Bale ve sanat tarihi eğitimlerinin ardından iş hayatında 35 yıl boyunca mankenlik, koreograflık, sahne yönetmenliği, dergi genel yayın yönetmenliği, TV yapımcılığı ve sunuculuğu gibi görevlerde bulunan, Borusan Otomotiv Marka Elçisi Yonca Ebüzziya’ya “Uzun zamandır planladığımız röportajı nerede yapmalıyız?” sorusunu sorduğumuzda “Arkeoloji Müzesi!” diye cevapladı heyecanla. Neticede kendisini İstanbul’un en sevdiği noktasında çekmeliydik ve öyle de oldu. Yonca Ebüzziya ile buram buram tarih kokan bir avluda başlayan çekimimiz, dünyanın en önemli eserlerinin bulunduğu müzede devam etti. Kendisiyle başta kültür sanat olmak üzere, iş hayatından aile hayatına, arkeolojiden İstanbul’a kadar birçok konuda samimi bir sohbet gerçekleştirdik.
Aileniz İstinye’nin en eski ailelerinden, hala, yaşı 40 yılı geçmiş evinizde mi yaşıyorsunuz? Çocukluğu İstinye’nin eski yıllarında geçmiş biri olarak o günlerden özlemle hatırladığınız neler var? Ailenizden bahseder misiniz?
Anneannem, annem, ben, benden sonra da kızım ve hatta bugün torunlarım... Hepimiz İstinyeliyiz. Annem önce Güneş Kulübü, ardından GS Kürek Kulübü’ne 10 yıl şampiyonluk kazandıran, biri de Atatürk’den olmak üzere toplamda 37 altın madalya sahibi, bir Milli Kürek Şampiyonu. Annemin kürek çektiği zamanları göremedim tabii ki ama onun Boğaz’ı yüzerek geçtiğine defalarca şahit oldum. Aynı zamanda müthiş bir yüzücüydü de...Ben de İstanbul’da herkese pek nasip olmayacak şekilde doğduğum semtte, hatta doğduğum evin hemen önündeki, inşaatı sırasında oynadığım evde yaşıyorum. İstinye benim yuvam, çocukluğum, nefes aldığım, ağladığım, güldüğüm yer. Babamın ağabeyimle benim için 10 yaşımıza kadar her yıl doğum günlerimizde diktiği çınarların olduğu yer. Kısacası İstinye’nin her köşesinde ayrı hatıralarım olduğunu söyleyebilirim.
Psikologlar “Hepimiz öncelikle ana babamızın ürünüyüz” diyorlar, bu görüşe katılır mısınız? Siz aile ikliminden nasıl etkilendiniz, ailenizin sizi biçimlendiren değerleri neler oldu?
Elbette aile çok önemli. Tüm eğitim ailede başlıyor. Ben de birçok şeyi ailemden öğrendim. Zira en büyük değerler ailede aktarılıyor. En iyi eğitimleri almış kişilerin bu değerlerden yoksun olabildiklerini üzülerek görüyoruz. Okulda öğrenilemeyecek denli kıymetli şeyler ailede öğreniliyor. Elbette bunda kişinin kendisi de önem taşıyor. Yani insanın içinde bu değerleri almak yoksa, en köklü, en iyi ailede de yetişse bir şekilde olmuyor. Aksi halde aynı ailede yetişmiş kardeşlerin birbirinden bu kadar farklı olabileceklerini gözlemleyemezdik. Aile ne kadar iyi olursa olsun, biraz da kişinin görmek ve almak istemesiyle alakalı bir durum.
Babanızın sizi en çok etkileyen yönleri, düşünceleri nelerdi?
Ben babamın kızıydım. Babam, nazik, düşünceli, sanata ve spora düşkün, dürüst ve hassas bir adamdı. Doktor babası onun da kendisi gibi doktor olmasını istediği için Tıp Fakültesi’ni bitirmiş ama doktorluk yapmayı hiç benimseyemediği için de eczacılık yapmış bir lokman hekimdi aslında. Kimyasallara inanmayıp bitkiler ve en doğal yöntemlerle ilaçlar imal ederdi. Ağabeyim ve benimle ilgili en büyük arzusu iyi eğitimler alıp, kendi ayaklarımız üzerinde durabilen iyi insanlar olmamızdı.
Türkiye’nin ilk marka elçisi unvanına sahipsiniz; Borusan Otomotiv Marka Elçisi olarak önemli işlere imza attınız. Marka elçisi olmanın getirdiği sorumluluklar neler? Hangi özellikler gerekiyor?
Öncelikle Borusan Otomotiv’le ilk çalışmaya başladığım yıl olan 2003’te Türkiye’deki ilk ve tek marka elçisi bendim, evet. Fakat artık Türkiye’de de pazarlamacılar yeni pazarlama stratejisi olarak insanları gitgide ’marka elçisi’ olarak görevlendiriyorlar. Bu mesleğin pazarda önemi büyük. Bu yüzden de son yıllarda ilk ve tek gibi unvanlarıma veda ettim. Marka elçileri, markanın var olan kişiliğini korur ve yaygınlaştırır. Markanın vermek istediği genel mesajı hedef kitleye benimsetmeye çalışır. Bir ürüne reklam yoluyla ve diğer iletişim yöntemleriyle imaj kazandırılabilir; fakat bir ürünü temsil etmek reklamdan çok daha geniş vizyona sahip olmayı gerektiriyor. Bir ürünü temsil ederken, marka elçisi markanın önüne geçmeyerek, markayla bir bütün oluşturur. Dış görünüşünden hayat tarzına kadar bir marka elçisinin her şeyiyle markaya, markanın da ona yakışması gerekir. Bir ürünün reklamını yaparken, ürünle ilgili hangi yönlerin öne çıkarılacağı kontrol edilebilir. Marka elçisi ürünü temsil ederken, o ürünün özellikleriyle olduğu kadar kendi özellikleriyle de ön plandadır. Yapacağı herhangi yanlış bir hareket, ürünün ve temsil ettiği kurumun da imajına zarar verecektir. Aynı şekilde, işi dışında kendi sosyal ve özel hayatında oluşan her türlü pozitif gelişme de temsil ettiği kuruma olumlu şekilde yansıyacaktır. Marka elçisi, ürün tanıtımında kendi kişiliğini de ortaya koyar. Temsil ettiği marka ve ürün onun bir parçasıdır.
Geriye dönüp baktığınızda, bugünkü yolunuzu çizmenizde etkili olan kişiler ve olaylar neler? “Hayatımı belirleyen dönüm noktası” dediğiniz bir şey var mı?
Hayatımda en önemli şeylerden biri kendi gücümle var olabilmek oldu. Kimseye muhtaç olmadan, kendi ayaklarım üzerinde durabilmek... Kızım Esra’nın doğumu benim hayatımı belirleyen dönüm noktasıdır. Ve bugünkü yolumu çizerken ilham aldığım en parlak yıldız hep Esra oldu. Ona nasihatim de hep kendi gücüyle ayaklarının üzerinde durabilmesi olmuştur. Yolumu çizerken elbette çok insanın desteğini gördüm. Özellikle eğitim aldığım konservatuar ve oradaki hocalarımdan, aldığım derslerin bugünümü şekillendirmemdeki büyük katkısını hiçbir zaman inkar edemem. Hepsine yolumu aydınlattıkları için çok teşekkür ederim. Ailem, abim, kardeşim, eşim, can dostlarım daima yanımda var oldular ve beni var ettiler. 35 yıldır iş hayatındayım ve hep sevdiğim, seçtiğim, beni eğiten, büyüten ve zenginleştiren işleri yapma şansına sahip oldum. 13 yıl önce katıldığım Borusan Otomotiv’le bugün de ilk günkü heyecan ve gururla çalışmaya devam ediyorum.
Şu an iş dünyasında çok yönlü, güçlü bir kadınsınız; bu noktaya gelmenizde hangi özellikleriniz etkili oldu, başarınızın sırlarını nasıl özetlersiniz?
Bugüne kadar çok severek, inanarak, inat ve sabırla çalıştım hep. İş hayatımda herkesle iyi iletişimde olmaya, kalp kırmamaya gayret ettim. Ben mutluluk odaklı çalıştım ve hep şanslı oldum. Saygı, nezaket ve hoşgörü hepimiz gibi benim de olmazsa olmazlarım. Demokrat olmak, vicdanlı olmak, ilkeli ve onurlu yaşamak, başarılı olmaktan çok daha önemli benim için. Kim olursanız olun önce insan olduğumuzu bilerek yaşamak zorundayız. Mutlu olduğum zamanlar başarılı olduğumu düşünürüm genelde. Yarışım, kendimledir. İşlerimde hırslı olmadım hiç; ama çalışkan oldum, bir sonraki işimin öncekinden daha iyi olması için çok çalıştım. İllaki başarı mıdır, mutluluğun anahtarı? İşte bundan emin değilim. Mutlu olabileceğimiz o kadar çok şey var ki.
Sizi neler mutlu eder?
Beni son yıllarda en çok torunlarım mutlu ediyorlar. Tabii ki kızım Esra beni hep çok mutlu etti. 5 yıl önce ilk torunum Alican dünyaya geldiğinde de hayatım değişti diyebilirim. Onun sevgisi, bana “anneanne” diye seslenmesi beni mutluluktan ağlatıyor; 6 ay önce doğan minik kardeş Lea da, mutluluk sebeplerimden. Ülkemi neredeyse Edirne’den Kars’a gezdim. Her fırsatta 1-2 günlük kaçamaklar ayarlayıp tekrar tekrar gidiyorum. Arkeolojik alanları, sahip olduğumuz kültür varlıklarını, mimari ve doğal dokuyu, insanlarını tanımayı ve bütün bu güzellikleri uzun yürüyüşlerle fotoğraflamayı da büyük mutluluk olarak görüyorum. Bu fotoğraflar ve aldığım notlarla beni çok mutlu eden bir yolculuk arşivim oldu. Mesela şu an burada çok sevdiğim Arkeoloji Müzesi bahçesinde sizlerle ve bu çekimi yapıyor olmak da beni çok mutlu ediyor. Ne zaman kendimi kötü hissetsem kaçıp sığındığım, uzun uzun yürüdüğüm, yürürken şükrettiğim yerlerim var; Mimar Sinan’ın camilerinin izini sürmek, Üsküdar’dan Kuzguncuk’a, Tarihi Yarımada’ya ,Galata’dan Karaköy’e yürümek, planlamadan keşfetmek benim için mutluluk. İşim, ailem, sevdiklerimle olmaksa mutlulukların en büyüğü...
Modaya yönelmeniz ilk podyuma çıkışınız nasıl oldu? O günlerden neler hatırlıyorsunuz?
Kariyerime balerin olarak başladım, bir gün kendimi Vakko’nun düzenlediği ve konservatuarda hocam olan Koreograf Cem Ertekin ve o dönem Vakko’nun Halkla İlişkiler Müdürü Deniz Adanalı’nın karşısında seçmelerde buldum. Ardından tasarımcılarla elbise provaları, koreografi provaları ve podyum...Vakko’dan sonra, Vizon Show’lar, Cemil İpekçi, Yıldırım Mayruk, Vural Gökçaylı, Zuhal Yorgancıoğlu ve niceleri geldi... Podyumdaki ilk yürüyüşümde günün birinde koreografiye de el atacağımı biliyordum… Önce model, sonra koreograf oldum. Bir yandan Kostüm Tarihi dersleri verdim, bir yandan sahne yönetmenliği yaptım, defileler ve koleksiyonlar hazırladım. Donna ve L’Officiel dergilerinde yayın yönetmenliği ve yayın danışmanlığı yaptım. 25 yıl televizyonlarda yapımcı ve sunucu olarak görev aldım. 14 yıldır da Borusan Otomotiv’de çalışmalarım sürüyor.
Borusan Otomotiv’de ses getiren sanat etkinliklerine yer veriyorsunuz, bahseder misiniz? Yeni projeleriniz var mı?
Ülkemizde de dünyadaki gibi pek çok kurum ve kuruluş sanata, kültüre verdiği destekle güçleniyor ve bir anlamda sosyal sorumluluğunu yerine getiriyor. Ben de temsil ettiğim markayı daha iyi anlatabilmek için aynı yolu seçtim. Borusan Holding ve Borusan Otomotiv zaten yıllardır sanata ve kültüre destek veriyor, yatırım yapıyor. Bana yeni kaynaklar yaratıp oto ve otomotiv bünyesinde projeler üretmek ve bunları hayata geçirmek düştü. Öncelikle bu çalışmaları Borusan Oto İstinye’de yaptık. Küçük bir ekip kurduk ve bu ekip arkadaşlarımla birlikte ortaya çıkardığımız sergileme tekniklerinden, sergileniş şekillerine benzersiz olduğunu düşündüğüm işler yaptık, STK’lara destek verdik.
2012 yılında Süzer Plaza’da Borusan Oto Dolmabahçe açıldı. Burada da iletişim ve tanıtımların sanattan geçmesine karar verdik ve ertesi yıl, konumu ve tüm yıla yayılan ajandasıyla, yeni bir kültür-sanat merkezi olmaya aday Borusan Oto Dolmabahçe Sahne’yi (BOD’S) Ali Poyrazoğlu’yla hayata geçirdik. Bir yıl boyunca Ali Poyrazoğlu ’Asi Kuş’ ve ’Babam Dokuz Doğurdu’ oyunlarını oynadı, çocuklar ve büyükler için drama çalışmaları ve seminerler verdi. Tiyatro oyunlarıyla başlayan ve aynı zamanda farklı sanat etkinliklerinin de gerçekleştiği “BOD Sahne”nin kapısı son iki yıldır oyunlarını oynayacak yer bulamayan gençlere, sahnesi olmayan çok değerli tiyatro guruplarına ve sanatçılara açık. Üç farklı grubun oyunları sürüyor ve elbette sürpriz projeler de yolda. İşte benim son yıllarda en gurur duyduğum çalışmalarım bunlar.
Arkeolojiye merakınız hangi düzeyde, arkeolojik bulgular sizin için ne ifade eder? Kültür ve tarih hazineleriyle dopdolu bir ülkede yaşıyoruz; bunları korumak ve tanıtmak adına neler yapılabilir?
Hep söylediğim gibi yıllarım sanat, kültür ve moda ile iç içe geçti. Var olduğum, emek verdiğim her alanı, sanatla birleştirmeye gayret ettim. Hazırladığım dergi ve TV programlarında hep sanata yer ayırdım. Marka elçisi olarak da değişen bir şey olmadı, kendimi hala en doğru sanat ve kültürle ifade edebildiğimi düşünüyorum. Ne zaman yeni bir şehre ayak bassam hatta defalarca da gitmiş olsam saatlerce müze gezerim. Ve açık yüreklilikle söyleyebilirim ki bugün çekim yaptığımız İstanbul Arkeoloji Müzesi dünyanın en güzel müzelerinden biri. Benim için en güzeli. Gençliğim bu bahçede geçti. Kitabımı alır bu bahçeye okumaya gelirdim. Kendimi dinlemek istediğim bir kaçış noktası oldu benim için. Yıllar içinde bu müzeyle ilişkimiz daha da özel bir hal aldı. Bu müzenin bahçesinde çekimler yaptım, defile organize ettim; hatta merdivenlerinde canlı yayın gerçekleştirdim. Burası benim için özel bir yer. 1881 yılında müze müdürü olarak atanan Osman Hamdi Bey arkeoloji adına önemli keşiflerde bulunurken, bu müzeyi de dünyanın sayılı müzelerinden biri haline getirdi. Arkaik Dönem’den Roma Dönemi’ne Antik Çağ heykellerini, Sidon Kral Nekropolü’nden gelen İskender Lahdi, Ağlayan Kadınlar Lahdi, Tabnit Lahdi gibi dünyaca ünlü ve eşsiz eseri burada bulmak mümkün.
Şu an restorasyonla daha da güzelleşmesi için çalışılıyor. Heykeller salonunda çekim yapamadığımız için şanssızız ama bu görüntülediklerimiz de eşsiz. Müzenin ismi “Arkeoloji Müzeleri” diye geçer dikkat ettiyseniz çünkü bu muazzam bahçede üç bina ve üç ayrı müze yer alır. Arkeoloji Müzesi’nin tam karşısındaki muhteşem İznik çinileriyle süslü ve içinde 2000’e yakın Selçuklu ve Osmanlı dönemine ait eser bulunan, Osmanlı Sultanı 2. Mehmet tarafından yaptırılmış ‘’Çinili Köşk Müzesi’’ var ve ana girişten girdiğinizde solunuzda kalan bina, Osman Hamdi Bey tarafından 1883 yılında Sanayi-i Nefise Mektebi (Güzel Sanatlar Okulu) olarak yaptırılmış. Anadolu ve Mezopotamya eserleri, Yunan öncesi, Mısır ve İslamiyet öncesi Arap eserleri, Urartu eserleri, çivi yazıları ve Kadeş Antlaşması’nın sergilendiği “Eski Şark Eserleri Müzesi’’... Bu müzeleri gezmek görmek, bahçesinde vakit geçirmek bir çay kahve içmek, Osman Hamdi Bey yokuşundan yürüyerek Gülhane Parkı’na girmek paha biçilemez keyiftedir. Arkeolojik eserleri görmek, tanımak nasıl bir dünya mirasının bekçileri olduğumuzu hatırlatmalıdır bizlere. Bizler de miras olarak bu eserleri nesillerden nesile geçecek şekilde tanıtmazsak önce çocuğumuzu, sonra torunlarımızı, dostlarımızı, sevdiklerimizi buralara getirip paylaşmazsak ne anlamımız olabilir bu yalan dünyada?
Bir de Büyük Saray Mozaikleri Müzesi’nden bahseder misiniz?
Benim için İstanbul’daki bir diğer önemli müze de Büyük Saray Mozaikleri Müzesi’dir. Bana çok dokunan, yalnız bırakılmış ve ihmal ettiğimiz hissi uyandıran bu soylu müze, hep var olduğunu bildiğimiz ama sınırlarının belirlenemediği büyüklükteki Büyük Bizans Sarayı’nın ulaşılabilen tabanlarından oluşuyor. 330 ile 1081 yılları arasında Bizans İmparatorluğu’nun saray kompleksi olan Büyük Saray, 6. yüzyılda I. Jüstinyen döneminde zemini yenilenirken mozaiklerle kaplandı. İşte bu mozaiklerden kalan eşsiz eserler, Sultanahmet’te Arasta Pazarı’nın yanında yer alan bu müzede sergileniyor. Ayrıca, Kariye Müzesi, Türk İslam Eserleri Müzesi, Topkapı Sarayı, Yerebatan ve Binbirdirek Sarnıcı, Tarihi Yarımada’nın olmazsa olmazları benim için. Düşünün, antik çağa ait Dünyanın Yedi Harikası’ndan ikisi (Halikarnas Mozolesi ve Artemis Tapınağı) bu topraklardaydı... Bu tarihi ve kültürel zenginlik içinde, tapınak ve heykellerin yer aldığı bu önemli müzelerin değerinin pek de bilinmediğini üzülerek görüyorum. Aslında bu çekimi burada gerçekleştirmeyi isteme sebeplerimin en önemlisi, bu benzersiz kültürel mirasın unutulmaya yüz tutması. Bu noktaların tanıtımına biraz daha önem vermek, insanlara bu güzellikleri anlatmak gerektiği inancındayım. Biz de bu vesileyle, bu müzelere dikkat çekebildiysek ne mutlu...
Siz başka yerleri de çok gezdiniz değil mi?
Evet, ben kendi adıma çalıştığım tüm dergilerde, yaptığım televizyon programlarında defalarca ve sadece İstanbul’da değil; Mardin, Konya, Diyarbakır, Urfa, Çorum, Kapadokya, Kars, Zeugma, Halfeti, Hasankeyf, Göbeklitepe, Alacahöyük, Hattuşa, Harran, Efes, Afrodisyas, Sardes gibi onlarca şehir, ören yeri, arkeolojik alan ve müzelerle ilgili yazılar yazdım, yayınlar yaptım. Hala da sosyal medyada yazıp dikkatleri buralara çekmeye çalışıyorum.
Günlük hayatınızda ne tarz giyinmeyi seversiniz? Eski yıllara göre tarzınızda ne gibi değişiklikler oldu?
Fazla renkli giyinmeyi tercih etmem. Genelde koyu renklerde ve benzer kalıpta parçalar seçerim. Büyük aksesuarlar, özellikle de küpeler vazgeçilmezlerim…
İyi giyinmenin sırları sizce neler?
Modanın ekonomik açıdan önemi kadar kültürel olarak da etkisi çok büyük. Coco Chanel’ in söylediği gibi ‘Moda sadece giysiler de var olan bir şey değil; moda soluduğumuz havadaki bir şey. Yaşam tarzımızla, fikirlerle, olan bitenle ilgili bir şey.’ Ne yazık ki insan önce görerek yargılıyor karşısındaki kişiyi. Konuşmaya başlayana kadar, kıyafetler, takınılan tavır, hal ve hareketler kişi hakkında fikir veriyor. Bazen yanıltsa da, giyinirken seçilen parçalar bu açıdan önem taşıyor. İnsan kendi vücudunu tanır, tenine, vücut şekline uygun parçalar seçerse iyi giyinmiş olur. Ancak giyinmenin de kararında olanı güzel. Yani kıyafet üzerine gereğinden fazla kafa yormak, bunu takıntı haline getirmek pek doğru değil. Her ne kadar bir kişisel ifade şekli olsa da, neticede insanlar kıyafetleriyle karşılanır, fikirleriyle uğurlanırlar. İyi giyinmekten öte, bir masanın aranılan insanı olmanın daha önemli olduğunu düşünürüm.
Siz sosyal sorumluluk projelerine de çok destek veriyorsunuz, bunlardan bahseder misiniz?
Toplumdaki bireylerin çeşitli ihtiyaçları var ve ne yazık ki bu ihtiyaçlar eşit şekilde karşılanamıyor. Bu anlamda kendimizi şanslı addettiğimiz konularda paylaşımcı olmak vicdanlı her insanın görevi aslında. Borusan Otomotiv bünyesinde oluşturduğumuz güçlü projelerle, eğitim olmadan hiçbir gelişme sağlanamayacağının da bilinciyle, yaptığımız tüm projelerde eğitime destek olmak amacıyla sivil toplum örgütleriyle ortak çalışmalar yürütüyoruz. Bunun yanında sanata destek olmak, herhangi bir alanda söyleyecek sözü olan sanatçılara bir ortam yaratıp, kültüre ve sanata değer veren insanlarla paylaşmalarını sağlamak temel amacımız.
Yıllardır bireysel olarak çalıştığım, desteklediğim pek çok STK var. Neredeyse ‘Çalışmadığım birkaç tane vardır’ diyebilecek kadar iddialıyım bu konuda. Hepimizin, çoluk çocuk bireysel olarak çalışamasak da bin bir emekle hazırlanan projelere bir şekilde destek olması için çağrı yapıyorum. Kendi adıma gönül rahatlığıyla söyleyebileceğim şey çocuklarımın hatta torunlarımın da böyle yetiştiği. İnsan olmanın, mutlu olmanın en anlamlı yolu, bu konuda duyarlı olup ihtiyacı olana yardım eli uzatmak. Bir çocuğun gülümsemesi, bir hastanın şifa bulması, sokak hayvanının karnının doyması, bir bebeğin hayatının kurtulması veya ilköğretimden üniversiteye uzanan yollarda küçücük desteklerin mucizevi başarılara ulaşmasını sağlamanın hazzı paha biçilemez.
Bu denli büyük bir otomobil markasının marka elçisi olarak, siz hangi marka otomobili tercih ediyorsunuz?
Yıllar içinde BMW 7 ve 5 serilerinden, Range Rover, Range Rover Sport, Discovery’a kadar Borusan Otomotiv bünyesindeki çeşitli araçları, hem teknik hem de sürüş eğitimlerini alarak, büyük keyifle kullandım. Ekim ayından itibaren Borusan Otomotiv’in yeni heyecanı Jaguar. Ben de marka elçisi olarak bu heyecana ortak oluyor, Jaguar XJ kullanıyorum. Jaguar’ın motto’su, ‘Art of Performance’ (Performans Sanatı). İşte tam burada biz, ruhu olan bir performanstan ve markadan söz ediyoruz. Geçmişi 1922’lere dayanan çok köklü bir İngiliz markası Jaguar. Ve istisnasız herkes tarafından üst düzey bir algı konumlandırmasına sahip. Bugüne kadar korunan özel ve farklı bir tarzı var. Çekimde kullandığımız, markanın en sportif olan F-Type’ı. Borusan Otomotiv bünyesine katılan Jaguar için amacımız, markanın itibarını koruyarak daha da gelişmesini sağlamak...