Sanatla Büyüyen Bir Koleksiyoner: Ayda Elgiz Güreli

Birçok sanatçıyı ve koleksiyoneri aynı çatı altında buluşturan, önemli sergilere ev sahipliği yapan Elgiz Müzesi bu sene 25'inci yılını kutluyor. Elgiz Müzesi Kurucu Aile Üyesi Ayda Elgiz Güreli ile bu vesileyle bir araya geldik ve çocukluğundan bu zamana kadarki sanat serüvenini konuştuk.

YAZAR: Ceylan Yeniacun
10 Ocak 2025 Cuma 15:13 | Son Güncellenme:
41 dakika okunma süresi

Sanatla iç içe bir ailede büyüyen biri olarak o yıllara dair bizimle paylaşmak istediğiniz bir anınız var mı?

Ben ikinci jenerasyon sanat içinde büyümüş bir çocuktum. Çünkü annem ve babam çok uzun yıllar önce başlamışlar. Önce sanat sevgisiyle başlıyor, koleksiyonerlik çok daha sonradan geliyor. Sanat sevgisi; beraber gezme, görme, öğrenme, bunun için seyahat etme, bu sayede yeni çevre ve dostlar edinme, bunların hepsini kapsıyor. Ben de bunun içine doğmuş bir çocuk olarak kendimi çok şanslı görüyorum. Ben hep şunu söylerim; bir şeyi aile size çok verince ya çok seversiniz ya nefret edersiniz. Bunun arası yoktur. O yüzden ben ve kardeşim çok şanslıyız, biz hep çok sevmişiz. Hep sanat için seyahat ederdik; karne hediyesi bir sanat eseri olurdu ya da gittiğimiz bir yerde bir müze gezmek... Almak için değil sadece seyretmek için, yeni bir yerde açılan değişik sergileri görmek için giderdik... Temamız muhakkak sanat üzerine olurdu. Çok az hatırlarım, denizli, güneşli seyahate gittiğimizi. Soruna dönecek olursam, yıllar önce ailece fuardayız. İlk galeriye gittik. Sohbet ediyoruz galericiyle... Babam bir eser beğendi. "Çok beğendim alalım" dedi. Biz de "Dur, daha yeni girdik, üç adım attık. Biraz daha bakalım" diye aklına girdik. Galericiye "Biraz düşünüp geleceğim" dedi. Gerçekten de 10 dakika sonra babam o eseri almak istediğini söyledi. Ancak eser satılmış, hem de Elton John'a. Sonra, aradan yıllar geçti, galerici bizi aradı, "Size bir haberim var Elton John o işi elden çıkartıyor. Siz çok beğeniyordunuz. İster misiniz?" dedi. Tabii ki dedik ve eser Elton John'un Los Angeles'taki evinden bizim eve geldi. Bu hikayeyi esas anlatma sebebim ise ben bundan iki sene önce bir yurt dışı seyahatimde kendisiyle yan yana masalarda oturuyordum bir restoranda. Dedim ki "Gidip bu hikayeyi anlatacağım kendisine." Gerçekten de sonrasında uzun saatler oturup sohbet ettik. Bu hikaye benim ve ailem için hep çok keyifli bir anıdır.

Bunu gerçekten seviyor olmanız bence aileniz için de çok kıymetli...

Sevmeyen çocuklar olsak, ailemiz de devam edemezdi bence. Şimdi aynı şeyi hem biz hem ailem, yine benim çocuklarıma yapıyorlar. Biri dokuz biri 12 yaşında. Hem karne hediyeleri hem doğum günü hediyeleri muhakkak sanat eserleri oluyor. Bir dosyada da sertifikalarını tutuyoruz ki ileride onlara verip "Bu sizin ilk koleksiyonunuzdu" diyelim. Bence ailenin çok sevdiği bir şeyi, ikinci jenerasyona geçirebiliyor olması çok güzel. Çünkü bunlar büyük birikimler. Birilerinin arkadan sahip çıkıyor olması lazım. Eğer arkadan gelen bir jenerasyon yoksa öyle bir noktaya geliyor ki bütün koleksiyonlarını satıyor koleksiyonerler. Çünkü koyacak yer olmuyor bir süre sonra ya da haksızlık oluyor o eserlere. Sadece depolarda kalıyor. Bu sanatseverler çocuksuz olunca, özgür yaşayan, tek bir ülkede yaşamayan insanlar olabiliyorlar. Çok örneğini görüyoruz bir müzayedede bütün koleksiyonunu satanları. Ondan sonra sıfırdan bir daha başlıyorlar. Çünkü onlar için almak, keşfetmek, ilk aşk çok önemli. Depoya kapatıp da karanlık odada tutacağına, onunla yaşayıp sonra tekrar onun özgürce uçmasına izin vermek çok kıymetli. Hemen bu vesileyle şunu da ekleyeyim; ben mesela bizim müzeyi gezdirirken hep şunu söylüyorum, burası bir koleksiyon müzesi ve parçaların her birinin künyesinin altına koleksiyona giriş tarihlerini yazıyoruz. Bu bizim için çok önemli. Çünkü gezen biri baktığında, bunu 96'da, bunu 2000'de, bunu 2024'te almışlar diyebilmeli. O aradaki geçişte, izleyici de kendi hikayesini kurabiliyor.

Peki siz eseri gösterirken yeniden o yıllara dönüyor musunuz?

Kesinlikle! Ben gezdirirken onların arkasındaki hikayeleri, anıları anlatıyorum. İşte diyorum "Bunu şu yılda, bir yaz tatiline gittiğimiz şu seyahatte almıştık. Şu şöyle olmuştu." Benim annem, babam, kardeşim ile hem en çok anlaştığımız hem de en anlaşamadığımız konu hep sanattı. Babamın öncülüğünde gelişti aslında. Hala bu yaşımda onlarla giderim fuarlara, müzayedelere. Eşim çok gelmek istemez. "Ben sizin temponuza yetişemiyorum bu sanat seyahatlerinde" diyor. Hakikaten biz bir başlarız; tuvalete gidilmez, yemek yenmez. Üst üste gezeriz her yeri. Şunu da eklemek isterim, eşimin flört ederken bana ilk hediyesi sanat eseri olmuştu. Şu anda da eşimle benim Ayda-Sinan Güreli koleksiyonumuz var, altında da çocuklarımızın ilk doğumlarında aldığımız ve sonrasında özel günlerde almaya devam ettiğimiz sanat eserleri bulunuyor. Özetle bu sevgi hepimize işledi diyebilirim.

Sanatın inanılmaz bir birleştirme gücü var, diyebilir miyiz?

Aynen öyle, çok kıymetli bir şey. Yaş yok, dil yok. Birçok sanat yemeğine katılırız yurt dışında da. Bazen öyle bir şey olur ki yanındaki adamla aynı dili konuşmuyorsun mesela. Brezilyalı ve İngilizcesi yok. Yine de saatlerce konuşabiliyoruz öyle veya böyle. Orada ortak hobini konuşuyorsun. İşte galeri ismi gösteriyorsun, derken bir dostluk başlıyor.

Peki kendiniz için aldığınız ilk sanat eserini hatırlıyor musunuz?

Tam hatırlamıyorum. Çünkü şimdi bizim çocuklarımıza yaptığımız gibi, benim de belli bir yaşa geldiğimde, kendimce bir koleksiyonum vardı zaten. Ki onları da çok sahipleniyordum. Bir de mesela yurt dışında San Francisco'da okudum üniversiteyi. Babamlar gelmeden önce bana muhakkak derlerdi ki, "Hangi galerileri gezeceğiz, araştır!" O zamanlar böyle internet filan yok tabii, gidip tek tek bulmak zorundasın. Hakikaten onlarla böyle bir liste yapar, oraları gezerdik. İşte oralardan beğenirdim, geldiklerinde de alırdım. O yaşlarda çok şanslıydım. Çünkü benim oradaki evimde tutardık onları. Gayet mütevazı küçücük bir evim ama duvarlarında harika eserlerim vardı. Sonra taşınırken oradan çoğunu geri getirmiştim. Soruna dönecek olursak, Yaşam Şaşmazer ile biz beraber büyüdük ve kendisi şu an Türkiye'nin en tatlı, en iyi sanatçılarından bir tanesi. Ben onu ilk gördüğümde eserini bir arkadaşımın galerisine getirmişti, henüz üniversitede öğrenciydi. Kapıdan eseri gördüm ve galerici arkadaşıma "Bayıldım" dedim. Sonrasında başka eserler de aldım, hala bir araya geldiğimizde o günleri hatırlarız.

Bir koleksiyoner olarak sanatçılarla bir araya gelmek, onları atölyelerinde ziyaret etmek, sohbet etmek nasıl bir his?

Müthiş bir keyif. Güncel sanat adına konuşuyorum tabii. Yani genç, yaşayan sanatçılarla tanışma imkanım var. Bu acayip önemli. Bir eserin içinde gez, sonra kendi hayalini, hikayeni kurgula onunla. Ondan sonra sanatçısıyla tanışabiliyorsan tanış ve dinle. Çünkü sanatçıyla tanışınca o başka bir şeye evriliyor. Lise zamanı veya üniversite zamanı yeni galeri açmış arkadaşlarım, eserlerini gördüğüm arkadaşlarım, bugün Türkiye'nin en büyük galerileri zaten. Onların temsil ettikleri sanatçılar, o gün hiçbirimizin bilmeyip, duvarlarında görüp, bugün yurt dışında müzelerde rastladığımız sanatçılar oldu. Güncel sanatçı dediğim, o gün işte daha üniversiteden yeni mezun, kariyerinin başında olan, ilk defa bir galeriyle görüşen, bugün yurt dışında yaşayan, Türkiye'yi temsil eden, oradaki önemli müzelerin koleksiyonuna giren sanatçılar... Dolayısıyla biz hepimiz beraber büyüdük. Bu da bana müthiş bir keyif veriyor. Ben Taner Ceylan'ın ilk çıktığı eseri de hatırlıyorum. Bir de tabii bir üst jenerasyon var ki Bedri Baykamlar, Burhan Doğançaylar, Abdurrahman Öztopraklar... Onlara da şöyle bayılırdım; annem, babam, hepimiz otururken onlar bize yemeğe gelirlerdi. Büyük gözlüklerinden, değişik kıyafetlerinden çok etkilenirdim. Acayip bir vizyon kazanırdık. Çok hoşuma giderdi. Aynı zamanda eşimin ailesi Asuman-Hüsnü, Yosun Güreli de sanata çok tutkunlar. Yine sanat dünyasının kıymetli isimleri sevgili Azade Köker eşimin teyzesi, Rabia-Ali Güreli çifti de kuzeni. İki aile de tesadüfen sanata tutkun. Bir anlamda sanat, eşimle bizi bir araya getirdi.

Peki şunu çok merak ediyorum, eserler Elgiz Müzesi başta olmak üzere birçok yerde. Özlediğiniz olmuyor mu, mesela evinizdeki eserleri ne kadar sürede bir değiştiriyorsunuz?

Biz ilk koleksiyonerliğe başladığımızda daha sanat sigortası bile çok yoktu. Şimdi o da gelişti. Yurt dışıyla da bağlantılı oldu. O zamanlar isterdik, "Biz bilemiyoruz nasıl yapacağımızı, nasıl paha biçeceğimizi, öyle bir ekibimiz, öyle bir eksperimiz yok" derlerdi. Ve biz hep kendimiz belirtirdik. Kontratları yapardık. Çünkü eserler sürekli yer değiştirebiliyor. Mesela ben bazen müzeden çıkarken diyorum ki, "Ben bunu özlemişim alayım!" Tabii ki hemen arşive haber veriyorum.

Koleksiyonunuzda kaç eser var?

Çok var. Ama İngilizce'de derler ya "not the quantity but the quality" diye... Biz sevdiğimizden dolayı eserleri satmayı pek tercih etmeyiz. Çünkü bir bağ kuruyoruz.

Burası, Elgiz Müzesi, tüm ailenin kıymetlisi. Siz bu müze için neler söylemek istersiniz?

Çok emek var. Koleksiyonerlik öyle bir şey ki, ben ne kadar "Şu eseri biz şöyle aldık" diye anlatsam da, bu eser aslında hiçbir zaman benim değil. Bugün onun sahibi benim; ama gönül sahibi benim. Bugün ben anlatıyorum ve içinde o benim hikayemi biriktiriyor olabilir; bundan 10 sene, 20 sene sonra belki ben burada olmayacağım. Siz gezerken onu yurt dışındaki bir galeride veya bir müzede göreceksiniz. O gün de o, onların hikayesini toplamaya başlıyor olacak içinde. Dolayısıyla, beraber yaşam gibi bir şey oluyor bu. O yüzden de sanata, esere çok değer vermeniz lazım. Bugün biz beraber yaşıyoruz. Evet ben onu beğendiğim için bugün sahip oldum. O yüzden de gözüm gibi bakıyorum ona. Bu birinci ev ödevim. İkinci ev ödevim de koleksiyon belli bir yere geldikten sonra bunu paylaşabilmek lazım. Çünkü bu eser görüldükçe büyümeye devam edecek. O sanatçı görüldükçe büyümeye devam edecek. Sizlere, başkalarına, sokaktaki adama ulaşacak. Bir sanatçıya yapılacak en büyük haksızlık, onu karanlık odalara kapatmak... Evinin duvarına asıyorsun ama onu kaç kişi görebiliyor? Bizim koleksiyon belli bir noktaya geldikten sonra, anneanneler, babaanneler hayattalarken, onların da evlerine asardık. Çünkü yeter ki yerde durmasın, bir hasar görmesin ya da yeter ki depoda kapanmasın... Seyredebileceğim her yerde seyredeyim diye. Boş bulduğumuz her yere asardık onları. Fakat işte bir yandan da yurt dışı seyahatlerinde şunu gördük. Bienal olur mesela bir sürü ülkede. Sen bienali gezmeye gittiğinde, aynı zamanda bir sürü koleksiyoner de evlerini açar... Bu böyle kulaktan kulağa duyulan, koleksiyonerler arasında bir şey. Çünkü aynı hobiyi, tutkuyu paylaşan o camiadaki insanlar bir araya gelir. Hiç unutmam, yıllar önce bir koleksiyonerin evinde tuvalete gitmiştim. Yanımda kocaman bir Mark Rothko. Ve Mark Rothko bir önceki gece müzayedede 20 milyon dolara satılmıştı. Ertesi gün eser koleksiyonerin evinde klozetin yanında duruyordu, inanılmazdı. İşte bunun adı "Living with art!" Her yerde sanatla yaşamak, sanatı görmek. Koleksiyoner onu hissetmek, görmek için alıyor. Onu bir yatırım için almıyor. İşte bu insanlar da Türkiye'ye bienallere geldiklerinde, daha hiçbir müze falan yokken, "Hangi koleksiyoner bize evini açar acaba?" diye bizimkilere sorarlardı. Çünkü Türkiye'de deli gibi bir antika koleksiyonu veya çanak, çömlekler vardı. Fakat güncel modern sanat adına hiçbir şey yoktu. Bunları da gördükten sonra bizimkiler bir noktada dedi ki, biz öyle bir mekan yapalım ki, burada koleksiyonumuzu gösterelim. Kapımız herkese açık olsun. O yüzden de biz burada şu anda çok fazla öğrenci ağırlıyoruz.

Evet, hem üniversiteli öğrenciler hem de küçük yaştaki çocuklar müzeyi çok ziyaret ediyor...

Eskiden hep yurt dışında gördüğümüz bir şeydi bu, hayran hayran durup seyrederdik küçük çocukları. Yerlere oturup işte elleriyle bir şeyler karalıyorlar... Türkiye'de olmazdı, çünkü böyle müzeler yoktu eskiden. Koleksiyonlar farklıydı. Belki o çocuğun ufkunu açabilecek tarz değildi eski eserler. Bugün artık çok var, bütün müzelerimizde çocuklar için atölyeler yapılıyor. O çocuk için o kadar kıymetli bir şey ki... Kulağa çok basit geliyor. Halbuki o senin, benim görmediğimiz bir sürü şeyi görüyor onun içinde ve ondan sonra oturup senin, benim veremediğimiz konsantrasyonu ve zamanı veriyor tekrar kağıda dökebilmek için. Bizim için hayat çabuk geçiyor ama çocuk tamamen onu düşünüyor. Biz burada gezdirirken de hikayeler kurguluyoruz. Müzede Kral Bübü kaybolmuş ve biz şimdi onu buluyoruz gibi... Çocuklar sonrasında bundan bir hikaye yaratıyor. Bizim bu müzeyi kurma sebebimiz de tamamen bunlardı ve 25 sene oldu. 25 senedir değişik sergiler yapıyoruz. Annem, babam, kardeşim, ben ve ekibimiz sürekli fikir üretiyoruz.

Neler yapıyorsunuz?

Koleksiyon sergileri yapıyoruz. Tema etrafında sergi hazırlıyoruz. Misafir, küratör davet ediyoruz. Bundan 15 sene önce teras sergileri yapmaya başladık. Çünkü buranın üzerinde tam 2000 metrekarelik bir terasımız var. Aralarında Seyhun Topuz, Rahmi Aksungur gibi çok değerli insanların olduğu önemli bir kurul ile bir araya geliyoruz. Açık çağrı yapıyoruz. Bir tema belirliyoruz, dosya topluyoruz, sonra dosyalardan hocalar seçim yapıyorlar ve yerleştiriyoruz. Şu ana kadar 16 tane sergi yaptık ve sergi sonunda da diyoruz ki bunlar Elgiz koleksiyonu değil sanatçıların, öğrencilerin yaptığı işler. Ve en son gün bir gece düzenleyip orada koleksiyoner ve sanatçıyı tanıştırıyoruz. Böylece isteyen koleksiyoner de o sanatçıyla tanışıp "Ben senin işine talibim" diyor. Bu sayede birçok genç sanatçı tanınmış oluyor.

Yakın zamanda yeni sürprizler var mı müzede?

Sergilere devam edeceğiz. Önce 10'uncu yıl kitabımızı yapmıştık. Sonra 20'nci sene kitabımızı yapma niyetindeydik. Fakat o pandemi dönemine denk geldi, yapamadık. Şimdi 25'inci yıl kitabı yapalım dedik ama bakalım hala net değil. Biz sadece kitap değil, yaptığımız bütün sergilerin kataloğunu yapıyoruz, muhakkak kitaplaştırıyoruz. Aşağıda, bugüne kadar hazırladığımız yazılı basınların durduğu bir depomuz var. Onları toplayıp gerek Türkiye'de olsun gerek Anadolu'da olsun kütüphaneleri için üniversitelere, okullara yolluyoruz. Çünkü günün sonunda her şey gidiyor, bunlar kalıyor. Burada sergilemeye önem verdiğimiz kadar, basılı olarak kalmasına da önem veriyoruz. Benim gönlümde şimdi artık bir 25'inci sene kitabı var veya 30'a mı kısmet olacak, bakalım, göreceğiz. Çok istiyorum kitabı tekrar hayata geçirmek ama o da bayağı bir iş. Bütün arşivi topluyoruz. Eski fotoğraflar çıkıyor. Bir de mesela kitapta şuna önem veriyorum, herkes içinde kendini de görsün. 25 senede bunu tek başımıza yapmadık. Bir sürü kişiyle beraber yaptık. Gelenimiz, gidenimiz, destekleyenimiz, manevi olarak her sergimize, her açılışımıza gelerek, "Ben ne yapabilirim, neresinden tutabilirim?" SANAT 78 79 diyenimiz o kadar çok ki! "Ben de bir şey yapmak istiyorum" diyenlere de şöyle bir yanıt veriyoruz, "O zaman sen şu sanatçıyla konuşabilirsin çünkü bu sanatçının üretimde bir yardıma ihtiyacı var."

Tam da bu konuya değinmek istiyorum; birçok sanatçı üretirken ne yazık ki maddi zorluklar yaşıyor...

Teras sergimizin çıkmasının sebeplerinden bir tanesi de buydu. Biz burada oto sanayiye çok yakınız. Sanatçılardan inanılmaz eserler çıkıyor fakat birçoğu dev eserler, güncel sanat eserleri... Sonrasında ne yapacağını bilemiyor. Çünkü hem malzemesi çok pahalı hem de onu koyacak bir yeri yok. Koleksiyoner de almaya korkuyor, "Ben bunu nasıl saklarım, ne yaparım?" diye. Dedik ki, insan sevdikçe her şeyin yolunu bulur. Bak bugün artık bir sürü koleksiyoner tonluk eserlere sahip...

Peki dijital sergiye nasıl bakıyorsunuz, yaklaşımınız nasıl?

Zaman içinde onu da öğrendik ve benimsedik tabii ki. Ben şahsen seviyorum ama o başlı başına bir iş. Çünkü teknoloji o kadar çok çabuk değişiyor ki, onun için arkanda bir ekibinin olup seni sürekli takip edebiliyor olması lazım. Mesela müzede çok iyi bir ekibimiz var. Arşiv sürekli güncelleniyor. Eskiden hep CD'ye kaydediliyordu. O CD'lerin hepsinin çekilip de flash belleklere dönmesi lazım. Onların bir, iki yerde daha yedeklenmesi gerekiyor. Yarın belki flash bellek de kalmayacak, Cloud kalacak. O zaman o Cloud'da onun ayrı bir yeri olması lazım ki, bugün ben yok olursam benim arkamdan gelen jenerasyonum da Cloud'da onu bulabilsin... Ben video işine de çok inanıyorum ama o da başlı başına bir iş. Çok önemli bir nokta. Yoksa sen onu bir unutursan, geçti, gitti çöp oldu. CD'ler isimsiz diye yok olabiliyor veya CD'yi takacak yer bulamıyorsun. Hep buna belli bir zaman ayırmak gerekiyor. İşin içinde teknoloji olunca, o senden daha hızlı ilerliyor.

Siz sanatla iç içe bir aileye doğduğunuz için hayat sizi zaten o yöne yönlendirmiş, peki belli bir yaşa geldikten sonra sanata ilgi duyan ve koleksiyoner olmak isteyenler nereden başlamalılar?

10 senedir üniversitede hocalık yapıyorum. Öğrencilerim arasında reklamcılar, mimarlar, tasarımcılar da var. Onlar için müzecilik, koleksiyonerlik diye bir dersim var. Genelde şöyle bir cümle ile karşılaşıyorum; "Hocam benim de param olsa ben de koleksiyoner olurum tabii." Ben de ilk dersin kuralı olarak bir videom var, onu açıyorum. New York'ta bir koleksiyoner çift; kadın kütüphaneci, adam postacı ve bu çift Amerika'nın en önemli, en varlıklı koleksiyonuna sahipler. Çoğu eserleri minicik, çünkü hala stüdyo evde yaşıyorlar New York'ta ve evlerine sığabilen eserler almışlar hep. Evlerinde yatakların, masaların altı, her yer eser. Diyorum ki, işte koleksiyonerlik bu. Belli bir gelir seviyesi ile 40 senede Amerika'nın, en önemli koleksiyonuna sahip hale gelinebiliyorsa, demek ki bunun para ile alakası yok. Bu; emek, gezme, inanma, görme, biriktirme. Belki o bir kahveyi az içiyor ama ona o bütçeyi veriyor. Okuyacaksınız, gezeceksiniz, göreceksiniz ve zaman ayıracaksınız biraz. İzin vereceksiniz ki gördüğünüz önce kalbinize sonra beyninize gitsin. O üçgeni oluştursun. O üçgen sonra gitgide büyüyor.

Fotoğraf: Ertan Demirbilek

EN ÇOK OKUNANLAR

2024 Yılının En İyi Kırmızı Halı Elbiseleri

2024 Yılının En İyi Kırmızı Halı Elbiseleri

17 dakika okunma süresi
Louis Vuitton X Murakami Kampanyasının Yüzü: Zendaya

Louis Vuitton X Murakami Kampanyasının Yüzü: Zendaya

1 dakika okunma süresi
2024 Yılının Ses Getiren Sanat Olayları

2024 Yılının Ses Getiren Sanat Olayları

11 dakika okunma süresi
Serpil Şenyüz Kut ile Sıcak ve Samimi Bir Yılbaşı Sofrası

Serpil Şenyüz Kut ile Sıcak ve Samimi Bir Yılbaşı Sofrası

8 dakika okunma süresi
"Ugly Fashion" Hakkında Bilmeniz Gerekenler

"Ugly Fashion" Hakkında Bilmeniz Gerekenler

4 dakika okunma süresi

DAHA FAZLASI

Golf'ün 50 Yıllık Zaman Tüneli

Golf'ün 50 Yıllık Zaman Tüneli

19 Ağustos Kova Burcu Dolunayında Burçları Neler Bekliyor?

19 Ağustos Kova Burcu Dolunayında Burçları Neler Bekliyor?

Bodrum Günlüğü: Cem Hakko, Ferit Şahenk, Kıvanç Tatlıtuğ

Bodrum Günlüğü: Cem Hakko, Ferit Şahenk, Kıvanç Tatlıtuğ

18 Eylül Balık Tutulmasının Burçlara Etkileri Neler?

18 Eylül Balık Tutulmasının Burçlara Etkileri Neler?

Bodrum Günlüğü: Feryal Gülman, Hande Ataizi, Simla-Hüsamettin Beyazıt, Pelin Karahan

Bodrum Günlüğü: Feryal Gülman, Hande Ataizi, Simla-Hüsamettin Beyazıt, Pelin Karahan

Güneş Çağlarcan Solo Sergi Açılışı

Güneş Çağlarcan Solo Sergi Açılışı

Bodrum Günlüğü: Maya Portakal, Aslı Gümüşel, Esra Oflaz

Bodrum Günlüğü: Maya Portakal, Aslı Gümüşel, Esra Oflaz

Ersu Şaşma: Olimpiyat Yolculuğu

Ersu Şaşma: Olimpiyat Yolculuğu

Ağustos Ayı Burç Yorumları

Ağustos Ayı Burç Yorumları

Esas Oğlan Dizisinin Gala Gecesi!

Esas Oğlan Dizisinin Gala Gecesi!

Kırmızı Çocuklar Derneği'nin Yeni Üyesi: Kırmızı Karavan

Kırmızı Çocuklar Derneği'nin Yeni Üyesi: Kırmızı Karavan

Tuba Ünsal ve Burcu Baldouf İle "İyileşme Yolculuğu"

Tuba Ünsal ve Burcu Baldouf İle "İyileşme Yolculuğu"