Galleria Russo’nun, İstanbul’daki yeni mekanı Russo Art Gallery Istanbul (Tophane-Beyoğlu), uluslararası İtalyan sanatçı Angelo Bucarelli’nin “Istan” adlı yeni sergisini sanatseverlerle buluşturdu. Bucarelli’yi biz, 13. İstanbul Bienali günlerinde, tarihi Küçük Mustafa Paşa hamamındaki ilginç enstalasyonuyla (yerleştirme) hatırlıyoruz: “Su. Aşkın Gözyaşı Gibi”(Water. Like Tears of Love)isimli çarpıcı enstalasyonuyla. Bucarilli’nin eserleri yeniden İstanbul’da. Bucarelli, İstanbul, Berlin Azerbaycan, Milano ve Roma gibi pek çok şehirde kişisel sergi açan bir sanatçı. Contemporary Istanbul 2014-15 dahil olmak üzere, pek çok şehirde önemli sanat fuarlarına katılmış olan Angelo Bucarelli bu kez “Istan” adını verdiği yeni kişisel sergisini, Tophane’deki Russo Art Gallery İstanbul’da sanatseverlerin ilgisine sundu.
Bucarelli’nin, Russo Art Gallery Roma’da açtığı yeni sergisi de Kasım ayı boyunca sanatseverlerle buluştu. Bucarelli’nin Russo Art Gallery Istanbul’daki yeni sergisi “Istan”, insanoğlunun sürekli hareketi ve ileriye bakma ihtiyacından bahsediyor. Serginin içeriğinde 15 çalışma (kelimeler, fotoğraflar) üç küçük bronz heykel ve iki duvar halısı bulunuyor. Bucarelli'nin çalışmaları kumaş, nakış süslemenin yanısıra demir, cam gibi farklı materyalleri de içeriyor ve bunları fotoğrafla birleştiriyor. Angelo Bucarelli ile İstanbul’daki sergisi üzerine keyifli bir söyleşi yaptık.
Beyoğlu, Tophane’deki Russo Art Gallery İstanbul’da açtığınız “Istan” isimli yeni serginizden bahseder misiniz?
Dostlarım Fabrizio, Giorgio, Hale ve Ferdan, “Su, aşkın gözyaşları gibi” işimden sonra bana bu fırsatı verdiği için çok memnunum. Yorgunluktan bunaldığım ve yaratıcı da olduğum bir dönemim oldu. Milano’daki sergim henüz sona ermişti. Bu davet çok heyecan vericiydi ve beni yeni şeyler üretmek için destekledi. İnsanoğlu doğanın bir parçasıdır. Bazen bu zorlayıcı olabilir. Fabrizio ile konuşurken asıl konu olan serginin teması seyahat, hareket temaları üzerine odaklandık. Son iki yılda bulunduğum ve sevdiğim yerlerde sosyal ağ üzerinde posta kartları gibi post oluşturmaya başladım. Sonra tüm bu cep telefonuyla çekilen fotoğrafların benim seyahat başlangıcım olabileceğine karar verdim . İstanbul’un etimolojik anlamını hatırladım. Istan-doğru, bul şehir anlamına geliyordu. Böylece müthiş “Istan” şehre olan saygı ve bağlılığım ile birleştirdiğim aynı anda seyahat, hareket hissi de veren başlık ortaya çıktı.
13. İstanbul Bienali kapsamında gerçekleştirdiğiniz "Su. Aşkın Gözyaşları Gibi" başlıklı enstalasyonunuz İstanbul’da hayli ilgi uyandırdı. İstanbul'un en eski hamamını bize fark ettirdiniz. Bu sergiden neler hatırlıyorsunuz?
Hafızam yaptığım sergilerle dolu. Bu sergiler kariyerim için birer mihenk taşı oldu ve ileride yapacağım işlerim için beni kamçılıyor. Tüm işlerim kimliğimizi ve etnik kimliğimizi sorguluyor ve aynı zamanda hayatımızda iletişim kurmanın ne kadar önemli bir faktör olduğunu sorguluyor. Birbirimizle ilişki kurabilmemiz için, esas köklerimizde varolan içgüdülerimizle bütünleşmeliyiz. Aksi halde birbirimizle çatışmaya düşeriz. Ne yazık ki dünyanın düzenini görebiliyoruz. Özellikle toplumda, yanlış anlaşmazlıklar insanları felakete sürükleyebiliyor. Bir keresinde İtalyan Konsolosu, Gianpaolo Scarente, tarafından, 13. İstanbul Bienaline paralel olarak; İtalya ve Türkiye arasındaki ilişkiyi vurgulayan bir enstalasyon yapmam için Türkiye’ye davet edildim. Diğer enstalasyonlar veya şovlar gibi, farklı kültürler de beni büyülüyor. Kendi kültürümle yüzleşmek ve diğer bakış açılarından da yeni şeyler öğrenmek istiyorum. Suyu İstanbul’un kimliği olarak kendime adres gösterdim. Benim için su; yöresel kültüre yakınlaşmak ve onu daha iyi anlayabilmek için bir anahtar. İşlerimi sergileyebileceğim ve konseptimi kuvvetlendirebilecek türde mekan bakmaya başladım ve Küçük Mustafa Paşa Hamamı'nda enstalasyonu gerçekleştirdim.
Enstalasyonlarınızda nasıl bir süreç yaşarsınız? Etkilendiğiniz bir tarihi mekan mı, obje mi fikir verir? Beslenme kaynaklarınız geçmiş kültürler ve tarihlerde mi yatar?
İnsanların birbirlerini olduğu gibi kabul etmeleri, anlayışla karşılamalarının çok önemli olduğuna inanıyorum. Barış içinde yaşayabilmemiz adına bu çok önemli. İletişimin ve düşüncelerin önemini vurgulamak ve el ele barışa nasıl ilerleyebileceğimizin önemini göstermek… Bu benim sanatım. Böylece her nereye gidersem gideyim bu düşüncelere ve konuya bağlı kalıyorum. Tüm deneyimlediklerimizde, kültürümüzden, yaşantımızdan bir parça bulunabilir. Herkesin yaptığı sanat, tabii benimki de. Bu denemeler her zaman bizim daha harika konular düşünmemize neden oluyor. Diğer insanlarla birlikte büyürken birbirlerini düşünmeleri ve biraz daha anlayışlı olmaları için bir şey sunmak; işte bu kendi işlerimde en sevdiğim taraf.
İstanbul’un tarihi ve kültüründe sizi etkileyen neler var?
İstanbul; dünya tarihi ve kültürü için anahtar bir yer; bu kültüre yakınlaşmak, deneyimlemek, gözlemlemek, havasını koklamak istiyor; bu kültürün insanları konuşurken kalpten konuştuklarını hissediyorum. Türkiye ve İstanbul ile karşılaşmak; kendi kültürümü, kimliğimin açılımını ve ilham aldığım vizyonları daha iyi anlayabilmeme neden oldu. Osmanlı mimarisi ile Romalıların mimarisini karşılaştırmak uzun ve enteresan bir ders gibi. Kolaylıkla gözlemleyebilirsiniz ki yeni yapılar eskileriyle baş etmeye çalışıyor ve ilk yapıların deneyimleri, sonradan yapılanlara deneyim kazandırıyor. Mimariyi çok seviyorum! Bunun benim işimle çok alakası var.
Lelouche ve Fellini gibi sinema ustalarının asistanı olarak, sinema birikiminizin sanatınıza nasıl etkisi olur? Fotoğrafın sanatınızdaki yeri nedir?
Gençken ben de yaşıtlarım gibi sinema aşığıydım. Tüm sanat dallarının kesiştiği yeni sınırların çizildiği, zamanının yeni sanatıydı. Benim sanatla ilk yakınlaşmam fotoğraf ile oldu ve daha sonra da sinema. O dönemde Roma’da sinema endüstrisi çok gelişmişti… Böyle bir fırsat bana tanındığı için, asistan olarak da olsa, bu iki sinema ustasının yanında, o ortamla tanışma fırsatım olduğu için kendimi çok şanslı hissediyorum. Ben çok üşengeç bir insanım. Nasıl resim yapıldığını bilmeme rağmen kendimi yormadan resimlerle oynamayı tercih ediyorum. Gençliğimden beri kamera ile çektiğim, kendiliğinden hazır imgeleri tercih ediyorum. Fotoğrafın, sanatın bir aracı olduğuna inanıyorum.
Sanatınızı nasıl tanımlarsınız? Kavramsal heykeli biraz açar mısınız? Renk paletiniz ruh halinizi mi yansıtır?
Kendi sanatım için kavramsal sanat diyebilirsiniz. Bu kelime, duvardaki bir tuğla gibi, dilimizin temelidir. Aynı anda birkaç anlama gelen, aldatıcı kelimelerle başladım ve kelime ile kontrastını (zıddını) oluşturan bir görsel hazırladım. İzleyici onları zihinlerinde kısa devrelere zorlayacak olan, umarım kendininkilere ekleyebilecekleri yeni fikirlerle ilgilenir. Dalgıçlar adını verdiğim üç küçük klasik bronz heykelde bilerek, Brancusi’den ilham aldım. Bu başlar, dalgıçlar Google’ın kelime önerdiği oyununun aynısını oynuyor. Birincisi izlemek, ikincisi öğrenmek , üçüncüsü düşünmek. Bu üç kelime birbirine güçlüce bağlıdır…
Sanatın birçok tanımı var ama bir iyileştirme aracı olduğunu da söyleyebilir miyiz?
Sanat sihirli bir ilaçtır! En başarılı insanları bile düşündürür.
Russo Art Gallery İstanbul’daki serginizde Hat yazıları da var. Hat yazısında sizi etkileyen nedir? Sizin bu sanata kattığınız yorum nedir? Duvar halılarınızdan bahseder misiniz?
Kesinlikle kaligrafi ile ilgileniyorum. Yazılan ya da çizilen şekil her ne ise akılda bıraktığı entelektüel anlamı dışında, şeklin izleyene daha farklı fikirler edinmesini sağlıyor…Bu da iletişimin ikinci aşaması oluyor. Duvar halısı ya da kilim konseptimde ticari kültür aracı saklıdır. Eğer bu ticareti yapmak istiyorsanız, yerel toplumu, alıcısını ve satıcısını tanımak gerekir. Barış ve kültürel entegrasyon için bir mesaj olarak görülebilir.
Önemli sanat fuarlarına katılan, Berlin’den Azerbaycan’a uzanan geniş bir yelpazede sergi açan bir sanatçı olarak, fazla seyahat eden birisiniz, bu seyahatler sizi nasıl etkiler?
Farklı kültürlerle buluşmak, oradaki insanlar, kendim için ve insanlık adına onlar hakkında daha çok şey öğrenebilmek için can atıyorum. Tüm öğrendiklerim kendimi rahatlatmama yardımcı oluyor. Göstermek istediğim şu ki, insanlar daha iyi birer birey olabilmek, daha çok yardımlaşabilmek adına birbirlerine yardımcı olmalılar.
Bizim Roma’yı mesken tutmuş yönetmeniz Ferzan Özpetek’in filmlerini izler misiniz?
Ha ha ha! Ferzan? O, benden biraz uzakta Roma’da yaşıyor… İstanbul bana daha yakın. Bir keresinde kendisiyle tanışmıştım: Kendisini klasik müzik dersi için davet etmiştim. Onun filmlerini çok beğeniyorum!!!