Gözünden hiç çıkarmadığı siyah gözlükleri, gri saçlarıyla uyumlu sıra sıra gümüş yüzükleri, dik yakaları, takım elbiseleriyle Karl Lagerfeld, zinde imajıyla hiç değişmeyen, hiç eskimeyen ama modayı sürekli yenileyen bir tasarımcı. Hamburg’da doğan ama modanın merkezi Paris’te başarılı olan Karl Lagerfeld için, Chanel’i yeniden dirilten adam diyebiliriz. 1983 yılında Fransız modasının köklü asil markası Chanel moda eviyle yaptığı ilk anlaşması konusunda, "saygı artık satmıyordu, ben horlayan bir güzel satın aldım ve adeta ölüyü dirilttim" diyor. Siyah gözlüklerinin arkasında saklı bu gizemli adamın günlük yaşamı top modeller, ünlü aktrisler, dünyaca ünlü yıldızlar ve prensesler arasında geçiyor. Lagerfeld, Monaco Prensesi Caroline’in de favori tasarımcısı. Protokol davetlerinde Lagerfeld tasarımlarını tercih eden Prenses Caroline, Monaco Sarayı’nın her yıl düzenlediği geleneksel Gül Balosu’nun organizasyonunu da iki yıldır Lagerfeld’e emanet ediyor. Chanel, Fendi ve kendi adını taşıyan Karl Lagerfeld moda evlerinin sanat direktörü olan Lagerfeld, vizyonu ve parlak kariyeriyle 20. yüzyılın en önemli moda tasarımcılarından biri. 1933'te Hamburg'da varlıklı bir ailede doğan Karl Otto Lagerfeld’in çizim tutkusu çocukluğunda başlamış. “6 yaşımda İngilizce Fransızca ve Almanca konuşurdum. 18. yüzyıl insanlarının kostümlerini çizerdim; sürekli okur ve öğrenmek isterdim” diyor. Lagerfeld Ailesi savaş korkusunu yaşamakla birlikte açlık çekmemiş. Lagerfeld savaş günlerini ve savaş sonrasını Hamburg, Danimarka sınırında, Schleswig-Holstein bölgesinde, Bissenmoor’daki evlerinde geçirmiş. Ailesi tarım çiftliğinde inek yetiştirerek yarışmaya sokuyormuş. İneklerin biri de Almanya güzeli seçilmiş. “Hep iyi giyinirdim, babam Christian Otto ‘ iyi giyinmek iş yapmanın yarısıdır’ dermiş. Annesi Noel pastalarının süslenmesinde Karl’a güvenirmiş. Pastacı olmak istediğinde ise, annesi bu kararını erken bulmuş. İçindeki moda tutkusu onu Paris’e yöneltmiş. Lagelfeld modanın merkezi Paris’e gidince parlak kariyerinin ilk adımlarını da atmış oldu. 20 yaşındayken Pierre Balmain'ın asistanı olarak kariyerine başladı. Daha sonra Jean Patou'ya geçiş yaptı ve 5 yıl haute couture tasarımlara imza attı. Ama moda eleştirmenlerinden ilgi görmeyince iki yıl ara verdi, hayatını özgürce plajlarda geçirdi. 1963'te Tiziani, 1964 yılında Chole ile, 1972’de ise Fendi ile çalışan Lagerfeld, 1983'te Chanel'den teklif alarak sanat direktörü oldu ve o günden bu yana adı Chanel ile özdeş oldu. Bu gizemli tasarımcının yaşamını, Fransızyönetmen Rodolphe Marconi belgesel filminde gün ışığına çıkardı. Marconi’nin 2007’de çektiği filme Nicole Kidman ile Monaco Prenses de katkıda bulundu. Lagerfeld Confidential (Lagerfeld'in Sırları) adlı belgesel filmde ünlü modacı özel hayatını ve yaşamını paylaşıyor. Film Lagerfeld’in, tasarımcı ve fotoğrafçı yönünü, resim çalışmalarını, sanat kitapları koleksiyonunu ve top modellerle çevrili günlük yaşamını gözler önüne seriyor. Lagerfeld çizim yaparken siyah ve kırmızıyı kullandığını anlatıyor, tasarımlarını renklendirirken ise, kara kalem üzerinde saten görüntüsünü veren en iyi şeyin tipeks olduğunu söylüyor. Ona, Chanel’i, Chanel yapan adam diyorlar. Lagerfeld bir gün Chanel’ in katalog çekimlerinde fotoğrafçı ile tartışınca, fotoğrafçılığa da soyunmuş ve o günden sonra koleksiyonlarının fotoğraf ve katalog çekimlerini kendisi yapıyor. 2010 yılında da ''Maison Européennedela Photographie'' (Avrupa Fotoğraf Evi) adlı sergide fotoğraflarını sergilenmiş. Lagerfeld 1980'li yılların başlarında kendine ait parfüm ve giyim eşyası üreten markasını piyasaya sürdü; Brezilyalı ayakkabı markası Melissa için 4 sezon boyunca kapsül koleksiyonlar tasarladı. Vizyon ve kariyeriyle belgesel çekimlere konu oldu. Çok yönlü ve sıradışı tasarımcı bugünkü fit görünümüne kavuşmak için diyet yapmış ve zayıfladıktan sonra kitapta yazmış. 2006 yılında ''Les Musiques Que J'aime'' (Sevdiğim Müzikler) adlı bir CD çıkarmış. Lagerfeld, Vice dergisinde Bruce LaBruce’la söyleşisinde siyah gözlükleri konusunda, “Onlar benim çarşafım gibi, ben miyopum ve miyoplar gözlüklerini çıkardıklarında , şirin yavru köpekler gibi görünürler” diyor. Yalnızlık konusunda “ Asla kendimi yalnız hissetmem. Bana göre yaşlı, hasta, parasız ve etrafınızda kimse olmadığında yalnızsınızdır.” diyor. Ünlü modacının teknolojiyle arası hiç iyi değil. Telefonlardan nefret ediyorum. Faksı tercih ediyorum çünkü yazmayı seviyorum. Paris’teyken insanlara mektup yolluyorum. Her gün mektuplarımı dağıtan biri var. Bana göre medeni yaşam böyle bir şey. Ben her dakika arayabileceğiniz bir oda hizmetçisi değilim. Günümüzde çoğu insan bir oteldeki santralde çalışıyor gibi.” Kürkler konusunda ise , “Paranız yetmiyorsa kürkü unutun gitsin. İnsanlara ne kadar zengin olduğunuzu göstermek adına yatırım aracı olarak kullanmayın.” Diyor.
''Asla kendimi yalnız hissetmem. Bana göre yaşlı, hasta, parasız ve etrafınızda kimse olmadığında yalnızsınızdır.”