Yaz sıcağına bir Moskova kış serinliği bırakmak bu seferki niyetim. Bir kalpak soğukluğu hatırladım karışıklıklar sarınca memleketi. Suhuletli günlerdeki anılara tekrar bir merhabadır bu belki. Zira hayat, unuttuklarımızdan arta kalanlar bize.
Komünist blokların yüzeyini süsleyen dünyaca ünlü devasa bir içecek reklamı karşıladı havalimanından şehre girerken beni. Artık kabulü zorunlu aksi sanki sorunlu algılanan, blokların komünist ruhların kapitalist olduğu oksimoronik bir tablo idi şehir ilk etapta. 1990'da ilk açıldığında aylar boyu önünde kuyruklar olduğu arşivlerce de belgelenen, bugün ise 850 şubesi ile kapatma kararı alınan fast food zinciri de bu tablonun önemli bir ögesi idi. Bugünlerde bu kapanışın bir gerileme olarak yazılması da başka bir oksimoronite elbet. Beni Rus edebiyatı klasiklerindeki bir sahneye ışınlayan, şehrin hissine odaklayan ışıklardaki dilenci teyze, sistemin boşluklarının da klasik bir izahı idi.
Otelime yerleştim. Tokyo Sushi Bar'da evvelden planını yaptığım gibi kendime lezzetli bir akşam yemeği ısmarladım ve şehri dolaşmaya başladım. Moskova'da akşam tek gezmek ile ilgili kimi tedirginlikler yüklenmiş olan bilinçaltım işlem dışıydı. Şehir alabildiğine yabancıydı. Geniş şeritli yollarından karşıya geçebilmek için bulunması gereken o alt geçitlere ulaşmak için yürüdüğüm bulvarlarda şehir, o tedirginliklerimi kucakladı.
Kızıl Meydan tüm aydınlığı ile oradaydı. Kendi etrafımda döndüğüm Kızıl Meydan'da yönümü nereye çevirsem ulusun geçmişi hakkında binlerce hikaye barındırdığını iliklerime kadar hissettiğim, sona gelinmiş hali ile Yeni Bizans, Barok, Neoklasik, Art Nouveau, eklektik mimari esintilerin tümünü bünyesinde barındıran Rus mimarisinin versiyonları beni renk sarhoşu etmişti. Aziz Vasil Katedrali'nin hikayesi ise sonradan renklendirilen kubbeleri ile Rus Ortodoks mimarisinin en kremalı pasta yapısıydı bana göre. Sanki Antoinette döneminde bir açık hava pastane davetinde idim. Bir ibadethanenin böylesi renkli bir tasvire sahne oluşu ise nezdimde üzerine his yorulası bir mesele oldu.
İç ve dış mimarisi ile meydanın ve Moskova'nın en özel binalarından biri olup alışveriş merkezine çevrilmiş olan Gum'ın içindeki Bosco Cafe'de yemek yiyip tatlı ihtiyacımı muhteşem bir Medovik ile dindirme arzum Lenin'in mumya mozolesini görmek arzuma galebe çalınca Lenin bir sonraki ziyarete kaldı. Selam sana Lenin, selam sana.
Anlardan aklımda kalanlar... Kremlin'in katedral meydanındaki muhteşem birçok yapı bir yana bahçedeki bir ağaç ve belli ki hasretin vuslata döndüğü asker çocuk ile yarinin sarılıp öpüşmeleri çok net aklımda kalandı. Bu seyahate dair en ciddi pişmanlığım ise Four Seasons Hotel Moscow'da bana en sevdiğim fotoğraf sanatçılarından biri olan Nicolas Bruno işlerini hatırlatan ve muhtemeldir üzerine sayfalarca his yazabileceğim o şahane eserin kime ait olduğunu conciergie'den sormamış olmak ve iyi bir borş çorbası deneyimi edinmemiş olmaktı.
Seyahatlerde içine en çok düştüğüm batak, süpermarket alışverişi. Bildiğim ürünlerin farklı ambalajlılarını, bilmediklerimden yeni deneyimleri almak isteğimi yine bastıramamış, bavula atamayacaklarımı seyahat bitene kadar tüketmek zarureti ile karşı karşıya kalmayı göze alarak market alışverişimi tamamlamıştım. Kırılganlığın ihtişamını gözler önüne serdikleri Lalique vitrin tasarımları kadar renkli bir gece turunu, birçok duyguyu hissettirecek vitrin izlenceleri ile kapattım.
Her biri özel birçok hayat hikayesini, sanata çevrilmiş halleri ile yaşayanlara ve ölümü mezarlar ile kutsayanlara sunulmuş bir armağan Novodeviçi Mezarlığı. İsmini yanı başındaki katedralden alan o mezarlıkta aşina olduğum birkaç isimden en tanıdık olan idi o. Kendi hikayemin belli dönemlerinde bana çokça eşlik etmiş Nazım... "Herkese selam sana hasret" diyen de, "Artık seninle biz düşman bile değiliz" diyen de Nazım... Rabbine methiyeler düzen de, Allah'ı tanımaz olan da Nazım... Sürgünü yaşayan da Nazım, sürgünlere salan da Nazım... Mezar taşı da kalemi kadar keskin olan Nazım!
Rezervasyon yapmadan gidilen küçük kapasiteli her restoran gibi bir öğle yemeği rezervasyonsuzluğu, Laduree'de bekleme süresini benim için bir mesleki gözleme evirmişti. Renkler, dokular, kokular, bedenine ruhunu giyenler, stilini kışa armağan edenler. Sanat, ruh ve renk ile her zaman müzede karşılaşılmaz.
Moskova metrosu tek başına bir gezi yazısını hak eder elbette. 31'lerde Stalin dönemi Rusya'sında inşası başlatılan ve 35'lerde hizmet vermeye başlayan, 2. Dünya Savaşı'nda sığınak ve karargah olarak da kullanılan metro, devlet işletmesinde bir gezici sanat galerisi desem yeri. 206 istasyonun 206'sı ile de tek tek vakit geçirmek ve her birinde yeni hikayeler keşfetmek için sanırım turistten fazlası olmak gerekirdi. Görebildiklerim ve aralarından seçtiklerim benimle geldi, diğerleri için benim tekrar gitmem gerek. Metro sistemine dair öğrendiğim en ilginç bilgi; ring hattı için anonsu yapan kişi erkek ise bindiğiniz trenin yönü Moskova'nın merkezine doğru gidiyor, kadın ise merkezden dışarı doğru gidiyor anlamı taşıyor. Enteresan bilgileri aklıma, yeni birtakım duyguları hayatıma, birçok versiyonu ile sanatı hafızama alıp veda ettim Moskova'ya. Unique halini ve unique kalmak isteyenleri koru Moskova.