İsviçre College Du Leman’da ve sonrasında Floransa Devlet Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nde öğrenimine devam eden Ozan Balaban Güney Caroline’daki Clemson Üniversitesi’nde hastane mimarisi ve inşaat işletme mühendisliği alanında yüksek lisans yapmış. Emmar’ın Bölge CEO’su olarak Türkiye’de ikinci projeleri olan “Emaar Square” için çalışmalara devam eden Ozan Bey projenin 2012-2013 Uluslararası Gayrimenkul Ödülleri’nde “Dünyanın En İyi Karma Kullanımlı Mimari Projesi” ve 2012-2013 Avrupa Gayrimenkul Ödülleri’nde “En İyi Karma Kullanımlı Mimari Projesi” gibi birçok prestijli ödülün sahibi olduğunu söylüyor. Yoğun iş yaşamının yanında çocukları ve eşi ile vakit geçirmeyi tercih eden Ozan Bey spor yapmayı da ihmal etmiyor. Ozan Balaban ile yeni projelerini, deneyimlerini ve ikizleri ile nasıl vakit geçirdiğini konuştuk.
Ben öğrenmenin sonu olmadığına inananlardanım. Kuşkusuz aldığım iyi eğitim özgür düşünmeyi, kalıplardan sıyrılmayı, çok yönlü bakmayı ve görmeyi öğretti. Ama bunlar tamamen temel bilgiler… Eğer değişime ve eğitimde sürekliliğe inanmıyor, kendinizi bu yönde geliştirmiyorsanız, okulların verdiği o temel bilgide kalıyorsunuz. Hani hep bakmakla görmek arasındaki fark denir ya, onun gibi… Ben hep gören insanlardan olmak için çabaladım. Bunu da başardığımı düşünüyorum. Kısaca okul size sadece temel veriyor. Siz o temeli geliştirebildiğiniz sürece vizyon kazanıyorsunuz.
Yurt dışında Armani otel inşaatında çalışırken ne gibi deneyimler elde ettiniz? Sektörünüzde yurt dışı ve ülkemizi karşılaştırırsanız neler söylersiniz?
Ben Armani Otel inşaatına başlamadan önce New York, Atlanta, Miami ve Londra’da çeşitli projelerde yönetici olarak çalışma imkânı buldum. Yurt dışında özellikle Anglo Saxon kültüründen gelen firmalarda çalışmak çok farklı. Sistemin ve profesyonelliğin her şeyin önünde olduğu bir yapıda çalışıyorsunuz. Ancak bunun yanında insani değerleriniz de varsa o zaman fark yaratabiliyorsunuz. Sonuçta yaptığımız işin merkezinde insan var ve gerek müşteriniz olsun, gerekse sizinle çalışan firmalar olsun işinizi oradaki insanlarla yürütmek durumundasınız. Türkiye’ye gelince, bizde de artık son derece sisteme dayalı ve profesyonel firmalar var. Ancak patronların işe karışması ve büyük resim yerine günü kurtarma üzerine kurulu yapıları da sık sık görüyoruz. Öncelik ekipte değil işin kendisinde oluyor doğal olarak.
Emaar’ı nasıl tanımlıyorsunuz?
Biliyorsunuz Emaar dünyanın önde gelen gayrimenkul geliştirme şirketlerinden biri. Dünyanın en yüksek binası Burj Khalifa, dünyanın en büyük alışveriş ve eğlence merkezi The Dubai Mall gibi projelere imza atmış bir şirket. Şimdi ise Suudi Arabistan’da Kral Abdullah kentini kuruyor, Fas’tan Pakistan’a kadar uzanan bir coğrafyada iddialı projeleri hayata geçiriyor. Tüm bu cepheden baktığımda son derece yenilikçi, vizyoner, takip ve taklit edilen bir şirket olduğunu söyleyebilirim. Dolayısıyla böyle büyük bir bilgi birikimiyle yola çıkmak gerçekten büyük bir lüks.
Emaar projelerinin prensipleri ve öncelikleri nelerdir?
Kuşkusuz önceliğimiz tamamen kullanıcısının konforunu ve rahatını düşünen projeler yaratmak. Şirketimizde ciddi bir know how birikimi olduğu için yaşanabilir, her detayı düşünülmüş projeler geliştiriyoruz. İşletmeden gelen tecrübeleri de planlara yansıtmaya çalışıyoruz. Bunun yanında olmazsa olmaz bir kalite standartımız var. Bugüne kadar 50.000’inin üzerinde konut satıp teslim ettik ve nerede olursa olsun müşterilerimize aynı Emaar standartını sunmak zorundayız. Şirket olarak bulunduğumuz kente karşı da sorumluluğumuz olduğunu düşünüyoruz. O nedenle her projemizi bulunduğu ortamdan ayrıştırmadan, ya çok iyi entegre ederek ya da kentin devamı olduğu hissini yaratarak projelendiriyoruz.
Anadolu Yakası’nın yeni yıldızı; “Emaar Square” projenizden bahseder misiniz?
Emaar Square bizim İstanbul’daki İkinci projemiz. Çamlıca’da 66 dönüm arazi üzerinde inşa ediliyor. Daha proje aşamasındayken 2012-2013 Uluslararası Gayrimenkul Ödülleri’nde “Dünyanın En İyi Karma Kullanımlı Mimari Projesi” ve 2012-2013 Avrupa Gayrimenkul Ödülleri’nde “En İyi Karma Kullanımlı Mimari Projesi” gibi birçok prestijli ödülün sahibi oldu. Ayrıca 2013-2014 Avrupa Gayrimenkul ödüllerinde ise “En İyi Karma Kullanımlı İç Mekan”, “En İyi İç Tasarımlı Örnek Ev” ve “ En İyi Yüksek Konut Mimari Proje” kategorilerinde ödül kazandı. Emaar Square yaklaşık 1.000 konut, 183 odalı beş yıldızlı The Address Hotel’in yanı sıra içinde Galleries LaFayette gibi Türkiye’de ilk kez faaliyet gösterecek dünya markalarının da bulunduğu Türkiye’nin en büyük alışveriş merkezlerinden birisine sahip olacak. Projenin içinde prestijli bir yere sahip Emaar Square Alışveriş Merkezi’nde 5 bin kişinin üzerinde istihdam sağlanırken, yalnızca proje sakinlerine değil, tüm İstanbullulara hizmet eden dünya standartlarında bir alışveriş ve eğlence mekânı sunulacak. Toplam kiralanabilir alanı 150 bin metrekareden fazla olan AVM’de, ziyaretçiler için eğlence ve çocuk oyun merkezleri, buz pisti ve bir benzeri Dubai Mall’da bulunan sualtı hayvanat bahçesi gibi çok çeşitli seçenekler mevcut. Ayrıca 2.400 koltuklu mega sinema kompleksi, yalnızca AVM’ye özel 4.500 araçlık otopark da bulunuyor. Ana arterler üzerinde şehrin merkezinde yer alan 48 bin metrekarelik çok işlevli ofis binası ise sadece alışveriş merkezi ve otele yakın çok fonksiyonlu ofisleriyle değil, Sabiha Gökçen havaalanına yakınlığı, yeni finans merkezi ve karayolu bağlantılarıyla da şimdiden odak noktası oldu. Bu bizim için ayrı bir gurur tabi.
Bir diğer projeniz olan Türkiye’nin ilk Luxury Designer Outlet’i projenizden bahseder misiniz?
Florentia Village adını verdiğimiz Designer Outlet’i, Büyükçekmece’de Toskana Vadisi’nin yanında, İtalyan FINGEN ortaklığıyla projelendiriyoruz. Florentia Village, 203 bin metrekare arazinin üzerinde 45 bin metrekarelik kiralanabilir alana sahip olacak. Dünyanın dört bir tarafından prestijli markalarla ülkemizin gururu olmuş Türk markaları bir araya getirecek Türkiye’nin gerçek anlamda ilk Designer Outlet’i diyebiliriz. Lokasyon olarak da mükemmel bir konuma sahip. Hem Atatürk Havalimanı, hem de yeni yapılan üçüncü havalimanına kolay ulaşılabilir konumda.
Toskana Vadisi projesi nasıl ortaya çıktı? Projeler ilhamlarını nerelerden alıyor?
Biliyorsunuz ben üniversite eğitimimi İtalya’da Floransa’da gördüm. Uzun yıllar İtalya’da çalıştım ve yaşadım. Hatta İtalyan hükümeti tarafından şövalyelik ünvanıyla onurlandırıldım. Toskana benim İtalya’dayken en sevdiğim bölgelerden biriydi. İlk projemiz için arazi ararken, Büyükçekmece’deki araziyi gördüğümde bana Toskana’yı hatırlattı. Zaten biz de Akdenizli olduğumuz için geniş bahçeler, taş cepheler, ahşap sundurmalar, palmiye ve selvilerden oluşan bir peyzaj bizim kültürümüze de uyuyor. O nedenle ilk projemizin konsept bir proje olarak inşa edilmesini istedim. Böylece Büyükçekmece Göl Vadisi’nde doğayla modern hayatın buluştuğu kusursuz bir yaşam sunan 1,7 milyon metrekarelik arazide geliştirilen bir proje oldu Toskana Vadisi.
Bir yönetici olarak kendinizi nasıl tanımlarsınız?
Ben son derece şanslı olduğumu düşünüyorum açıkçası. Çünkü sevdiği işi yapabilen az sayıda insandan biriyim. Çalışanlarımı beceri ve yeteneklerine göre değerlendirip yönlendiremeye çalışıyorum. Gidilecek yol, varılacak hedefleri tanımlayarak, birlikte çalıştığım arkadaşlarıma açık, sözlü ve yazılı bir iletişim yoluyla aktarmaya çalışıyorum. Katılımcı yönetim anlayışıyla hedefe gidecek yolda güçlü stratejiler geliştirerek, tehditleri fırsatlara dönüştüren proaktif bir yaklaşımla hızla ilerleyebilmeye çalışıyorum. Kısaca Emaar’ı başarıya götürecek yolda, geleceğin resmini çalışanlarıyla birlikte çizen, belirlenen yolda onlarla birlikte emek harcayan, çalışanlarda yüksek motivasyon sağlayarak performanslarını en iyi seviyeye çıkaran, güçlü örgüt kültürü oluşturarak bunu örgüt geneline yayan, tüm bunları uygularken değişim ve gelişim gerekliliğinin farkında bir yönetici olmaya çalışıyorum. Ancak bunun yanında gerektiğinde sert kişiliğimi de göstermekten çekinmiyorum.
İkizleriniz var onlarla birlikte neler yaparsınız?
Ne yazık ki çocuklarımla istediğimden daha az zaman geçirebiliyorum. O nedenle birlikte olduğumuz her anı mükemmel hale getirmeye çaba gösteriyorum. Çocuklarımla baş başa yemeklere çıkıyoruz, aile tatillerimizde onların istediklerini yapmaya çalışıyorum. Eşimle birlikte çocuklarımızla olduğumuz her anı özel ve değerli kılmak için elimizden geleni yapıyoruz, tabii şımarmadan büyüklerini sevip sayacakları şekilde davranmaları şartını da kendilerine unutturmuyoruz. Umarım büyüdüklerinde güzel hatırlayacakları anılar biriktiriyorlardır.
Hobileriniz neler?
Babamın bana 18. yaşımda armağan ettiği GMT Master Rolex ile başladığım ve devam ettiğim bir saat koleksiyonum var. Hemen her yaş günümde kendime bir saat hediye ediyorum. Çok büyük bir koleksiyon olduğu söylenemez, ama araştırmak, incelemek ve mükemmel işçiliği hissetmeyi seviyorum. Ayrıca küçük bir teknem var. Yazın çocuklarım ve eşimle birlikte teknemde vakit geçirmekten büyük keyif alıyorum. Bunun yanında ailemden sonra en büyük tutkum Fenerbahçe. Sayın Başkanımız Aziz Bey teveccüh gösterip beni davet etti ve çocukluk hayalim olan Fenerbahçe’deki yöneticilik serüvenim de 31 Mayıs’ta başladı.
Spor yapıyor musunuz? Hangi sporu yapıyorsunuz?
Haftanın üç günü Barış hocayla pilates ve kinesis en az bir gün de eşimle Boğaz’da yürüyerek spor yapıyorum. Çocuklar büyüdükçe onlarla da spor yapabilme imkanımız arttığı için kendimi fit tutmaya kararlıyım.
İzmir’de büyümüşsünüz İzmir’i nasıl tanımlıyorsunuz, anılarınızda nasıl hatırlıyorsunuz?
İzmir bence Türkiye’nin en güzel, en vizyoner şehirlerinden biri; Türkiye’nin Akdeniz ve Avrupa’ya açılan penceresi. Eğitim seviyesi, inançları, mutfağı ve doğasıyla da örnek bir şehir. Ancak ömür boyu muhalefette kalmanın bedelini ödüyor. Sağ parti iktidarken sol belediye, sol parti iktidardayken de sağ belediye seçmiş İzmirli. Bunun yanında Türkiye’nin en vizyoner ve teknoloji olarak en iyi fabrikaları da ilk İzmir’de kurulmuş. Ancak zamanla aile şirketleri olduğu için yeni jenerasyonlar konservatif davranarak İstanbul ve diğer büyük şehirlere göre geride kalmışlar.
Seyahat için nereleri tercih ediyorsunuz?
İşim gereği devamlı seyahat ettiğim için aile seyahatlerinde çocukların tercihine göre hareket etmeye çalışıyoruz. Ancak kışın mutlaka denize girebileceğimiz tropik destinasyonlar olmazsa olmazımız. Bunun yanında eşimle beraber sık sık Milano, Londra, Paris, Barselona, Venedik gibi şehirlere de hafta sonu kaçamaklarımız oluyor.
Röportaj: Petek KIRBOĞA
Fotoğraf: Ferhat Kaan ŞAHİN