Hızla tükettiğimiz hayat öngörülemez ve belirsizliklerle dolu. Bu muğlaklık kendi doğal gerçekliğinden de kaynaklanır elbet ama 'modern dünya' yaratmayı vadedenlerin niyetlerinden de biraz kuşku duymalıyız. Umut ve hayallerimizin manipüle edilerek insanlık için bitmeyen krizlere yol açıldığını görüyoruz. Kısaca bu durum pek de tekin olmayan bir bulanıklığı, bir pusluluğu ifade ediyor.
Ben eserlerimde düşüncelerin aktarılmasından daha çok hayatın gösterilebilmesini önemsiyorum. Aslında sanat hayatın, hayat da sanatın yerini almaz. Ama Narcissus gibi birbirlerine tutsaktırlar. Birbirlerinin yansımasını kucaklar. Amaç-araç, varlık-yokluk, ölüm-hayat gibi ayrılmaz ikililiği, çifte değerliliği, gerçekleşmesi zor bir arzuyu barındırırlar. Modern hayatın dayattıkları, arzu ile gerçek arasındaki kopuş, düşünsel olarak sanatın da sorunları olarak karşımıza çıkıyor. İzleyicide uyandırmak istediğim duygu, konuşamadığımız şeyleri resimlerde hissettirmek.
Sanat, kendisine 'katılan' ile ilintilidir. Katılanın önemi 'yeni' olmasındadır. Sanat üzerine yapılan tüm tartışmalar yeninin ne olduğu üzerinedir. Ben, bir eserde daha çok duygu, heyecan ve bundan alınan hazzı ararım. Ama bunu, sanata 'katılan' anlamında söylüyorum. 'Yeni' elbette tartışmalı bir konudur. Zaten tartışmalı olan bu yeninin ne olduğu benim çalışmalarımda merak ve heyecan yaratmak için de gerekli bir öğedir. Bu yeniyi, tuval resimlerimde ve pleksili işlerin plastiğinde renk, biçim ve form olarak görebiliriz. Biçimler, uzaklaşıldığında somutlaşır, yaklaşıldığında soyutlaşır. Soyut ve somut, bir arada birlikte ilişki içindedir. Resim, tuvalin yanlarına taşar, çerçeveyi reddeder. Ana renklerden oluşan saydam boyalar, diğer açık-koyu tonlarıyla birlikte ara renkleri verir. Bazen pleksi gibi saydam yüzeyler, boyaların saydamlığının katkısıyla da fiziksel bir espas oluşturur. Figürler bazı resimlerde rölyef olur, bazen de heykele dönüşür. Gözün, retinasında girişilecek oyunlara açık olmasını amaçlıyorum.
Akrilik boya yeni bir malzeme ve kalıcılığı konusunda emin olmak zor. Yağlıboyanın dayanıklılığı ve kalıcılığı kuşku götürmez. Yeni sanatsal akımlar, sanatçıyı yeni kitle iletişim araçlarını ve teknolojilerini kullanmaya zorluyor. Bu bende bir yenilmişlik duygusu uyandırıyor ve tepkisel olarak yağlıboya, benim resmimin en geleneksel malzemesi olarak varlığını sürdürüyor. Yağlıboya, kalıcılığı ile resmin gelenekle bağını korur.
Tekniğin yanı sıra dilde de yeniyi aradığım için, sanatta algı, temsil etme, espas gibi ana değişmezler üzerine hep analitik yaklaşım içinde oldum. Espas hem resmin hem de heykelin ana değişmez öğesidir. Espas, resimde iki boyutlu yüzeyde, heykelde ise fiziksel olarak ele alınır. Ressam olarak iki boyutlu yüzeyde çözümlenmesi amaçlanan espası, pleksi malzemeyle aynı eserde fiziksel gerçekliğe de taşımak istedim. Sonuçta, üç boyutlu resim(ler) fikri böyle ortaya çıktı.
Renk seçimlerinde imgelerin kendi özgün renklerinden yola çıksam da onları ham ve kaba halleriyle kullanmak yerine, dönüştürerek onlara yeni bir anlam yüklüyorum. Bu şekilde çok sayıda eskiz ve taslakla olası bütün renkleri görerek en etkili, şaşırtıcı ve güçlü kompozisyonları oluşturabiliyorum.
Ne kadar hızlı çalışsam da tekniğim kısa sürede üretmeme izin vermiyor. Hiç ara vermeden yaklaşık iki-üç haftayı bulsa da daha uzun sürebiliyor. Çalışmalarım deneysellik de içerdiğinden, yeni malzeme ve teknik arayışı da çalışmalarımın uzun sürmesine neden olabiliyor.
Henüz akademi bitmemişken katıldığım birçok yarışma ve çağrıldığım çokça özel-resmi sergiler kariyerim açısından önemli olmuştur. Kariyerimin başında Akademi'nin düzenlediği "Yeni Eğilimler" sergilerinde (1985, 1987) yer almış, Dyo'nun düzenlediği yarışmadan (1986) mansiyon, yine aynı yıl, aynı firmanın Viking resim yarışmasından ödül almıştım. Özgünlüğü daha çok resmin plastiğinde aradığım için modernist dönemimdi diyebiliriz. Bu bende ağır bir yükümlülük oluşturmuştu ve sonraları kendimi Post modern düşüncede buldum. Çünkü modernizm, kendinden önceki kuralları yıkarken yeni olabiliyor ama kural koyucu olarak da eskiyordu. Sanatın ana değişmezleri ve renk-form ilişkileri üzerine daha analitik düşünüyor ve sanatta özgünlüğü, sanata katılanda aramaya; tartışmalı olan yeni üzerine düşünmeye başlamıştım. Bu dönemde de Günümüz Sanatçıları, 13. İstanbul Sergisi yarışmasında (1992), 12. Ve 13. Esbank ''Yunus Emre Resim Yarışması Sergileri"nde (1995, 1996) başarı ödülleri aldım. Yine 1993'te Nişantaşı Beral Madra Çağdaş Sanat Galerisi'nde ''51 İş'' isimli solo sergimi yaptım. Daha sonraları ise fuarlar, sempozyumlar, müzelerde yer alma ve çağrılı sanatçı sergileri kariyerimin dönüm noktaları oldu diyebilirim.
Üniversite ya da öncesinde olsun resim bölümü öğrencileri, gelirken bagajlarıyla geliyorlar ve zihinleri sanata dair tabularla dolu. Bu sanatsal tabuları yıkmak ve öğretilerinizi kabul ettirmek için onları ikna etmek ve tezinizin doğruluğunu kanıtlamak zorundasınız. İşlemez ve çalışamaz bilgi ve birikimler, yeni ve farklı deneyimlere muhtaçtır. Aksi, öğrenmeyi geciktirmektedir. Bölüm dışından ve bu dersi seçen öğrencilerle dersi daha rahat yürütebiliyorum. Seçmek, istemek olduğundan ve hiç bagajsız, tamamen kavramaya ve anlamaya odaklı olabildiklerinden zaman da kaybetmiyoruz. Daha eğlenceli ve keyifli çalışıyor, daha becerili işler çıkarabiliyoruz.
Gücü elinde tutan batı eksenli sanat merkezi çevreye verdiği gözdağıyla Türk sanatına, oryantalist bir gözle bakılmasına neden oluyor ve manipülasyonlarıyla bu kanaati pekiştiriyor. Bu kompleksli bir yaklaşımdır ve Türk aydını ve sanatçısı bu tuzağa düşmemelidir. Bugün Türk sanatı ciddi bir konuma ulaşmıştır. Türk sanatçısı, dünya sanatçılardan geri değildir. Yakın gelecekte güç değiştiğinde merkezin de değişeceğini ve Türk sanatının hak ettiği ilgiyi göreceğini düşünüyorum.
Pandemi süreci de sergimdeki gibi puslu bir zamanı içermekte. 'Puslu Zamanlar' sergisiyle göstermeye çalıştığım, hayatın ne kadar belirsizliklerle dolu olduğu, endişelerimizin ve kaygılarımızın ne kadar yerinde olduğudur. Güven duygusunu iyice yitirdiğimiz bu pandemi döneminde komplo teorilerine daha da yaklaştığımı söyleyebilirim.
Sanatın gelişimi ve sanatçının desteklenmesi açısından gerekli ve önemli olduğunu ve sanatın merkezi olma konusunda iyi bir ivme yakalandığını düşünüyorum. Organizasyon olarak oldukça başarılı da olundu. Bunu korumak ve gözetmek gerekir. Daha çok sayıda sanat fuarı yapmalıyız.
Evet, sanatçı için düşünür diyebiliriz. Sanatçı sürekli fikirler geliştirir ve bunları sorgular. Sanatçı, sürekli bir zihin jimnastiği içindedir. Nesne, düşüncenin görülmesini sağlaması bakımından önemlidir ama gösterilebilecek bir şeyin de olması gereklidir. Sanat 'totolojik'tir (hepdoğru). Sanat, var olan ama tanımlayamadığımız bir 'bilme' nesnesidir ve doğası gereği sanatın ne olduğu üzerine düşünmedir. Gerçeği bilmede, dünyayı anlamada, düşünce ve soru geliştirmeyi sağlar. Artık söylenebilecek bir şeyin kalmadığı duygusuna kapıldığımız dünyada sanat başka hiçbir dilde anlatılamaz olanı, söylenemez olanı gösterendir.