Eserlerim çok uzun seanslardan ve meşakkatli bir uygulama sürecinin ardından oluşuyor. Bu süreç, benim onlarla uzun ve yoğun bir zaman geçirmemi sağlıyor. Dolayısıyla bu uzun süreçlerin sonunda bir konsept oluşturmak, o konsept içinde tıpkı bir film yönetmeni gibi izleyiciye bir hikaye anlatmak, bu hikayeyi de uygun mekanda izleyiciye sunmak zaman alıyor. Bir önceki sergimden bu yana geçen yedi yıl içinde kazandığım deneyimler, yaşadığım sanatsal üretimler ile artık genç bir sanatçıdan ziyade ilk sergisinden bu yana 24 yılı geride bırakmış usta bir sanatçı olma yoluna doğru ilerlediğimi hissediyorum.
Bir insan için zaman, dünyadaki en kıymetli kavram. Yerine yenisini koymanın mümkün olmadığı, değerli, kullanmanın çok zor olduğu bir kavram. Kariyerimdeki ve hayatımdaki geçmiş dönemlerime baktığımda, zamanımı olgunlaşmak adına iyi kullandığımı düşünüyorum. En azından bunun için çok çaba sarf ediyorum.
Çok düzenli ve sistemli bir hayatım var. Atölyede de planlı programlı ve belli bir düzen içinde çalışmayı seviyorum. Atölyemde hobilerim olan bazı film koleksiyonlarıma çalışma ortamımda yer veriyorum. Tıpkı beni besleyen filmler gibi topladığım objelerle iç içe olmak hayal gücümü genişletiyor. Ayrıca çalışırken film dinlemeyi çok severim, daha önce izlediğim, sevdiğim filmleri, çalışırken tekrar dinlemek bana çok enerji veriyor.
Benim eserlerime ilgi gösteren koleksiyonerlerim de genellikle tıpkı benim gibi sinema meraklısı oldukları için aramızda daha hızlı ve güçlü bir bağ oluyor. Bir eserin oluşum sürecine şahitlik etmek koleksiyonerlerimin çok hoşuna gidiyor. Bazen birlikle saatlerce film sohbetleri yapıyoruz, bazen de birlikte sinemaya gidip filmleri adeta ortamında ve yerinde inceliyoruz. Koleksiyonerlerin sanatçının dünyasını tanıdıkça eserleriyle daha güçlü bağlar kurduğuna inanıyorum. Bu yüzden bu dostlukların son derece kıymetli olduğunu düşünüyorum.
Yaklaşık 7-8 yıl önce gerçekleştirdiğimiz bu buluşma benim kariyerimdeki en önemli projelerden biriydi. O kadar önemli anlamları bir arada taşıyor ki... ALEM ailesi ile gerçekleştirdiğim ilk ciddi projemizdi. Değerli dostum Hacı Sabancı ile arkadaşlığımızın güçlenmesini sağlayan muhteşem bir anı oldu. Ayrıca "What Collectors Collect" sergisinin ilk çekimi de bizim çekimimiz olmuştu. Bütün bunların yanında, serginin o yıl Contemporary İstanbul'da sergilenerek sanat izleyicisine, sanatçı ve koleksiyoneri arasında kurulan bağı anlatması, paylaşması açısından da çok kıymetli olduğunu düşünüyorum. Hatırladıkça mutlu olduğum harika bir projeydi.
Mum hem bir obje olarak hem de ışığı ile sergide karşımıza çıkıyor. Tıpkı insan gibi yaşayan bir obje mum. İlk yaktığınız zaman verdiği ışık taze, gövdesi başta güçlü, zaman geçtikçe ışığı olgunlaşıp güçlenirken gövdesi eriyerek değişmeye başlıyor. Bizler gibi doğuyor, büyüyor, yaşıyor. Sonlara doğru artık ışığı azalıyor ve eriyip, yok olup gidiyor. Her biri kendi hikayesini, kendi ışığını sunuyor. Yaşam ve zaman kavramını izleyiciye muhteşem bir biçimde yansıtabilen bir obje. Bunun dışında sinemaya dönecek olursak orada da zamanı işaret ediyor. Aslında zamansız. Şöyle ki uzak gelecekte geçen bir filmde de karşımıza çıkıyor; bundan 500 yıl önce geçen bir filmde de. Kimi zaman yüzlerce yıllık bir hikayeyi anlatan bir filmde küçücük bir anda görünüyor, kimi zaman 5-10 dakikalık bir sahnede eriyip yok olduğunu veya söndüğünü görüyoruz. Bu çeşitlilik pek çok yönetmenin filmlerinde onu kullanmasını sağlamış. Ben hem bu zaman kavramına işaret etmek hem de mumların onlarca çeşit filmde karşımıza çıktığı anları bir araya getirerek yeni bir hikaye oluşturmalarını paylaşmak istedim.
Başından sonuna kadar ışık ve gölgeyi işaret eden bir sergi bu. Buradaki ışık mumların hayatlarını bize gösterirken, ışığın sunulduğu karanlık ise hem mumların kendisini hem de ışığını ortaya çıkarıyor. Bu bağlamda, filmlerden bu mumla sahnelerini söküp çıkartırken, etraflarındaki diğer obje ve figürlerden arındırarak sunduğum sahneler çoğunlukta. Mumları resimlerken genellikle karanlık bir zemin üzerinde tercih etmemin sebebi de bu oldu. Işığının güçlü mü, zayıf mı, loş mu olduğunu veya gövdesinin güçlü mü yoksa erimiş, zaman harcanmış mı olduğunu ifade etmek için karanlığı biraz daha fazla seçtim.
Caravaggio, özellikle çok iyi bildiğim ve incelediğim bir sanatçı. Güzel Sanatlar Fakültesi'nde ikinci sınıf öğrencisiyken sanat tarihi dönem ödevi konum Caravaggio ve eserleriydi. O araştırmam ile 100 tam puan tek öğrenciydim. Caravaggio, ışığı mı karanlığı göstermek için kullanıyor; yoksa karanlığı mı ışığı göstermek için kullanıyor; bu adeta onun resimlerine bir gizem katan, izleyiciyi büyüleyen bir sır. Ben bu sergideki eserlerimde, kompozisyonlarda karanlığı daha çok tercih ettim. Çünkü mumların ışığına ve o ışıkla birlikte değişime uğrayan gövdelerine işaret etmek istedim. Kuşkusuz bu tercihlerimde Caravaggio'nun etkisi büyük.
Mekan düzenlemesi fikri ve kurgu konsepti, tamamıyla galerinin kurucusu Esra Hanım'a ait. Bu fikir için kendisine ne kadar teşekkür etsem az. Çünkü sanatçıya sadece bembeyaz dört duvar sunmak yerine, eserlerle birlikte yaşayan ve hikaye anlatma çabası olan bir mekan yarattı. Eserlerimde zaman konsepti üzerinde durduğumu izleyiciye anlatmak için yaşayan ve yaşlanmış duvarlar oluşturulmasından tutun, filmlerde yardımcı oyuncular gibi eserlerin izleyici ile bağ kurmasını sağlayan objelere kadar tüm konsepti Esra Hanım oluşturdu. Burada şu çok güzel oldu; benim sanatçı olarak resimlerle anlatmak istediğim hikayeyi izleyiciye daha iyi bir biçimde sunmak adına yapılan dokunuşlarla, mekan ve eser ilişkisi daha da ortaya çıktı.
Galeri mekanımız son derece güçlü olduğu için iki katı iki farklı konsept olarak kurgulamak istedik. İlk katta son derece sade ve fütüristik bir sunum yaptık. İzleyicilerimiz buradan ikinci kata geçtiğindeyse daha geçmişe dönük, daha antik bir tarz ile karşılaşacaklar. Bu izleyiciye hem bir zaman yolculuğu yaşatırken hem de eserleri farklı zaman dilimlerinde deneyimleme fırsatı sunacak.
En sevdiğim yönetmenlerden biri olan David Fincher'ın sinema ve yönetmenlik üzerine söylediği güzel bir tanım var: "Zaman içindeki davranışlar." Sinema zaman içindeki akışkanlığı, farklı davranışları ve bunları bir araya getirip oluşturduğu hikayeyi izleyiciye sunuyor. Ben bu akışkanlık içinden sadece bir kareyi seçip, filmin içinden çıkartıp zaman içinde donduruyorum. Benim eserlerime baktığınız zaman işte bu seçilmiş, değişime uğrayan zaman periyodu içinden sökülüp çıkarılmış bir anı izliyorsunuz. Tıpkı Rönesans döneminde ressamın tarihi bir savaş sahnesi dondurup resimlemesi gibi.
Bir sinema filmini izlerken seyirci çoğunlukla kendini o filmin içinde bulmayı sever. Yönetmenin anlattığı hikayeye ikna olursa, o film başarılıdır. Benim sergim de buna benziyor. İzleyicinin resimlerin karşısına geçtiğinde o filmi ve o sahneyi anımsaması, akışkan bir görüntü içindeki filmden çıkarılmış, zaman içinde dondurulmuş o anı tekrar yaşaması beni çok mutlu ediyor. Bu sergide izleyicilerin eserler ile daha fazla bağ kurabilmesi için teknolojiden de faydalandık. Her eserin yanında yer alan QR kodu telefonda okuttuğunuz zaman resimdeki anın yer aldığı filmdeki sahne küçük bir video olarak karşınıza çıkacak. Gerek mekanda oluşturduğumuz mekan-sergi ilişkisi gerekse bu ufak teknolojik dokunuşlar ile, sergiden ayrılan izleyicilerde tıpkı severek izledikleri bir sinema filminden çıkmışcasına, yıllarca hatırlayacakları bir sergi sunmak amacındayım. Bir sergi, bir eser hatırlandıkça, insanlar anılarında ve hayatlarında onlara yer verdikçe ölümsüz olabilir.
Sanata, görselliğe ve tasarıma hayatım boyunca hep ilgi duydum. Antika ve objelerin yaşanmışlığına olan merakım gün geçtikçe sanata olan ilgimi daha da arttırdı. Sanat ile birlikte yaratıcılık ve estetik anlayışım gelişti, görsel unsurların ardındaki anlamları daha derinlemesine incelemeye başladım. Bu sürecin beni zamanla daha sabırlı, gözlemci ve duyarlı biri haline getirdiğini düşünüyorum. Sanatla ilgili olmak estetik bir zevk haricinde bana ayrıca bir vizyon da kattı.
Ruzy'yi kurarken, genç yeteneklerin sanatseverlere rahatça ulaşabileceği bir mecra oluşturmak, sosyal sorumluluk projelerine destek vermek, çağdaş sanatçılarımızın uluslararası mecralarda yer bulmasını sağlamak ve dünya çapında kabul görmüş Türk sanatçılarımızın eserlerini günümüz modern imkanlarından faydalanarak sanatseverlerimizle buluşturmak, öncelikli hedefim oldu. Ruzy olarak yalnızca sanatçılara ev sahibi olmak dışında onlarla birlikte sanatın bir parçası olmayı hedefliyoruz.
"Işık. Gölge. Sahneler" sergisi eşsiz bir niteliğe sahip. Çağatay Odabaş'ın her bir eseri ayrı bir sahne gibidir. Sanatçının eserlerinde tasvir edilen her bir mum, sanki ayrı bir hikayedir. Ana küratöryel fikir, eserleri galeri alanında sadece sergilemek değil, izleyicinin kendisini eserin bir parçası gibi hissedebileceği bir atmosfer yaratmaktı. Tasarım kararları ve antik nesneler yardımıyla, galerinin iç mekanında barok dönemin atmosferini yeniden yaratmaya çalıştık; mum, klasik sanatçılar olan Caravaggio gibi, aydınlatmanın ana kaynağıydı. Aynı zamanda sinema sahnelerini yeniden canlandırıyoruz, bu nedenle sergide bir kamera da mevcut. Böylece izleyici, bir film sahnesine girerek eserin doğrudan bir parçası haline geliyor ve mum ışığında başkahraman oluyor.
Deneyim dediğimiz şey nedir? Herkes için elbette farklıdır. Sanatçı için bu, yeni bir sergileme deneyimi olurken, izleyici için sanat eserini algılamanın yeni bir yolu anlamına gelir. Her iki deneyim de Ruzy Gallery'nin bakış açısını içinde barındırır. Sanatçılar ve sanatsal projeler söz konusu olduğunda, Ruzy Gallery ekibi olarak, sanatçının fikrini hayata geçirmesine azami destek sağlamaya çalışıyoruz. Örneğin küratöryel destek ve PR gibi. İzleyici için ise bu, galerimizde eseri farklı bir şekilde deneyimleme fırsatıdır; özellikle etkinlik programımız aracılığıyla, sanatçıyla bir diyalog çerçevesinde tanışma veya daha alışılmış bir format olan "artist talk" ile.
Ruzy Gallery'nin sergi programını oluştururken, sanatçılar ve projeleri seçerken birkaç önemli faktöre odaklanıyoruz. Öncelikle, sanatçının eserinin galerimizin genel vizyonu ve felsefesiyle uyumlu olup olmadığını değerlendiriyoruz. Sanatın her bir dalında derinlemesine bir anlayışa sahip olmak ve güncel sanat trendlerini takip etmek bizim için kritik öneme sahip. Ayrıca, projelerin tematik derinliği ve yenilikçiliği de önemli bir kriter. Sanatçının yaratıcılığı, ifade biçimi ve sosyal konulara duyarlılığı, seçim sürecinde belirleyici bir rol oynuyor. Bunun yanı sıra, sergilerin izleyiciyle nasıl etkileşimde bulunacağı ve deneyim sunacağı da dikkate aldığımız unsurlar arasında. Galerimizdeki sergilerin, ziyaretçilere düşünsel bir yolculuk sunmasını ve onları sanatın bir parçası haline getirmesini hedefliyoruz.
Her sanatçıyla iş birliği benzersizdir. Bu iş birliği, sanatçıyla tanışma ve atölyesini ziyaret etme ile başlar. Her bir eserin nasıl yaratıldığını, sanatçının nereden ilham aldığını ve kimin tarafından etkilendiğini anlamaya çalışıyoruz. Bizim vizyonumuz ile sanatçının vizyonu arasında bir ortaklık bulmak önemli, çünkü sergi oluşturmak iki tarafın ortak çalışması ve güven ile karşılıklı anlayışa dayanır. Sanatçılara kendilerini ifade etme konusunda yeterli özgürlük sağlıyoruz ve onların yaratıcı fikirlerini gerçekleştirmelerine destek veriyoruz. Bu, onların benzersiz tarzını korurken aynı zamanda onu galerimizin bağlamına entegre etmemize olanak tanır.
Çağatay Odabaş ile yaklaşık altı ay önce bir araya geldik. Çağatay, galerimizi ziyarete geldi ve üzerinde uzun zamandır çalıştığı projesini ilk kez bizimle paylaştı. Ondaki heyecan açıkçası hepimizi derinden etkiledi. Saatler süren sohbetimizin ardından bu eşsiz projeyi Ruzy'de yapmaya karar verdik. Çünkü bu proje hikayeli... Daha önceden Çağatay kişisel bir proje üzerinde çalışıyordu ve o dönemde bir galeri konusu henüz netleşmemişti. Ayrıca, Çağatay'ın popüler bir sanatçı olmasına rağmen son yedi yıldır kişisel sergi yapmamış olması ayrı bir önemli noktaydı. Bu da bizi oldukça heyecanlandırdı ve hemen atölyesini ziyaret etmeye karar verdik. İşte böylece "Işık. Gölge. Sahneler" sergisine giden yolculuğumuz başladı.
Daha önce belirttiğim gibi, Çağatay, sergi fikrini bizimle yaklaşık altı ay önce paylaştı. Ruzy ekibi olarak, sanatçının eserlerinin oldukça klasik bir estetik algıya sahip olmasından etkilendik. Eserleri, Caravaggio gibi klasik sanatçıların ışık-gölge çalışmalarını hatırlatıyor. Bu, onun "mumlar" serisini ilk gördüğünüzde akla gelen ilk şeydir. Aynı zamanda modern ve izleyiciye tanıdık; çünkü bu, ünlü filmlerin sahnelerindeki mumlar. Ayrıca, Çağatay'ın tekniği ekrandaki pikselleri andırıyor. Sanatçının eserlerinde, klasik sanat ile sinemayı kendi özel görüşü ve tarzında birleştirmesi etkileyici. Sanatçının eserlerini vurgulamak için, sinema ve Caravaggio dönemini birleştiren uygun bir atmosfer yaratmak istedik; aynı zamanda galeri alanının modern imajını kaybetmemeye de dikkat ettik.
Sinemanın en önemli unsurlarından biri müzik eşliğinde olmasıdır. Tıpkı ışık ve gölge arasındaki ilişki gibi, kadrajdaki atmosferi eşsiz kılarak filmin iletmeye çalıştığı duyguları ve hisleri güçlendirir. Çağatay Odabaş'ın, her eseri bir film sahnesi olan sergisinde, 80'den fazla film ile diyaloğa giriyoruz. Rahman Altın, bilindiği üzere sayısız değerli projede imzası olan bir tenör, yapımcı ve aynı zamanda besteci. Sergi fikri oluştuğunda, arka planda filmlere özgü müzikleri eklemek istedik. Daha sonraki süreçte Rahman Bey ile tanıştım ve kendisine bu projeden bahsettiğimde bize destek verebileceğini söyledi. Ve bu harika proje, Rahman Altın gibi değerli bir sanatçının da katılımıyla tamamlanmış oldu. Rahman Altın'ın müziği, "Işık. Gölge. Sahneler" konsepti için özel olarak yaratılan serginin kendine has bir soundtrack'idir.
Çağatay'ın vizyonunu galeri mekanına yansıtmak gerçekten zorlu bir süreç, ama bu sergide onun sinematik yaklaşımını en iyi şekilde ifade eden tek bir detay değildi aslında; bu alanda birçok detay mevcut. Bunlardan biri de mumlar. Galeride sıkça rastlayacağımız bu mumlar, ışık ve gölge oyunlarıyla birleşerek, adeta bir film sahnesinin içindeymişiz gibi bir deneyim sunuyor. Bu unsurlar, sergi alanındaki atmosferi ve hissettiklerimizi mükemmel bir şekilde vurguladı. Işık, her eserin ruhunu yansıtırken, gölgeler de derinlik katıyor. Bu denge, sergi alanını adeta bir sahneye dönüştürdü. Ziyaretçiler, bu görsel deneyim sayesinde hem duygusal hem de düşünsel bir yolculuğa çıkıyorlar. Gerçekten de bu deneyim, izleyiciler için unutulmaz bir anı bırakıyor!
Bu sergide, yaratıcı ekibimiz hem görsel hem de teorik konsepti paralel olarak geliştirdi. Görsel konsepti ben oluşturdum, yani galeri alanının tasarımını üstlendim. Daha önce de belirttiğim gibi, antikalar ve genel olarak tasarım benim tutkum; bu süreç de benim yaratıcı ifademin bir parçası oldu. Teorik konsept üzerinde ise galeri yöneticimiz Polina Somochkina çalıştı; sanatçının fikrini derinlemesine inceleyerek klasik sanat ile sinema arasındaki paralellikleri analiz etti. Sergiyi oluştururken ana hedefimiz, sanatçının fikrini, mumun bir obje olarak konseptini ve resim ile sinema arasındaki benzerlikleri ön plana çıkarmaktı. Mum ışığı, Caravaggio'nun barok estetiği ile ilişkilendirilir. Caravaggio'nun başlattığı ışık-gölge tekniği ise sinemada sıkça kullanılmakta, özellikle Stanley Kubrick'in "Barry Lyndon" filminde dikkat çeker. Ayrıca, Çağatay Odabaş'ın sergide 80'den fazla filmden 80'den fazla mumu resmettiğini belirtmek gerekir.
"Işık. Gölge, Sahneler"in, hem sanatseverlerin hem de sinemaseverlerin ilgisini çekmesi oldukça mutluluk verici. Farklı ilgi alanlarına sahip izleyicileri bir araya getirmek, galeri için çok heyecan verici bir durum. Bu sayede sergi; geniş bir kitleye ulaşmakla kalmıyor, aynı zamanda farklı bakış açıları ve düşünceler de paylaşılıyor. Farklı disiplinlerden gelen insanlar burada buluştuğunda, sergi sırasında güzel sohbetler ve etkileşimler oluyor. Bu da hem sanatçılarımız hem de bizler için ilham verici bir atmosfer yaratıyor. Sanatın ve sinemanın kesişim noktalarında yapılan tartışmalar, galeri atmosferini zenginleştiriyor. Kısacası, bu çeşitlilik, hem eserleri hem de hikayeleri daha derinlemesine keşfetmemizi sağlıyor ve Ruzy olarak biz de bu etkileşimin bir parçası olmaktan çok mutluyuz!
Ruzy'yi kurarken gerçekten kalbimde yatan bir şey vardı: Sanatı sadece sergilemek değil, onun etrafında hikayeler yaratmak. "Işık. Gölge. Sahneler" de tam bu amacın bir yansıması. Her bir eser, izleyiciyle bir bağ kurmayı hedefliyor; onlara yalnızca görmekle kalmayıp, hissetmeleri için bir kapı aralıyor. Sanatın, bizi birbirimize bağlayan bir dil olduğuna inanıyorum. Bu sergi, o dili konuşma fırsatı sunuyor; izleyicilerle çeşitliliğin içinde ortak bir duygu alanı yaratmak istiyoruz. Bu nedenle sergi mekanını sergiye bağlantılı olarak konsept bir mekan olarak tasarladık. Herkesin bu yolculukta kendi hikayesini bulmasını ve belki de yeni bir bakış açısıyla ayrılmasını umuyoruz. Tıpkı her filmde her kişinin ayrı deneyimleri olduğu gibi eserlerin de aynı şekilde farklı kişilerin farklı deneyimleriyle zenginleşeceğini düşünüyorum. Bu zenginlik ve çeşitlilik de sergiye farklı bir anlam katıyor.
Sergiyi izlemeye gelen sanatseverlerin bu sergiden hangi duygu ve düşüncelerle dönmesini dilersiniz? Bu deneyimin hem galerinin hem de sanatçının vizyonunu nasıl desteklediğini düşünüyorsunuz?
Sergimizi ziyarete gelen sanatseverlerin, bu deneyimden ilham almış ve duygusal olarak zenginleşmiş bir şekilde dönmelerini diliyoruz. "Işık. Gölge. Sahneler" sergimizin, izleyicilere farklı bakış açıları sunarak hem düşündürücü hem de duygusal bir deneyim yaratacağını düşünüyorum. Bu deneyim, hem galerinin hem de sanatçının vizyonunu desteklemekte. Sanatın, insanları bir araya getiren ve düşünsel sınırları zorlayan bir güç olduğuna inanıyorum. Çağatay'ın, eserleriyle izleyicilere derin duygular sunarken, Ruzy olarak bu etkileşimi mümkün kılmak için özel ortamlar yaratıyoruz. Sonuç olarak, herkesin kendi iç yolculuğuna çıkmasını sağlayan bir deneyim oluşturmayı amaçlıyoruz.
Serginin açılışını ALEM ile yapmak bizim için gerçekten özel bir deneyimdi. ALEM, hem sanat ve kültür alanında hem de kendi sektöründe popüler bir dergi ve bu tür bir iş birliği, sergimizin daha geniş kitlelere ulaşmasına büyük katkı sağladı. Açılış gününde ALEM ekibiyle bir arada olmak, hem bizim için hem de sanatçımız Çağatay için harika bir deneyimdi. Bu tür iş birlikleri, galeri olarak vizyonumuzu güçlendirirken, aynı zamanda daha fazla kitlelere ulaşmamızı sağladı. Gerçekten de bu deneyim, hem sergi olarak sanatı deneyimlemek hem de yeni bağlantılar kurmak açısından çok değerliydi!
"Işık. Gölge. Sahneler" sergimiz için, bu serüvenin değerli bir başlangıcı diyebiliriz. Her sergimizde yenilikçi ve hikayesi olan deneyimler oluşturmak hedefindeyiz. Sergi temalarımızı merkezde tutmak kaydıyla gerek özgün dekorasyonumuz gerekse sergilerin özelinde değerli müzisyenler tarafından bestelenecek müziklerimizle kendimizi tekrar etmeyen, alışagelmişin dışında, yenilikçi ve daha önce hiç deneyimlenmemiş projelere imza atarak sergi seçkilerimizi bir bütün içerisinde sanatseverlerimize yaşatmak istiyoruz.
Fotoğraflar: Zeynel Abidin AĞGÜL
Styling: Bengisu GÜREL
Saç: Mehmet TÜRKİBİŞ / Essalon
Makyaj: Gökhan YALÇINER
Video: Kaan Umut KARAASLAN
Fotoğraf asistanı: Hüseyin Rahmi AĞGÜL, Berşah Eren AĞGÜL
Makyaj asistanı: Zeynep Naz AKOĞLAN