İnsanlığın gelecek saplantısının kökenleri, 18. yüzyıl Aydınlanma Çağı’nın ilerlemeye olan inancı ile açıklanabilir. Zamanın doğrusal olarak ilerlediği, geleceğin bir gün geleceği inancı. İlerlemeye olan inanca eşlik eden 19. yüzyıl bilimsel gelişmelerinin körüklediği merak ve keşfetme arzusu, Jules Verne’in 1864 yılında yayınlanan “Dünya’nın Merkezine Yolculuk” romanından günümüze insanlığın geleceği ile ilgili farklı hayallerin ortaya çıkmasına, alternatiflerin sıralanmasına neden oldu. Keşifler, icatlar, uzay yolculukları ve en sonunda aşırı ilerlemenin getirdiği apokaliptik senaryolar… Halihazırda 19. yüzyılda buhar makinası, elektrik ve telefon icat edilmişti. “Dünyaların Savaşı”, “Görünmez Adam”, “Dr. Moreau’nun Adası” ve “Zaman Makinası” romanlarıyla bilim kurgu edebiyatının mihenk taşlarını ortaya koyan İngiliz yazar H.G. Wells’in öne sürdüğü gibi zaman makinaları da pekala icat edilebilirdi. 20. yüzyılda teknoloji tam gaz gelişirken Aldoux Huxley’nin 1932 yılında yayınlanan “Cesur Yeni Dünya” romanında.olduğu gibi bilim, “mod yükseltici” haplarla mutsuzlukların üstesinden gelebilirdi. Ya da George Orwell’in “1984” romanında anlattığı üzere özgürlükler kısıtlanabilir, “Big Brother” insanları gözetleyebilirdi.
Bilim kurgu yazarlarının hayal ettiği bazı şeyler gerçekleşti bile. Aya seyahat edildi, “Uzay Yolu: Orijinal Seri”de Kaptan Kirk’ün kullandığına benzer cep telefonları icat edildi, yine aynı seride uzaylıların dilini insanların diline çevirmeye yarayan alete benzer Skype’ın “New Voice Translation System”ı kullanıma sunuldu. 3D Hologram’lar piyasaya sürüldü, Ridley Scott’ın “Blade Runner” filminde gördüklerimize benzer dijital bilboardlar New York ve Londra sokaklarını süslemeye başladı. Stanley Kubrick’in “2001: A Space Odyssey” filminde uzay istasyonunda kullanılanlara benzer iPad’ler hayatımıza girdi. “Back to the Future” serisinde gördüğümüz hoverboard’lar mağazalarda satılmaya başladı. Yeni koronavirüs salgını ile mücadele ettiğimiz bugünlerde salgın temalı bilim kurgu filmleri Netflix’in en çok izlenenleri listesinde başı çekti, pandemiden hareketle “Gelecekte neler olacak?” sorusunu soran romanlar yazılmaya, filmler çekilmeye başladı bile. En son NASA Instagram hesabında UFO görüntüleri paylaştığında hangimiz heyecanlanmadık, “Tamam artık gerçekten bir bilim kurgu filmi yaşıyoruz” demedik? Her ne kadar bilim kurgu hikayeleri distopik bir gelecek hayal etmekte ısrarcı olsa da bu hikayelerden öğrenecek çok şeyimiz var. İnsanların bu zor zamanlarda birbirlerine yardım ettikleri, bağışların toplandığı, doğanın yenilendiği bugünlerde gelecek hiç de distopik olmak zorunda değil. Yeter ki Netflix’te izlediğimiz, kütüphanemizden seçip okuduğumuz hikayelerden ders almasını bilelim.