Müzik onun genlerinde var. Keman sanatçısı olan babasının izinden giderek müzik alanında bir kariyer yapmayı seçen Sascha Goetzel, klasik müzikle annesinin karnındayken tanıştı. Üç yaşında evlerinde düzenlenen partide dans eden konukları orkestra şefi edasıyla yönetmeye çalışan Sascha Goetzel, keman sanatçısı olarak başladığı kariyerine orkestra şefi olarak devam etti. 2009 yılında Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası’nın şefliğini üstlenen Sascha Goetzel, BİFO’nun uluslararası klasik müzik camiasında adını duyurmasını sağladı. Türkiye’yi çok seven Sascha Goetzel ile eğlenceli bir çekim eşliğinde müzikal yolculuğunu ve Borusan Filarmoni’yi konuştuk.
Babanız keman sanatçısı, müzik sizin genlerinizde var. Müzikle ilgili ilk hatıralarınız neler?
Annemin karnında olduğum zamanları hatırlamayı çok isterdim, çünkü Herbert Von Karajan’ın şefliğindeki Viyana Filarmoni Orkestrası’nın bir performansı sırasında karnında müzikle dans edermiş gibi hareket ettiğimi söylemişti.
Babanız sizi müzik endüstrisinde bir kariyer yapmanız konusunda etkiledi mi?
Tabii ki. Babanız dünyadaki en iyi sanatçılarla performans sergilemiş harika bir müzisyen olunca, onun ustalığı ve tavsiyeleri her zaman çok değerli oluyor. Babamla müzikten, sanatçılardan, gelişmek ve öğrenmek üzerine fikirlerden bahsetmediğimiz tek bir gün yok. Babamla paylaştıklarımı müziğime yansıtma ayrılacağımın olmasının bir armağan olduğunu düşünüyorum.
Keman sanatçısı olarak yetiştiniz. Orkestra şefi olmaya ne zaman karar verdiniz?
Aslında, bu ilk başta bilinçli bir tercih değildi. Annem ve babam evimizdeki bir yeni yıl partisinde Strauss’un ünlü “Blue Danube Waltz”ında dans eden 50 kişiyi gören küçük Sascha’nın aniden bir sandalye ve küçük bir çubuk aldığını, sandalyeyi insanların ortasına koyarak yönetmeye başladığını anlatmışlardı. O zaman üç yaşındaymışım. Daha sonraları hep orkestranın “ortasındaki adam” olmak istediğimi hatırlıyorum. Orkestra yönetmekle ilgili şöyle bir mit var, “Yönetmeyi aslında öğrenemezsiniz, şef olarak doğarsınız.” Belki de bazı açılardan bir gerçeklik var bu inanışta. Tüm hayatım boyunca orkestra şefi olmak istedim.
Müzik yolculuğunuzda sizi özellikle etkileyen birileri oldu mu?
Müzikal anlamda dört babam olduğunu söyleyebilirim. İlk gençlik yıllarında ve 20’lerin başında beni etkilediler ve ilham verdiler. Öğrettikleri ve benim gelişimimdeki etkileriyle bugünkü müzisyen kimliğime kavuşmamda emekleri büyük. Öncelikle babam tabii ki, daha sonra erken yaşta kaybettiğimiz Viyana Filarmoni Orkestrası’nın muhteşem keman sanatçısı Paul Guggenberger, orkestra yönetimi öğretmenlerim Maestro Seiji Ozawa ve Finli efsane orkestra yönetimi öğretmeni Jorma Panula. Onlar olmasaydı farklı bir yöne gidebilirdim. Onlar sayesinde kendime güvenecek gücü buldum ve kaderin bana hazırlamış olduğu yolda korkusuzca yürümeye başladım.
Orkestra şefi olarak sahneye ilk kez çıktığınız günü hatırlıyor musunuz?
Gençlik yıllarımda amatör olarak sahneye çıktığım oldu, ama ilk profesyonel konserim Viyana’da Viyana Mozart Orkestrası ile oldu. Bu orkestra, isminden de belli olduğu gibi Mozart’ın eserlerini çalmak konusunda uzman ve hatta müzisyenler Mozart’ın yaşadığı dönemlere ait kostümlerle performans sergiliyorlar. İlk konserim Viyana Konser Salonu’ndaydı ve geçtiğimiz Şubat ayında Borusan Filarmoni Orkestrası ile Viyana’daki ilk konserimiz için oraya gittiğimde neler hissettiğimi hayal edebilirsiniz.
Başarılarla dolu bir kariyeriniz var. Sizin için en parlak ve unutulmaz anlar hangileriydi?
Bunu kesinlikle söyleyemem, çünkü müzik yapmanın kendisi en parlak nokta! Avusturya’da keman resitallerinde performans sergileyen genç bir öğrenci olduğum günlerden başlayarak, gençlik yıllarımdaki yaylı kuartete, dünyada yüzlerce konserde performans sergilediğim Viyana Filarmoni’nin daimi üyesi olmaya, Amerika ve Avrupa’da orkestra şefi olarak ilk büyük adımlarımı attığım günlere uzanan unutulmaz anlarım var. Şimdilerde dünya standartlarında bir orkestra olan Borusan İstanbul Filarmoni ile çalışmanın ve dünyadaki en iyi orkestralara konuk şef olarak davet edilmenin ayrıcalığını yaşıyorum. En parlak noktaları söyleyemem, çünkü bugüne kadarki bütün adımları seviyorum. Bugün olduğum insan ve sanatçıyı bu adımların hepsine borçluyum. “Barış İçin Müzik” de benim için çok önemli bir nokta, kökeni ve sosyal statüsüne bakmadan insanları müzik aşkı için buluşturacak bir ortam yaratabilmeye yardımcı olmak çok değerli. Müzik dünyadaki tüm insanlar arasında bir köprü vazifesi görebilir. Belki de benim için kariyerimdeki en parlak nokta insanlar arasındaki bu köprüyü bir an için kurabileceğimi her zaman hissetmemdir. Müziğin büyüsüyle sözlere gerek duymadan birbirimizi hissedebilir, anlayabilir ve birbirimize saygı duyabiliriz.
Orkestra şefi olmanın en fark yaratan kısmı nedir?
Bunun her orkestra şefi için farklı olduğunu düşünüyorum. Bana göre müziğin anlamını ve verilecek evrensel mesajı aramak… Titreşimlerle ve seslerle çevriliyiz. Tüm evren çınlıyor. Müzik bize ne anlatıyor, bunu herkesin anlaması için nasıl şekillendirebilirim? Müzik evrenin ve insan ruhunun dili. Gerçek anlamını kavrayabilmek için bu dili nasıl konuşmalıyız? Beethoven’ın dediği gibi: “Müzik sözlerin çok ötesindedir. Her türlü ilim ve felsefeden daha büyük bir ilham kaynağıdır.”
Canlı performanslarda beklenmedik anlar yaşanabilir. Sizin böyle tecrübeleriniz oldu mu?
Tabii ki, her performansta! Müzikte sınırlar ve çizgiler yoktur. Her şey hareket halinde, hiçbir şey durağan değil. Yaşadığımız her an ve deneyim yeni. Hazır, açık, özgür ve son derece bilinçli olmalıyız. Vücudumuzun, aklımızın ve ruhumuzun o anki duygularımızla tam bir denge kurabilmesi gerekiyor. Müzik anın, şimdinin sanatıdır. İçimizde, ruhumuza yakın bir yolculuk deneyimlememizi sağlar. Bir performans sonrasında hepimiz hayat boyu bizimle kalacak bir deneyim yaşamış oluruz.
2009 yılından beri Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası’nın şefisiniz. Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası ile nasıl bir araya geldiniz?
Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası’nın yöneticileri bir seçim sürecindeydiler ve konuk şef olarak yer aldığım bir konser sonrasında bana görevle ilgilenip ilgilenmeyeceğimi sordular.
Sizin göreve başlamanızla orkestrada neler değişti?
Benim özel hayatımda her şey! BİFO benim müzikal hayatımın merkezi oldu ve hala da öyle. Kalbim BİFO’daki tüm sanatçılarla birlikte. Her konserde birlikte inanılmaz müzikal yolculuklara çıkıyoruz. Çok sevgili dinleyicilerimizle heyecan verici maceralar yaşıyoruz. Ben, orkestra ve seyircilerimiz bir bütünüz. Biz bir aileyiz, BİFO ailesi.
Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası’nın özellikleri hakkında neler söylemek istersiniz?
Bunun hakkında bir kitap bile yazabilirim. BİFO benzersiz. Her an olağanüstü enerji ve tutku, hep birlikte en yüksek duyarlılıkla müzik dilini en sofistike ve heyecan verici şekliyle konuşma arzusu… Dünyada çok az topluluk bu kalitede müzik yapabiliyor.
Farklı birçok ülkede çalıştınız. Türkiye’de bir orkestra yönetmenin farkları neler?
BİFO’dan önce Batı Avrupa’da hiç kimse Türk müzik kültürünün kalitesini gerçek anlamda bilmiyordu. Türkiye’den çıkarak uluslararası kariyer yapan başarılı solo sanatçılar oldu her zaman. Ama klasik müzikte uluslarası bir üne sahip bir orkestra olmamıştı. Batı Avrupa’da herkese Türkiye’ye gelmelerini ve buradaki harika müzik sahnesine tanıklık etmelerini söylüyorum. Türk müzisyenlerin kalitesi diğer Avrupa ülkelerindeki sanatçılarla aynı seviyede. Türkiye tüm dünyada bilinen ve beğenilen bir orkestrayı hak ediyor. Ne mutlu ki Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası sayesinde Türkiye’nin uluslararası klasik müzik sahnesinde sesi duyuluyor artık. BİFO dünyada en çok heyecan veren genç orkestralardan biri olarak kabul ediliyor.
Orkestrayla ilgili hedefleriniz neler?
Büyümek, öğrenmek, müzik yaparken eğlenmek ve her seferinde daha iyi olmak için sıkı çalışmaya devam etmek, müziğimizi daha heyecan verici ve muhteşem yapmaya çalışmak... Hala öğrenmemiz gereken çok şey var ve bu süreci birlikte yaşamak bize heyecan veriyor.
Orkestranın CD’leri çok ilgi çekiyor. CD’lerin BİFO’nun yurt dışındaki popülerliğinde etkisi olduğuna inanıyor musunuz?
Kesinlikle! CD’ler bizim imza ürünlerimiz. Seçtiğimiz repertuar, CD’lerin arkasındaki hikaye, performans şeklimiz… Bunların hepsi uluslararası klasik müzik camiasının “İstanbul’da neler oluyor” diyerek bizimle ilgilenmeye başlamasını sağladı.
BİFO’nun gelecek projelerinden bahsedebilir misiniz?
Gelecek sezonda Joyce DiDonato, Thomas Hampson, Rey Chen ve Luca Pisaroni gibi birçok uluslararası yıldızı konserlerimizde konuk edeceğiz. “Güllü Şövalye” (Rosenkavalier) operası gibi özel projelerimiz, Avrupa’ya ve Uzakdoğu’ya turnelerimiz olacak.
Diğer orkestralarda konuk şef olarak görev almaya devam ediyor musunuz?
Evet, devam edeceğim. İstanbul’daki meşguliyetim 10-12 hafta sürecek ve yılın geri kalanında konuk şeflik yapmaya devam edeceğim.
Evlisiniz ve iki çocuğunuz var. Yoğun çalışma temponuz ve özel hayatınız arasındaki dengeyi nasıl kuruyorsunuz?
Her zaman kolay olmuyor, ama beni her zaman destekleyen harika bir ailem var. Fırsat buldukça beni ziyaret ediyorlar. Özellikle de eşime minnettarım. Harika bir kariyerim olmasına imkan sağladı ve bana evrenin en büyük armağanını verdi: mutlu bir aile.
İki oğlunuz var. Onlar müzikle ilgileniyor mu?
Evet, ilgileniyorlar. Popüler müziği daha çok seviyorlar. Büyük olan gitar çalıyor. Küçüğü piyano ile davul çalıyor ve şarkı söylemeyi seviyor. Gerçekten çok güzel bir sesi var. Müzik hayatlarının bir parçası ve bir enstrüman çalarak müziğin sihirini yaşayabilmeleri beni çok mutlu ediyor. Çocuklara müzik, sanat ve sporla büyüme şansı vermenin onların birbirlerini daha iyi anlamalarına, birbirlerine saygı göstermelerine ve farklı olmanın güzelliğini keşfetmelerine yardım ettiğine inanıyorum. Farklı olmak korkulacak bir şey değil, hayatımıza renk katıyor ve mutlu bir hayat yaşamak için birçok kapıyı açıyor.
Kariyerinizle ilgili en büyük hayaliniz nedir?
Büyümeye ve öğrenmeye devam etmek.
Türkiye’de çalışmanın en iyi tarafları neler size göre?
İnsanlar… Farkı her zaman insanlar yaratır. Türklerin düşünce şeklini, tutkularını, tarzlarını ve hayattaki küçük şeylerden zevk alabilmelerini seviyorum. Ayrıca hayallerini yaşamak konusunda sınır tanımamaları ve yaptıkları işe sevgiyle bağlı olmaları çok hoşuma gidiyor. Türkiye’yi seviyorum.