Viyana’da doğup büyüyen Alea Pınar du Pre, küçük yaşta resim yapmaya başlamış olsa da bunu profesyonel kariyerine sonradan taşımış. Eserleri bugüne dek Viyana, New York, Hong Kong, Miami, Dublin gibi dünyanın pek çok farklı şehrinde sergilenen sanatçı, oluşturduğu serilerde kendi imzasını taşıyan bir stil kullanıyor. Bu tekniğinde seçtiği materyaller, her biri farklı bir temsiliyet unsurunu taşıyan gerçeklik katmanına işaret ediyor. Büyük tuval işlerin yer aldığı serilerden en sonuncusu “Space/Time” ise bu sene Nisan ayında Sevil Dolmacı Art Gallery’de sergilendi. Alea Pınar du Pre, sanat hayatına başlayışını, sanatsal pratiğini ve işlerinde üzerine gittiği temaların bilinmeyenlerini ALEM okuyucularına anlattı.
Sanatla tanışmanız nasıl oldu? Çok küçük yaşta sanat üretmeye başlamışsınız, bu alana profesyonel olarak başlama kararını nasıl verdiniz?
Aslında bu daha çok yumuşak bir geçiş oldu benim için. Hiçbir zaman sanat sayesinde hayatımı sürdürebileceğimi tahmin etmemiştim. Mimar bir arkadaşım bir gün duvara dayalı yeni yaptığım bir resmi görerek niye sergi açmadığımı sormuştu. Bunun gazına gelip Lucca’da ilk sergimi açtım. Sonrasında galeriler benimle irtibata geçmeye başladı ve devamı kendiliğinden geldi. Yaptığım işler ilgi gördükçe daha çok zaman ayırmaya başladım üretmek için; bir noktada ortak olduğum iletişim şirketinden ayrılıp kendimi tamamen sanata adamaya karar verdim. Birazcık ürkütücü bir karardı, ama iyi ki yapmışım!
Kullandığınız stili “Jugendstil Pop-Art” olarak tarif ediyorsunuz, bununla ilgili bilgi verebilir misiniz? Sizi bu stile yönlendiren ve kendi tarzınızı bulmanızı sağlayan ne oldu?
“Snapshot” serisini aslında birazcık tarif edemediğim için kullandığım bir benzetme. “Jugendstil” büyüdüğüm şehir Viyana’nın bana verdiği görsel miras. Pop-Art ise hepimizin çok iyi tanıdığı bir akım. Snapshot resimlerim görsel olarak bu ikisinin karışımı gibi gözükse de, aslında çok farklı altyapılara dayanıyorlar.
İşlerinizde dış dünya ve her bireyin iç dünyasındaki alanı araştırdığınızı ve yeni tür bir gerçekliğe odaklandığınızı belirtiyorsunuz. Kullandığınız tekniği de bu doğrultuda mı seçtiniz yoksa bu sürecin doğal sonucu olarak mı ortaya çıktı?
Tamamen doğal olarak, birkaç sene içinde gelişti. Bu yönde arayışım ve deneylerim her zaman devam ediyor.
Bugüne kadar hem yurt içi hem de yurt dışında solo ve karma pek çok sergi ve fuarda yer aldınız. İşlerinizi özellikle sergilemek istediğiniz bir yer var mı?
Şu an Panama’da Botero Galeri ile çalışıyorum fakat hiç gitmedim. Latin insanlarını hep çok sevmiş ve bizim insanımıza benzetmişimdir. O yüzden Brezilya ve Latin Amerika ile daha yakın çalışmak isterim.
İşlerinizde insan -özellikle kadın figürü- oldukça öne çıkıyor. Bunun tüm sanatsal pratiğinizde nasıl bir noktada yer aldığını anlatabilir misiniz?
Bir kadın sanatçı olarak ortaya koyduğum portrelerde aslında günümüz kadınının, bir anlamda kendi “gibi”lerimin profiline işaret ediyorum. Güzel olmalarına rağmen sert, kimlikleri oturmuş profiller çizen bu kadınlarda asla buyurgan bir tavır yoktur. Post-feminist bir yaklaşım ile güzel, güçlü ve başarılı kadın imajını benimsiyorum. İzleyene bir şey vadetmeyen ifadeleriyle bu kadınlar çekiciliklerini korumayı başarırlar. Güçlüdürler; ancak bu gücü eskisi gibi pespaye ve erkeksi bir yaklaşımla değil, kırmızı rujların ve açık ince boyunların hâkim olduğu bir bakımlılık ve zarafetle ortaya koyarlar. Başarılıdırlar, çünkü üretkendirler. Portrelerimdeki “kadın” imgesi şimdiki zamanın ideal kadın tiplemesine dönüşür ve bu dönüşümle yüceltilir.
Son serginiz dört yıllık bir aradan sonra Sevil Dolmacı Art Gallery’de Nisan ayında açılan “SPACE/TIME” başlıklı sergiydi. Bu uzun aradan sonra ürettiğiniz yeni işlerin motivasyon kaynağı neydi?
Motivasyon kaynağım her zaman görmediğimiz bir gerçekliğe görünürlük kazandırmak. Son serim için ürettiğim işler kısaca güncel kimlikler üzerinden bir var oluş hikâyesi yazma girişimidir. Bu sergi ile bu hikâyeyi bir adım öteye taşıyorum ve portreleri bu kavramlar içinde konumlandırmaya çalışıyorum. “Uzay/Zaman”da sürekliliği olmayan, andan kopan görünüşler yakalıyorum. Devamlılık içinde gibi görünse de birbirinden bağımsız görüntülerdir bunlar. Teknik olarak kolajlarım kayboldu; kompozisyonu ise gözü kandırmaya istekli, düz ince çizgilerden görüntüler ile oluşturdum. Bu kompozisyonlarda da “kadın” ana konu olarak kendini belli ediyor. Parçalanan görüntüler ile sunulan kadın imgesi, seride kadına dair parçalanmış kimlikleri bir bir açık eder. Anne, sevgili, iş kadını, eş, abla, kardeş gibi gün içinde değiştirdiği rolleri ve bu rollerin zaman zaman birbiri içine girerek kadınların hayatına nasıl karmaşalar/parçalanmışlıklar getirdiğini anlatır.
Bir işi ya da üzerinde çalıştığınız bir seriyi ilerletme süreciniz nasıl gelişiyor? Oluşturduğunuz seriler farklı başlıklar altında olsa da birbiriyle tematik bağlantıları bulunuyor mu?
Bu süreçler çok uzun seneler içinde gelişiyor. Son serim için yaptığım altyapı çalışması ve tekniği geliştirmem üç sene sürdü. Her zaman birbirini takip eden bir gerçeklik arayışı, yaptığım tüm çalışmaları birbirine bağlıyor.
Resim yapmaya başladığınız ilk seneler ve şimdiki işleriniz arasında nasıl bir değişim gözlemliyorsunuz?
Senelerdir kendimi adamışlığımın getirdiği çok daha büyük bir ustalığı görebiliyorum.
Gelecek planlarınızdan ve sergi çalışmalarınızdan bahsedebilir misiniz? Şu an atölyenizde üzerinde çalıştığınız yeni işler var mı?
Şu anda “Space/Time” serisi üzerine odaklandım. Bu serinin ilk yurt dışı sergisi Ekim’de Dublin’de olacak. Seriden yurt dışı için yaptığım ilk işler şu an Londra’da Ransom Art Gallery’de sergileniyor ve New York’ta Emmanuel Fremin Gallery’de bulunuyor. Aralık’ta ise Miami’deki fuar dönemine hazırlıklar var.