Stella Nina McCartney, 1971'de Londra'da dünyaya geldi. Evet, babası Paul McCartney, The Beatles'ın efsanevi basçısıydı. Annesiyse hayvan hakları savunucusu Linda McCartney. Sanatla ve aktivizmle iç içe büyüyen bir evde yetişmesi, onun dünyaya bakışını erken yaşta şekillendirdi. Ancak Stella, hayatı boyunca kendi kimliğini yaratmak konusunda kararlı oldu. Çocukluğu kırsalda, medyadan uzak bir şekilde geçti. Ailesi, çocuklarını mümkün olduğunca "normal" büyütmek istiyordu. Bu tercih, Stella'nın doğayla ve hayvanlarla kurduğu ilişkinin temelini oluşturdu. Onun sürdürülebilirlik ve vegan moda anlayışının temelleri de bu dönemde atıldı. Kısacası çocukluğunu hem gösterişli hem de doğayla iç içe bir atmosferde geçirdiği bu iki uç hayat, onun ileride kuracağı markanın DNA'sını belirleyecekti: şehirli ama doğaya saygılı, modern ama sorumlu, güçlü ama duyarlı.
Tasarım yolculuğuna genç yaşta başlayan Stella, tüm tutkusunu da yanına alıp daha 16 yaşında Christian Lacroix'nın yanında staj yaptı. Bu deneyim, moda dünyasının işleyişine ilk kez içeriden bakmasını sağladı. Sonrasında Central Saint Martins'ten mezun olurken hazırladığı mezuniyet koleksiyonu, Naomi Campbell ve Kate Moss gibi süpermodeller tarafından podyumda taşındığında, moda dünyası onun varlığını fark etmişti bile.
1997 yılında, henüz 25 yaşındayken Chloé'nin kreatif direktörlüğüne getirildi. Fransız bir moda evinin başına İngiliz, üstelik genç bir kadının geçmesi, dönemin koşullarında alışılmadık bir karardı. Eleştiriler yoğundu; Stella'nın bu göreve babasının ismi sayesinde geldiği iddiaları basında yer buldu. Ama o, bu önyargıları hızla boşa çıkardı. Chloé'de geçirdiği dört yıl boyunca, markanın feminen ama güçlü kadın imajını yeniden tanımladı. Hafif, akışkan formlar; modern ama romantik çizgiler ve günlük giyilebilir parçalarla Chloé'nin DNA'sını güncelledi. Ticari başarı da bununla birlikte geldi. Stella, yeteneğini ve vizyonunu net şekilde ortaya koymuştu. Artık bir soyadın ötesinde, kendi ismiyle tanınıyordu.
2001 yılında kendi markasını kurduğunda, moda dünyası hâlâ lüks denince akla ilk olarak deri, kürk ve gösterişli materyalleri getiriyordu. Stella McCartney ise bu anlayışa doğrudan karşı çıktı. Markasında hayvansal hiçbir materyal kullanılmayacağını açıkladı. Bu karar, dönemin şartlarında oldukça iddialıydı ama Stella, etik tasarım anlayışından ödün vermedi. Bugün hâlâ markasında gerçek deri, kürk ya da hayvansal yapıştırıcılar kullanılmıyor.
Sürdürülebilirlik, onun için yalnızca bir ek özellik değil, markanın temel yapı taşı. Kullanılan kumaşlardan üretim süreçlerine kadar her şey, çevresel etkiler göz önüne alınarak planlanıyor. Organik pamuk, geri dönüştürülmüş materyaller ve vegan deri gibi alternatifler, koleksiyonlarının ayrılmaz bir parçası. Üstelik bu yaklaşımı, tasarımdan ödün vermeden yapıyor. Stella McCartney markası, çağdaş ve şehirli kadına hitap eden güçlü siluetleriyle, etik modanın da şık olabileceğini gösteriyor.
Zamanla bu etik duruş, modanın geleceğiyle ilgili daha geniş bir tartışmanın parçası haline geldi. Stella McCartney, sürdürülebilirlik kelimesi henüz ana akım haline gelmeden çok önce bu kavramı koleksiyonlarının merkezine alarak moda dünyasında etik ilkeleri ön planda tutan ilk büyük tasarımcılardan biri oldu. Onun bu vizyonu, sonradan birçok markanın yönünü belirleyecek bir referansa dönüştü.
Fotoğraflar: Getty Images Türkiye