Yeni albümü Yeniden Yeni Yine’den çıkan Seni Kimler Aldı şarkısının klip çekiminden birkaç gün sonra buluşuyoruz Nilüfer’le. Soho House’ta çekim için ayarladığımız odadan girdiğinde heyecanlanıyorum çünkü tam 25 sene önce Bodrum’da karşılaşıp imza aldığım, yılların sanatçısı, koskoca Nilüfer var karşımda. İmzaladığı o kağıdı gösterdiğimde bunca sene o kağıdın nasıl kaybolmadığına şaşırıyor ve yeniden bir şeyler karalamak istiyor. O yıllarda yanlış yazdığı ismimi bu kez doğru yazacağını söylediğinde gülüşüyoruz.
Albümü çıkalı daha bir ay olmuş ve bu yüzden bir hayli heyecanlı. Yıllar içinde onlarca albüme imza atmış olsa da o heyecanı hep yaşaması, çektiği klibin bitmiş halini beklerkenki sabırsızlığı, müziğe olan aşkına şahit olmak tüm ekip için farklı bir deneyim. Çekim esnasında çaldığımız müziklere zaman zaman eşlik ediyor, yakın dönemde kaybettiğimiz George Michael’in şarkılarında hafifçe dans ediyor. Röportajın ortasında asistanı Şeyma, klibin geldiğini söylediğinde özür dileyerek ara vermek istiyor ve hemen bilgisayara yöneliyor. Röportaja ara vermeyi hiç dert etmiyorum çünkü Seni Kimler Aldı şarkısının klibini herkesten önce Nilüfer’in kendisiyle birlikte izlemek herkese nasip olmaz! Çekimden çıkıp İstiklal Caddesi’nde yürürken ise Türk müziğinin önemli isimlerinin değerini bilmemiz gerektiğini düşünürken ve Nilüfer’in son albümünde yorumladığı Seninle Olmak Var Ya şarkısını mırıldanırken buluyorum kendimi.
Müzik hayatınıza nasıl girdi?
Çocukken girdi. Kendimi bildim bileli şarkı söyleyen biriyim ben. Kaç yaşındaydım bilmiyorum, çocuktum, şarkı söylüyordum. İtalyan Okulu’nda ortaokula devam ettim. İtalyan Okulu’nda okurken de dönemin İtalyanca popüler şarkıları hayatıma girdi. 70’li yıllarda Türkçe pop yeni yeni patlamaya başladığı bir dönemdi ve o zaman da yine müziğin içindeydim.
Yeniden Yeni Yine albümünüz için geçtiğimiz günlerde Seni Kimler Aldı şarkısına klip çektiniz. Albümde Sezen Aksu’nun altı şarkısı var. Sezen Aksu’nun hasta olduğunuz dönemde sizi yalnız bırakmayan isimlerden biri olduğunu biliyoruz. Ancak çok uzun yıllar hiç bir arada anılmadıktan sonra son birkaç yıldır size bir arada çalışırken görüyoruz.
Bir yandan da ayrı ayrı çok sevilen iki sanatçısınız. Neden bir araya gelişiniz bu kadar geç oldu?
Müzikal anlamda birlikte bir çalışma yapmadık ama konser şeklinde bir araya gelmişliğimiz var. Güneydoğu’ya yardım amaçlı, Milliyet gazetesinin bir projesi vardı. Açıkhava Tiyatrosu’nda üç gün üst üste konser verdik ikimiz. Hep bir şekilde dirsek teması olan, çok sık görüşemese bile birbirini seven, yaptıkları işleri takdir eden iki insandık hep. Belki aramızda rekabet de olmuştur. Herkes kendi adına iyi bir şey yapmak ister. Hiçbir zaman birbirimizi kıracak bir şey yapmadık, birbirimizi kıracak bir şey söylemedik birbirimiz için.
Instagram’ı da aktif şekilde kullanıyorsunuz. Hatta son klip çekiminizi oradan takip ettik. Siz mi yönetiyorsunuz, yoksa profesyonellere mi bıraktınız işi?
Ben kendim kullanıyorum. Özellikle bir süredir daha aktif kullanıyorum. Instagram’ı seviyorum. Mesela Twitter’da yokum çünkü orası bana hep riskli gelmiştir. Çünkü Twitter’da bazı insanlar aklına gelen her şeyi yazabiliyor. Ve bu, bazen benim öfkelenip ona cevap vermeme neden olabilir. Öyle bir pozisyona düşmemek için doğrusunu isterseniz Twitter’a girmek istemedim. Sadece işlerimi ilan ettiğim bir Twitter hesabım var ve orası insanlar tarafından çok cezbedici bulunmuyor anladığım kadarıyla. Orada biraz daha aktif olmak gerekiyor ama Instagram öyle değil. Tabii orada da yorumlar olabiliyor. Hatta olumsuz yorumlar da oluyor ama çok çok azınlıkta.
Yorumların hepsini okuyor musunuz, onlara cevap yazıyor musunuz?
Okuyorum tabii. Ama cevap vermiyorum. Bilgi isteyen birisi olursa cevap verdiğim oluyor.
Teknolojiye çok aşinasınız diyebiliriz yani.
Eh işte. Öyle çok sosyal medya delisi, tutkunu değilim. Bütün gün onunla yatıp kalkan birisi değilim açıkçası. Ama seviyorum. Teknolojinin müzikle iç içe geçtiği bir dönemdeyiz artık. Spotify, Apple Music gibi pek çok uygulama var. Hiçbirini dinlemiyorum, biliyor musunuz? Hepsini telefonuma indirdiler ama daha bir kere dinlemedim.
Şarkılarınız dijital platformlarda da dinlenebiliyor. Ama diğer yandan, Taylor Swift gibi isimler “Albümümü bedava dinletemezsiniz” diye Apple’a mektup yazıyor. Siz müziğin teknolojiyle iç içe geçmesi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Buna plak şirketi karar veriyor. Dolayısıyla o konularla pek ilgilenmiyorum. Albümüm nerede var, nerede dinlenebiliyor hiç bilmiyorum. Plak şirketi galiba oradan kazanıyor.
Buna karşı değilsiniz yani?
Orada dinlemese, Youtube’ı açıp dinliyor. Youtube olmasa, illa başka müzik indirecek bir platform bulur, oradan dinler. Buna engel olamazsınız ki. Uzun süredir Türkiye’de plak şirketleri dijitalden gelen albüm dinletilerini paraya çevirmeye çalışıyor. Ben fark ediyorum bunu. Eskiden öyle değildi. iTunes’tan baya albüm indiriliyor. Ben de indiriyorum. Önceden daha çok albüm alırdım ama şimdi dinlemek istediğim albümü iTunes’tan indiriyorum. Aslında bir albümü kartonetiyle elimde tutarak onu rafıma, arşivime koymayı daha çok severim ama ben bile artık bunu yapmıyorum.
Uzun zamandır müzik piyasasının içindesiniz. Dünden bugüne müzik piyasasının çok değiştiğini düşünüyor musunuz?
80’li - 90’lı yıllarda plak şirketleri çok rahat para harcıyorlardı çünkü çok kazanıyorlardı ama en çok plak şirketleri kazanıyordu. İnanılmaz paralar kazandılar, inanılmaz servetler yaptılar. Ama bir proje için de dünyanın parasını harcayabiliyorlardı. Ben bir albüme 300-350 bin dolar para harcandığını biliyorum. Düşünebiliyor musunuz? Şimdi bir albüme 300 bin lirayı bile plak şirketleri bırakın harcamak, böyle bir bütçe ayırmak bile istemiyorlar. Bunun iyiye mi gidildiğini, kötüye mi gidildiğini gösterdiğini bilmiyorum ama orada da öyle bir durum vardı.
Nilüfer röportajında Kayahan’ın adının geçmemesi imkansız. Neden bir dönem konuşmadığınızdan bahsetmek ister misiniz?
Onları artık konuşmanın bir faydası olduğuna inanmıyorum. Karşı tarafta buna yanıt verecek ya da konu hakkında görüş bildirecek bir Kayahan artık olmadığı için, bu konuda konuşmak çok anlamsız. Biz o konuyu kendi aramızda hallettik. Rahatsızlığı süresince zaten birlikteydik.14 Şubat’ta biliyorsunuz birlikte bir konser yaptık.
Son konseriydi o, değil mi?
Evet, maalesef. Biz bunları halletmiştik, çözmüştük zaten. Aramızda herhangi bir kırgınlık kalmadı.
Kanser gibi ciddi bir hastalık geçirdiniz. Çok geçmiş olsun, atlattınız.
Dolu dolu beş sene oldu. Hatta altı sene bile olmuş olabilir. İnanır mısınız, saymıyorum. Artık senede bir kere falan kontrole gidiyorum.
Böyle bir hastalık geçirdikten sonra hayatında ciddi değişikliklere giden, eskisinden çok farklı biri haline gelen insanlar var. Siz de “hastalığın ardından değiştim” diyebilir misiniz?
Tedavi bitip de bu işten yırttığımı hissettiğim anda hayatımda tatmadığım mutluluğu tattım. Mutluluktan içim içime sığmıyordu. Tedavimin bittiği dönem ilkbahardı. O ilkbahar benim için cennetti! Onun hayalini kuruyordum zaten. Hava ısınacak, kuşlar ötecek, çiçekler açacak ve benim tedavim bitecek diyordum. Hayatımın hiçbir döneminde ilkbaharı bu kadar mutlu yaşadığımı hatırlamıyorum. Aradan uzun zaman geçti fakat o hissi korumaya çalışıyorum tabii ki. Ama maalesef o hissiyatta kalamıyor insan. Hayatın o mücadelesi, savaşı ve yaşanan bir sürü olumsuzluk içinde gel de üzülme, gel de canını sıkma. Yani kendi hayatınla ilgili bir şey olmasa, çevrede olup bitenlere insan kahroluyor. Şu son zamanlarda yaşadığımız şeyler herkes gibi beni de son derece etkiliyor. Ama yine de eskiye göre hakikaten daha olgun, daha ılımlı karşılamaya çalışıyorum olup biten şeyleri. Yani kendi işimle, kendi hayatımla ilgili şeyleri. Çok derinlemesine canımın sıkılmasına izin vermemeye çalışıyorum. Bunu da kısmen başarıyorum. Çünkü üzüntü, stres, davetiye çıkartmak demek. Çünkü stres bağışıklık sistemini zayıflatıyor. Bağışıklık zayıfladığı anda da vücutta zaten varolan kanser hücreleri ortaya çıkıyor.
Kanser olduğunuz dönemde bir şeyler yazmışsınız. Hislerinizi kağıda dökmüşsünüz.
Evet, çünkü o dönemde yazmak beni rahatlatıyordu. İlk o teşhis konduğu günden itibaren tedavi sürecine kadar olan dönemi yazdım ama tedavi sürecine geldikten sonra biraz kendi derdime düştüm sanırım. Yani o ilaçların etkisi oluyor ya, malum; daha uyuşuk oluyorsunuz, üzerinize bir ağırlık geliyor. Ondan sonra kestim yazmayı ama sonra sakladım.
Ve kitaba dönüştürmeye mi karar verdiniz?
Bütün o tedavi süresince yaşadıklarımı da yazacağım ve belki bunu küçük bir kitap haline getirip kanserle ilgili bir vakıf yararına satılabilir diye düşündüm. Tedavim bittikten sonra onları tekrar çıkarttığımda baktım güzel de olmuş. Tabii bir editör tarafından toparlanırdı, daha da iyi olurdu. Ama devam edemedim. Çünkü o zamanki duyguları artık taşımadığım için, her şey bittikten sonra kitabın içine giremedim ve yazamadım. O kadarıyla bir dosyada duruyor.
Belki de yaşadıklarınızı hatırlamak istemediniz.
Belki de oraya tekrar dönmek istemedim, evet.
Aslında bir de kendi isminizi taşıyan çok içten itiraflarla dolu bir kitabınız var. Sizin hakkınızda hiç bilmediğimiz pek çok şeyi içten bir dille öğrendik bu kitapta.
Evet, orada olabildiğince hakikaten kimsenin bilmediği bazı taraflarımı, yaşadıklarımla ilgili bazı şeyleri o kitapta ortaya koyduk.
Bir yandan da çok cesur bir hareket değil mi bu? Babanızla ilgili yaşadıklarınızı o kitapta öğrendik sonuçta.
Bana yıllarca kapalı kutu dediler. Ben orada biraz içimi döküp insanların beni daha yakınen tanımasını arzu ettim herhalde. Çünkü aslında öyle bir kitap talebi uzun zamandır geliyordu fakat ben istemiyordum. Ondan sonra nedense birdenbire böyle bir şey yapmak istedim. İçtenliği olan, güzel bir kitap oldu.
Kitapta yazanlara göre babacı bir kız çocuğu olarak büyümüşsünüz ancak babanızın daha önceki evliliklerinden başka çocukları olduğunu öğrenmişsiniz. Bu, sizin erkeklere olan güveninizi sarstı mı, sonraki ilişkileriniz bundan etkilendi mi sizce?
O değil ama babamın ölümünü sonradan öğrenmem, hayata olan güvenimi sarstı galiba. Annem beni biraz da korumak için söylemedi, öldükten birkaç gün sonra babamın ölümünü öğrendim. Belki o bana terk ediliş gibi geldi. Sonuçta 11 yaşında bir kız çocuğuyum. Birdenbire baba yok oluyor, gidiyor. En son hastanede görmüştüm. O terk ediliş beni etkilemiş olabilir.
Hayatınızda biri var mı?
Yok.
Yalnızlığı mı seviyorsunuz?
Birkaç senedir hayatımda hiç kimse yok. Hayatımda kızım var, müziğim, şarkılarım ve kedilerim var. Hatta 11 kedim, iki köpeğim var. Zaten bunlar hayatımı yeterince dolduruyor. Büyük konuşmayayım ama hayatımı böyle devam ettirmeyi düşünüyorum.
11 kedinin ismini teker teker biliyor musunuz, hiç karıştırmıyor musunuz?
Tabii ki biliyorum, bilmez miyim! Hiç karıştırmıyorum.
İlişkilerinizde de şarkı sözlerinizdeki kadar dobra mısınız? Mesela “seni kimler aldı” diye bir erkeğe söyler misiniz?
İçimden söylerim!
Direkt olarak yüzüne hislerinizi söyler misiniz, yoksa sıkıntılarınızı içinize mi atarsınız?
Yani her ikisi de yerine göre değişiyor. Değişti. Hayatımda şu anda öyle bir şey olmadığı için böyle konuşuyorum. Ama zamanında dobra dobra yüzüne de söylemişimdir, içime de attığım olmuştur.
Biraz da kızınız Ayşe Nazlı’dan bahsedelim. Kaç yaşında oldu?
16 yaşında. Onu herkes benden fazla tanıyor. Diyelim ki yanyana birlikte bir yere gidiyoruz. Ben dışarı çıkarken, hatta birçok yere giderken hiç makyaj yapmam. Önce bana bakıyorlar, sonra ona bakıyorlar. Ancak onu görünce benim Nilüfer olduğumdan emin oluyorlar. Çünkü çok değişik bir fiziği var. Bir de herkes onu çok ufacıkken tanıdı, o zamanlar hep fotoğrafları yayınlandı.
Magazinde de ön planda değilsiniz. Tıpkı sizin gibi Ayşe Nazlı için de “Nilüfer’in kızı şurada görüldü” gibi haberler çıkmıyor.
Daha kendi başına gezemiyor da ondan. Daha benden öyle bir izin yok.
Hayatına karışır mısınız kızınızın?
Karışıyorum tabii. Daha çocuk o. Çevremizdeki yakın yerlere gidip arkadaşlarıyla buluşuyor tabii ki. Ama henüz gece çıkmak gibi şeyler yok hayatımızda. Mümkünatı yok, izin vermem.
Ayşe Nazlı’nın babası Reha Muhtar’la arası nasıl?
Her hafta sonu görüşürler. Ufak kardeşleri var, beraber zaman geçirirler. Bazen seyahate de gidiyorlar birlikte. Gayet iyi devam ediyor ilişkileri.
Şimdi sömestr tatilindeyiz. Kızınızla planınız var mı?
Kızımla birlikte bir hafta Portekiz’e tatile gitmeye karar verdik. Portekiz’e hiç gitmedim; müziğiyle, yemekleriyle çok da merak ettiğim bir yer. İstanbul’a çok benziyormuş. Lizbon ve Porto’ya gideceğiz, orada Fado dinleyeceğiz.
Kız çocuk babacı olur derler. Var mı öyle bir durum?
Öyle bir şey yok. Zamanının çoğunu benimle geçiriyor zaten. Her şeyi beraber yapıyoruz. Reha’yı çok seviyor, ilişkileri çok güzel, ona da çok güveniyor. Ama benimle geçirdiği zaman dilimi çok çok daha fazla. Paylaşımı olan anne kızız. Klasik anne kız arasında “şunu neden şöyle yapmadın, böyle yapsana” dediğim zamanlar oluyor. Şu an ergenlik dönemi malum. O zamanlar biraz öflüyor püflüyor ama onun dışında anlaşmazlığımız yok.
Örneğin Mehmet Ali Erbil’in kızının Instagram’da paylaştığı fotoğraflar çok eleştirildi. Siz kızınızın özel hayatına müdahale eder misiniz?
Ben ona doğru bir örnek olmaya çalıştım. Öyle olmaya da devam etmek istiyorum. Ve yanlış gördüğüm şeyleri de söylerim tabii ki. Ona göre, onun yaşanmışlığına göre çok daha fazla yaşanmışlığı olan bir insan olarak tabii ki ona doğruyu göstermekle, yaptığı yanlışları ona söylemekle yükümlüyüm diye düşünüyorum. Annesi olarak yaparım, söylerim, uyarırım.
Magazin programlarında da görmüyoruz sizi. “Nilüfer şurada görüldü” gibilerinden haberlerle hiç yansımıyorsunuz ekranlara.
Gezmiyorum, ondandır! Ben bir yere gideceksem, sade bir yemek yemeye giderim. Eğlence yerlerine gitmeyi pek tercih etmiyorum. Sevmiyorum, sıkılıyorum. Öyle bir eğlence anlayışım yok benim. Çok dışarı çıkmak istersem, arkadaşlarımla bir yerde bir şeyler yiyip sohbet etmeyi tercih ederim. Ya da evde olmayı daha çok seviyorum galiba.
Tekrar müziğe dönersek, 12 Düet ve 13 Düet olarak iki Rock albümü yaptınız. Böyle farklı bir albüm yapmaya nasıl karar verdiniz?
Beyaz Show’a katılmıştım. O programda bana sürpriz olsun diye, iki Rock grubuna benim şarkılarımı yorumlattılar. Yüksek Sadakat ve Gripin’di. Canlı olarak benim iki şarkımı performe ettiler. Ve bayıldım! O şarkıların Rock sound’unda söylenmesi çok hoşuma gitti. Esas aklıma gelmesinin sebebi bu. Daha sonra neden böyle bir albüm olmasın diye düşünmeye başladım. Plak şirketiyle, Samsun Demir’le bu konuyu konuştuk. “Olabilir Nilüfer Hanım” dedi. Aslına bakarsanız ben çok inanmıştım. Çıkan sonuç, benim inancımın da ötesinde oldu. Gerçekten çok güzel oldu. Şarkıların düzenlemelerini her grubun kendisi yaptı. 12 Düet çok büyük başarı elde etti. 120 bin gibi bir satışa ulaştı. Öyle olunca ikincisini yapmak hiç aklımda yokken, plak şirketi tarafından bir teklif geldi. Samsun Demir “İkincisini de yapalım, daha çok şarkı var” dedi. İkincisine daha başlayamadan araya benim rahatsızlığım girdi. Tedavimin sonuçlanmasına yakın ikinci albüm 13 Düet’in çalışmalarına başlamıştık. Aslında hemen arkasından çıkartmam lazımdı o albümü. Ama rahatsızlık araya girince biraz arası açıldı ama o da güzel oldu.
Bu son albümde nasıl bir fikirle yola çıktınız?
Yıllardır aklımda olan bir şeydi. Daha önceden de yapmıştım bunu. Geceler albümünde çocukluğumdan beri bildiğim bir sürü eski şarkıyı seslendirmiştim. Her Yerde Kar Var, Sensiz Yıllarda, İspanyol Meyhanesi gibi şarkılardan oluşan bir albüm yapmıştım. Yeni olarak bir tek Geceler vardı. Onun sebebi de Geceler’in o yaz Akdeniz Şarkı Yarışması’nda birincilik kazanmasıydı. Yani albüme son anda girdi. Aslında eski şarkılardan oluşan bir albüm yapacaktık. Türkçe sözlü pop müziğinde 90’lı yıllarda yapılan şarkıların birçoğu efsanedir. Öyle çıktık yola ve böyle bir albüm çıktı ortaya.
Albümünüz daha çok taze ama hayranlar da hiçbir zaman doymaz ya, yeni projeler bekleyelim mi bu yıl içinde?
Şu anda hiçbir proje yok. Biliyorsunuz konserler de Türkiye’nin şartlarına göre şekilleniyor biraz. Ben de konserler konusunda o doğrultuda hareket edeceğim.