Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü'nden mezun olan, sonrasında St. Petersburg'da yüksek lisans eğitimini tamamlayan Fatma Coşkuner, sanat tarihinde uzmanlaşarak Koç Üniversitesi Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölümü'nde doktorasını tamamlamış. Sabancı Üniversitesi'nde öğretim görevlisi olduktan sonra Sakıp Sabancı Müzesi ile yolları kesişen Coşkuner, şimdi müzenin eğitim ve öğrenme programlarının koordinatörlüğünü üstleniyor. Eğitim programlarını kurgulayan ve müzenin sanat eserlerini daha geniş kitlelere ulaştırmak için çalışan Coşkuner, bu süreci "Müze ziyaretçileriyle etkileşimde bulunmak ve onların sanatla olan bağlarını güçlendirmek benim için çok değerli bir deneyim oldu" sözleriyle anlatıyor. Emirgan'ın sanat durağında buluştuğumuz Coşkuner'den, sanatın iyileştirici gücünün ışık olduğu sohbetimizde, Sakıp Sabancı Müzesi Eğitim ve Öğrenme Programları'nın çerçevesini dinledik.
Aslında yolculuğum akademik kariyer hedefi ile başladı diyebilirim. Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü mezunuyum. Sonrasında aynı bölümde yüksek lisansımı tamamladım. Arada St. Petersburg'da ikinci bir yüksek lisans derecesi aldım. Tarih ve sanat tarihi, birbiri ile oldukça yakından ilişkili ve birbirini tamamlayan disiplinler olduğu için doktora eğitimimde sanat tarihi alanında uzmanlaşmaya karar verdim ve doktora derecemi Koç Üniversitesi Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölümü'nden aldım. Sanat tarihçisi ve akademisyen kimliklerimin yanı sıra dokuz yaşında bir erkek çocuğu annesiyim. Mesleki ilgi alanım olan sanatı, hayatımızın her alanında çocuğumla birlikte deneyimlemeye özen gösteriyorum. Küçük yaşta temeli sağlam atılan bir sanat eğitiminin ileriki yaşlarda çocuklarımızı pek çok açıdan destekleyeceğine inanıyorum. Bu anlayışla ilerlerken, Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi ile yollarımızın kesişmesi benim için çok değerli bir deneyim sürecini başlattı. Birikimlerimi işini profesyonellikle yürüten duayen bir ekiple uygulamaya geçirmek büyük bir ayrıcalık. Ağustos 2023'ten beri bu görevdeyim. Müzemizin temeli sağlam atılmış eğitim programlarını zenginleştirip uygulama süreçlerini tekrar kurguladık. Bu süreçte genellikle okul gruplarıyla, gençlerle, çocuklarla ve ebeveynleriyle çalışmayı hedefledik. Diğer sanat tarihçileri, eğitimciler, çocuk gelişim uzmanları ve sanatçılarla iş birliği yaparak, zengin ve etkileyici programlar oluşturmaya çalıştık. Ayrıca müze içinde ve dışında çeşitli atölye çalışmaları, seminerler, konferanslar ve etkinlikler düzenleyerek, sanatın farklı yönlerini ve sanatçıları ön plana çıkartmayı hedefledik. Böylece, katılımcıların sanatla daha yakından temas etmelerini sağladığımızı düşünüyorum. Aynı zamanda dijital platformlarda da etkinlikler düzenleyerek çevrim içi eğitim malzemeleri geliştirdik. Bu sayede, müzenin sanat eserlerini daha geniş kitlelere ulaştırma ve sanatı daha erişilebilir kılma amacını güttüğümüzü söyleyebilirim. Bu süreçte müze ziyaretçileriyle etkileşimde bulunmak ve onların sanatla olan bağlarını güçlendirmek benim için çok değerli bir deneyim oldu.
Bu soruya evet veya hayır ile başlamak biraz zor. Ancak, çocukluğumdan beri tarih ve sanat, ilgi alanlarımdı. Tarihi, geçmişi anlamak ve insanların yaşadığı dönemleri keşfetmek beni hep büyülemiştir. Sanırım sanata olan ilgim de tarih alanına paralel ilerledi. Renklerin ve formların ifade gücü ve bu gücün temsil pratiğindeki anlamı her yaşta farklı keşifler yapmamı sağladı. Bu ilgi alanlarım nedeniyle üniversitede tarih eğitimi almaya karar verdim. Lisans yıllarımda, sanat tarihine olan ilgim de arttı, sanat eserlerinin tarihsel ve kültürel bağlamlarını araştırmayı sevdiğimi fark ettim. Bu nedenle de doktora eğitiminde sanat tarihine yöneldim ve kariyerime bu alanda devam etmeye karar verdim. Şimdi ise tarihi ve sanatı bir araya getirip kültürel miras ve müzecilik çatısı altında birleştirmek, bunu insanlarla özellikle de çocuklarla paylaşmak benim için büyük bir mutluluk kaynağı.
Şunu net bir şekilde ifade edebilirim ki tarihçilik yönü daha ağır basan bir anlayışa sahibim. Sanat tarihçisi olarak sanat eserlerini sadece estetik açıdan değil, yapıldıkları dönemin kültürel, sosyal ve politik bağlamları içinde de ele almayı önemsiyorum. Bu bağlamda, sanat eserlerini inceleyerek geçmişin anlamını çözümlemek ve günümüzdeki sanat anlayışını şekillendiren unsurları kavramak benim için önemli bir hedef. Ayrıca, sanat tarihçisi olarak, sanatın insanların düşünce ve duygularını nasıl etkilediğini anlamayı önemsiyor ve iletişim kurmaktaki gücünü kullanmayı da kıymetli buluyorum.
Sakıp Sabancı Müzesi'nin sahip olduğu dört ana koleksiyon var. Bunlar; Kitap Sanatları ve Hat Koleksiyonu, Resim ve Heykel Koleksiyonu, Mobilya ve Dekoratif Eserler Koleksiyonu ile Arkeolojik Eserler Koleksiyonu. Bu kalıcı koleksiyonların yanı sıra süreli sergiler aracılığı ile dünyaca ünlü sanatçıları da ağırlamayı başarabilmiş bir müzeden bahsediyoruz. Bir de müzemizin kuvvetli bir konservasyon birimi var. Yapılan bilimsel analizler "Görünenin Ötesi" sergileriyle ziyaretçilerimizle buluşuyor. Tabii bu denli bir çeşitlilik, eğitim ve öğrenme programlarımıza çok büyük bir imkan tanıyor. Öncelikle atölyelerimizin bu dört koleksiyonu kapsadığını, belirli bir kronolojiyi takip ettiğini ve pedagojik formata uygun olarak müze ekibimizdeki psikolog Yasemin Derme ile birlikte tasarlandığını söylemek isterim. Ayrıca, atölyelerimizi uzman klinik psikolog ve sanat terapistleri ile iş birliği içinde, çocuklarımızın duyusal ve zihinsel becerilerini geliştirmek üzere kurgulamaktayız. Belirli temalar üzerine kurguladığımız atölyelerimiz, genellikle belirli bir sanat eseri veya sanatçıya odaklanır. Çocuklar, rehberler eşliğinde eserin veya sanatçının hayatı hakkında bilgi alırken, farklı sanat tekniklerini deneyerek, kendi eserlerini yaratma fırsatı da bulurlar. Bu atölyelerde çocuklar; çizim ve heykel gibi sanat dallarını keşfederken, el becerilerini ve estetik algılarını da geliştirirler. Farklı modüller olarak kurguladığımız atölyelerimizi tamamlayarak, çocukların erken yaşta bir sanat tarihi temeli oluşturacağını söylemek isterim. Ayrıca atölye içeriklerine robotik kodlama da ekleyerek bu alanı müzecilikle birleştirmeyi başardık. Bunun müzeleri daha interaktif kılmaya katkı sağlayacağı inancındayız. Söz konusu atölyeler dönem boyunca devam ediyor. Eylül 2024'ten itibaren, uzun zamandır müfredatı üzerinde çalıştığımız SSM Akademi'yi de hayata geçirmeyi planlıyoruz. Çocuklarımız ve gençlerimiz için akademik bir formata bağlı, disiplinlerarası bir anlayışla kurgulanmış sosyal bilgiler akademisi yaratmayı hedefledik. Yeni dönem için en iddialı projemizin bu olduğunu söyleyebilirim. Sosyal bilgilerle sanatı harmanlayan programı ve nitelikli değerlendirme sistemiyle uluslararası geçerlilikte bir eğitim sertifikası sunan bir okul kurma yolunda ilk adımlarımızı attık. Heyecanlıyız ve umutluyuz.
SSM Eğitim ve Öğrenme Programları olarak hedefimiz İstanbul'da ve tüm Türkiye'de; sanatı ve kültürel mirası anlama, sahiplenme, koruma ve sürdürülebilir kılmaya yönelik bilincin çocuklarımızda yerleşmesini desteklemek. Küçük yaşta temeli sağlam atılan bir sanat eğitimi, çocukları pek çok farklı yönde destekler. Gelişim çağındaki çocuklara sanat alanında verilecek eğitimler onları daha yaratıcı, mutlu ve umutlu kılacağı gibi, estetik algılarını da geliştirir. Teknolojinin çekiciliğinin arttığı günümüzde, çocukların akıllı telefonlardan ve bilgisayar ekranlarından ayrılamaz hale geldiği noktada, onları müze gezisine çıkarmanın iyi bir fikir olduğunu düşünen çokça ebeveyn var. Çocukların sıkılacağından endişe eden ebeveynler için, müzelerin küçük yaştaki öğrencilere sunabileceği çok fazla olanak olduğunu belirtmek isteriz. Sakıp Sabancı Müzesi olarak çocuklarımızla beraber gerçekleştireceğimiz müze gezileri ve atölye çalışmaları, onlara gündelik hayatlarının ötesinde kalan, ilham verici dünyaların varlığını fark ettirmek üzerine planlandı. Yaklaşımımız, meraklarını uyandırıp öğrenme deneyimini içselleştirmelerini sağlarken entelektüel birikimlerini zenginleştirmek. Belirli bir dünya görüşü olan, modern, bilgiye ve gelişime açık, sanat ve kültürel miras konusunda temel bilgilere sahip olan, bunları sentezleyip hayatlarına kazandırabilen bireyler olmaları yolunda, müze gezilerimizi keyifli ve öğretici aktivitelerle desteklerken, tematik bir altyapı sağladığımız atölyelerimizde, çocuklarımızı tarih ve sanat tarihi ile tanıştırıyoruz. Etkinliklerimizle çocuklarımızın araştırma, gözlem ve diyalog kabiliyetlerini geliştirirken, nesnelerle ve mekanlarla fiziksel ilişki kurarak yeni bilgiler edinip yeni beceriler kazanmalarını hedefliyoruz.
Sanatın iyileştirici gücü, insanların duygusal, zihinsel ve ruhsal sağlığı üzerinde olumlu etkileri olduğu düşünülen bir kavram. Sanat, insanların duygularını ifade etmelerine, kendilerini keşfetmelerine ve içsel dünyalarıyla bağlantı kurmalarına yardımcı olabilir. Bir sanat eserini yaratırken veya sanat eserlerini deneyimlerken insanlar kendilerini daha iyi hissedebilir; sanatla stresi azaltabilir ve ruh sağlığını destekleyebilirler. Sanat terapisi gibi uygulamalarla, sanatın iyileştirici gücünün daha da vurgulandığının bilinciyle, biz de Dışavurumcu Sanat Terapi Uygulayıcısı Seren Pehlivanoğlu İlkdoğan yürütücülüğünde Müzede An'da projesini hayata geçirdik. Sanat terapisi, sanatın yaratıcı sürecinin ve sanat eserlerinin kişilerin psikolojik ihtiyaçlarına nasıl katkıda bulunabileceğini araştıran bir alandır ve bu bağlamda depresyon, kaygı bozukluğu, travma sonrası stres bozukluğu ve diğer ruh sağlığı sorunlarıyla başa çıkmak için de kullanılabiliyor. Sanatın iyileştirici gücü, aynı zamanda toplumlar ve topluluklar için de önemli olabilir. Sanat, insanları bir araya getirebilir, empati ile anlayışı artırabilir ve toplumsal sorunlara duyarlılık yaratabilir. Bu nedenle, sanatın iyileştirici gücü sadece bireyler için değil, aynı zamanda toplumlar ve kültürler için de önemli bir potansiyele sahiptir.