobilya mağazasını gezerken “The Iconic Interior – 1900 to the Present” isimli, çok mühim bir yayınevi olan Thames & Hudson tarafından çıkarılmış kitabına rastladım. Coco Chanel’den Alvar Aalto’ya dünya çapında ünlü tasarımcıların ikonik kabul edilen evleri üzerine olan bu kitabı büyük bir ilgiyle incelerken, Türkiye’den seçilen tek isim olarak, kendi evime rastlamak büyük bir sürpriz oldu.
Walt Disney’den iş teklifi nasıl oldu?
2012 senesinde Walt Disney Imagineering şirketinden Kreatif Direktör Yardımcılığı teklifi geldi. Tüm Disney Park ve Resortları’nın tasarımını yapan 11 milyar dolarlık bir şirket. Çok mühim bir pozisyon, dünyanın sayılı şirketlerinden biri. Fakat iş Amerika’ya yerleşmeyi gerektiriyordu. Bir an düşündük, hep beraber gitsek mi diye. Belki daha genç olsam giderdim de, torunlarım, kızım var, ayrılamam diye vazgeçtim.
Genç tasarımcıları keşfetmek ve desteklemek konusunda neler söylersiniz?
Bilgi Üniversitesi’nde “Tasarım Kültürü ve Yönetimi” sertifika programının oluşumuna katkıda bulundum ve 1998 – 2012 seneleri arasında ders verdim. Bu benim için çok keyifli bir deneyim oldu. Farklı birikimlerde yüksek eğitimli bir kitleyle interaktif bir süreç insana yeni zenginlikler katıyor. Kendi alanımda davet edildiğim tüm üniversite, workshop vb etkinliklere elimden geldiğince katılarak, tasarım ile ilgilenen herkese faydalı olmaya gayret ediyorum.
Tasarım ile ilgilenen gençlere tavsiyeleriniz?
Mümkün olduğunca çok gezip görmelerini; imkanları dahilinde seyahat ederek farklı kültürlerle karşılaşmalarını ve onların yaşam şekil ve tarzlarını gözlemlemelerini, doğada olan bitenlerle ilgili olmalarını, bienaller, galeriler, sinema, opera, fotoğraf, resim, heykel gibi ilgilerini çeken sanat dallarını takip etmelerini, yeni malzeme ve oluşumlar için fuarları gezmelerini tavsiye ederim. Tasarlanan ürünü/mekanı değerli kılanın, hayata uygunluğu olduğunu unutmamaları, farklı yaşam tarzlarının dinamiğini inceleyerek görgülerini ve göz estetiklerini geliştirmelerini, teknik alanda uzmanlaşmalarını, azimle ve sabırla sevdikleri iş için çalışmalarını tavsiye ederim.
Ürün koleksiyonunuz ilgiyle karşılandı, özelliklerinden bahseder misiniz?
Mobilya ve aksesuarlardan oluşan koleksiyonumuz henüz 2 yaşında. Fakat arkasında benim ve ofisimin uzun yıllarda oluşmuş birikimi, 500’ü aşkın projemizde kullandığımız yüksek kalitede malzeme ve el işçiliği var. Ürünlerin tasarımlarının oluşmasından prototiplerin hazırlanması ve nihayetinde satışa sunulması yaklaşık 2-2.5 senelik bir süreçte gerçekleşti. Bu alanda henüz çok yeni olmamıza karşın, koleksiyonumuzun yurt içi ve yurt disinda gördüğü ilginden oldukça memnunuz. Görselliğin yanısıra fonksiyonelliği de ön planda tutan, herkesin bizden birkaç parçayla evini değiştirebileceği bir ürün koleksiyonu hazırladık. Anadolu yemek kültüründen yola çıkarak tasarladığımız ‘Sini’ yan sehpalarımız ve Kazan koltuğumuz, son olarak ‘The World of Interiors” ekim ayı sayısında yer buldu. Paris’te Ocak ayında gerçekleşen ve dünyadan seçili tasarımcıların ürünlerinin sergilendiği Christoffle sponsorluğunda, Christofle Binası’nda gerçekleşen etkinlikte, Türkiye’den seçilen tek isim olduk. Osmanlı cam altı tekniği üretilen, özel tasarım cam aksesuarlarımız hediyelik olarak büyük ölçüde tercih edilmekte. Yine bu teknikle üretilen dokulu camlarımızla sunulan sehpa seçeneklerimiz, özel boya efektli sedirlerimiz en çok beğenilen tasarımlarımız arasında. Ürünlerimiz Bronz No 5 by Aslı Ersu, Beymen Home, Mozaik ve Archive Galata’da satılmakta.
Güncel projeleriniz neler?
25 kişilik bir ofisiz ve oldukça yoğun çalışıyoruz. Maldivler’de ve Türkiye’de otel projelerimiz var. Londra’da iki daire, İstanbul’da İEİS (İlaç Endüstrisi İşverenleri Sendikası) merkez ofisi, 127 senelik tarihi ile Hacı Abdullah Lokantası’nın Zorlu Center’da açılacak olan ilk şubesi güncel projelerimiz arasında. Katar’da iki cami ve bir restoranın tasarım ve uygulamasını tamamlamıştık. Şimdi bunlara ek olarak, 2 restoranın daha tasarımı sonlandı, inşaatine devam ediyoruz. Stepevi’nin New York, Köln, Cenevre, Londra Mağazaları, Molu Mücevherat’ın Zorlu Center ve Akasya Alışveriş Merkezi mağazalarından sonra, İstinyepark mağazası, Umman’da ikinci ev projemiz yine tasarımı tamamlanıp uygulamasına geçilmiş projelerimiz arasında.
Bu kadar koşuşturma içinde nasıl dinleniyorsunuz?
Düzenli olarak yoga, Yamuna ve hocam Roxy ile senelerdir gyrotonic ve Memduh Hoca ile jimnastik yapıyorum. Lüzumsuz düşünceler vücudu oldukça yoruyor. Yapabildikçe meditasyon ile kendimi yeniliyorum.
Bu kadar yoğunsunuz: eşinizle görüşebiliyor musunuz? Kızınızla, torunlarınızla vakit geçirebiliyor musunuz?
Hepsini çok özlüyorum . Bunun hem acı, hem de çok güzel tarafları var. Birbirimizle mecburiyet içerisinde değil, özlemle birlikte oluyoruz. Metin ile hala ilk gündeki gibi birlikteliğimiz var. İkimizin de yoğun çalışma temposu sayesinde monotonlaşamıyoruz, birbirimiz için enteresanlığımızı koruyoruz. Devamlı birbirimize anlatacak mevzularımız oluyor. O da bizi dinç tutuyor.
Kızım ile hergün mutlaka konuşuruz. Birbirimize çok yakınız ve onunla herşeyi paylaşırız.
Torunlarınızla neler yapıyorsunuz?
2 torunum var, Sinan ve Defne. İlk göz ağrım, 1 numara diye çağırdığım Sinan
Mümkün olduğunca onları görmeye, onlara enteresan olmaya çalışıyorum. Bu yaz torunlarla baş başa 1 hafta tekneyle çıktık; sıkılmasınlar diye bu yolculuğun her gününü kafamda planladım, tasarladım. Sinan ile daha çok denizde atletik becerilerimizi sergiledik. Defne o zamanlar henüz pusetteydi, onu eğlendirmek daha kolaydı. Şimdi onun ilgisini çekmek için yeni tasarımlar düşüneceğim.
Eşinize de ilk günkü gibi aşıksınız, hatta bir Hollywood yıldızına benzetiyorsunuz biraz da ondan bahseder misiniz?
Evet, Jack Nicholson’a benzetirim, o hergün benim için her zaman yeni biri olabilen bir adam. Her anını farklı düşünüyor, gerektiğinde herşeyi siliyor baştan düşünüyor; Çok yaratıcı bir adam; onun için ilgimi çekiyor. Ben 3. okulumu onun yanında okudum ve hala da okumaya devam ediyorum.
O da size destek oluyordur?
Tabii ki en büyük desteğim. Bir de 3. okulum diyorum onun için; onunla geçirdiğim hayat ciddi bir okul oldu.
Peki kendi evinizi sürekli bozup tekrar yapıyor musunuz?
Hiç yapamıyorum. Bu evin mekan tasarımına amatörce yaklaştım; sadece Metin’in mekanlarnıı tasarladığım dönemde yapmıştım. Profesyonel olarak iş hayatına atıldığımdan beri – ki 20 sene olmuş – evde bir kanepenin kumaşını zor değiştiriyorum.
Açıkcası beğeniyorsunuz o zaman kendi yaşam alanınızı?
Ben memnunum. Yaşayan bir mekan benim evim. Gittiğim seyahatlerden, özellikle yurtdışında gezdiğim küçük mağaza antikacılardan, sanat fuarlarından devamlı eve yeni birşeyler ekleniyor, mevcutlar yer değiştiriyor…
Zeynep Hanım biz sizi tanıdığımızdan beri hep doğallıktan yanasınız; yani işinizde giyim tarzınızda hep doğallıktan yanasınız. Biraz ondan da bahsedebilir misiniz?
Ben taşıyabildiğim kimlikten, yani kendim olmaktan hoşlanıyorum. Onun için de kendimi rahat hissettiğim tarzda giyinmeyi tercih ediyorum. Bir salona girerken dik yürüyüp kendi gibi olabilmeli insan. Kendinden o eminlikte olan bir insanın yapamayacağı bir şey yoktur. Başkasının kimliğiyle ayakta duramazsınız.
Anneniz eleştirir mi sizi hiç?
Devamlı! Şu anda o kadar izin vermiyorum, onun için eleştirileri ara nağmeleri gibi çıkıyor. Anneler ve kızları arasındaki dinamik çok değişik, anneyi hem kopya edip, hem de reaksiyon gösteriyorsunuz.
Sizce hayatınızdaki en önemli değerler nelerdir, nelere önem verirsiniz?
Ailem tabii ki. Babam ve annemden çok etkilenmiş durumdayım herşeyimde. Ondan sonra Metin ve kızım, daha doğrusu kızım, Metin’den önce geliyor. Kızım, damadım, Sinan, Defne, Metin; ondan sonra arkadaşlarım, dostluklarım, adalet duygum, herşeyi paylaşma arzum ve en mühim prensibim, yaşa ve yaşat.
Hayatınızda neyi affetmezsiniz?
Neyi affetmediğim yaşla değişiyor. Gençken affetmediğim bir sürü şey vardı; şimdi bakıyorum çoğu şeyi affediyorum. Affedemediğim şey, adaletsizlik olur, sindiremem. “Ya olduğun gibi görün, ya da göründüğün gibi ol “bu söze çok kıymet veriyorum. İnsanın farklılıklarının törpülenmemesi gerektiğini düşünüyorum. Yaratıcılığa çok önem veriyorum. Yaratıcı olmayan bir toplum hiç bir şekilde geleceği hazırlayamaz, her zaman sömürgedir diye düşünüyorum. Yaratıcılar dünya standartlarını koyar, başta ekonomi olarak tüm hayat o yönde şekillenir. Siz de mecburen takipçi olursunuz ve dolayısıyla da ekonomik sömürge… Yaratıcılık sadece bir tablo, bir sanat eseri demek değildir. Düşünce biçimindeki yaratıcılıklarıyla Steve Jobs, Bill Gates gibi insanlar, sadece bir endüstriyi değil, tüm hayatımızı şekillendiriyorlar. Onun için toplumda yaratıcılığın körüklenmesi ve düşüncenin önünün açılması lazım, farklı düşünceye yer verilmesi lazım; ancak bu bizi ileriki nesillere götürecektir. Osmanlı’da başta padişah anneleri olmak üzere yabancılarla, farklı kültürlerle iç içe yaşamak bir hayat biçimiydi. Bu bir zenginlik veriyor insana. Türkiye Cumhuriyeti’nin dokusunda olan bu kültürler, toplumlar mozaiğinin devam etmesi lazım ki farklı düşünce boyutları çıksın. Birbirimizi beğenmek zorunda değiliz, ama birbirimizden beslenmeye devam edelim, beraber yaşayabilelim ki, yaratıcı nesiller üretelim. Aksi takdirde dünyanın üreticilerini; yani Amerika, Avrupa, Japonya ve Çin’in ürettiklerini satan bir yer olacağız.