Kimi sanatçının, fark edilebilmesi için yalnızca eser üretmesi yeterliyken, ne yazık ki tarih, kimlikleri nedeniyle eserlerinin görünür olamadığı sanatçılarla da dolu. Edebiyattan heykele, resimden fotoğraf ve müziğe dek sanatın bambaşka disiplinlerinden kadın sanatçıların, eserlerini halka sunabilmek için erkek isimleriyle imza attığını; pek çok kadın sanatçının eserinin, çevrelerindeki bir erkeğin emeği olarak tanıtıldığını ya da öldükten sonra keşfedilerek dünyaca ünlü olan kadın sanatçıları biliyoruz. İşte yalnızca içlerindeki yaratıcı duyguyu dışarı çıkarabilmek, eser üretebilmek ve eserleriyle var olabilmek için gölgede kalmayı seçen ya da gölgede kalmaya zorlanan kadın sanatçılardan bazıları.
Geçmişte kadın yazarların birçoğunun edebiyat dünyasında yer edinebilmek için ne yazık ki erkek mahlaslar kullanarak kitaplarını bastırabildiği bilinen bir gerçek. Bugün dünyanın en ünlü yazarları arasında gösterilen Anne, Emily ve Charlotte Bronte kız kardeşler de istisna değil. Üçü de yazar olabilmek, kitaplarını bastırabilmek ve bastırdıktan sonra kitaplarının ciddiye alınıp okunabilmesi için eserlerini erkek imzaları ile yayımladı.
Anne Bronte, Acton Bell olurken; Emily Bronte, Ellis Bell ve Charlotte Bronte ise Currer Bell isimleri ile bir süre kitaplarını bastırdı. Neyse ki bugün "Jane Eyre"(1847), "Uğultulu Tepeler"(1847) ve "Shirley"(1849) gibi bu klasikleşmiş edebiyat eserlerinin hepsi, yazarları Anne, Emily ve Charlotte Bronte'nin gerçek isimleriyle basılıyor.
Bronte Kardeşler'in istisna olmadığı konusunda ise ne yazık ki uzun ve karanlık bir geçmiş var. Edebiyat tarihi Violet Page'den Louisa May Alcott'a, Amantine Lucile Aurore Dupin'den Karen Blixen'a dek kariyerleri boyunca erkek isimleriyle kitaplarını yayımlayan yazarlarla dolu. Ünlü yazar George Eliot'ı hemen herkes duymuştur ama Eliot'ın gerçek adının aslında Mary Ann Evans olduğunu herkes bilmeyebilir.
Günümüzde George Eliot'ın kadın bir yazar olduğunu bilsek de ne yazık ki bu ismin kaynağını birçoğumuz bilmeyebiliriz. Zamanla George Eliot ismi, Mary Ann Evans ile o kadar özdeşleşti ki yazarın kadın olduğu ortaya çıktıktan sonra da kitapları bu mahlasla basılmaya devam etti.
19. yüzyıl ve öncesinde kadın ressamların komüsyon almaması ve eserlerinin satışa çıkarılmaması sık rastlanan bir durum. Bu nedenle sanatçının isteği dahilinde ya da tamamen isteği dışı bir şekilde kadın ressamların eserlerinin, erkek bir akrabalarının ya da dönemin popüler erkek ressamlarının imzasıyla satışa çıkarıldığı biliniyor.
Günümüzde hala pek çok eski dönem eserinin tam olarak kime ait olduğu kesinlik kazanamasa da ortaya çıkanlar da var. 1609-1660 yıllarında yaşayan Judith Leyster da bunlardan biri. Tam adıyla Judith Jans Leyster'ın yaptığı resimlerin tamamı, kocası Jan Miense Molenaer'e ya da dönemin bir başka ressamı olan Frans Hals'a atfedilmdi. Judith Leyster, ancak 1893'te keşfedildiğinde uzmanlar ve akademisyenler eserlerini doğru bir şekilde atfetmeye başlayabilmdi.
Margaret Keane, günümüzde oldukça ünlü bir ressam olduğu için kolaylıkla tanınıyor. Ancak sanatçının geçmişini bilenler, sanat dünyasında var olabilmesinin hiç de kolay olmadığını bilirler. 1927'de doğan ve 50'li yıllara damga vuran (2022'de de hayatını kaybeden) Margaret Keane'i ağırlıklı olarak kadın, çocuk ve hayvanları kocaman gözlerle resmettiği eserlerinden tanıyor olabilirsiniz. Keane'in eserleri; baskılar, tabaklar ve fincanlar üzerine yapılan reprodüksiyonlarla ticari başarı elde etti. Ancak Keane'in eski kocası başlangıçta eserleri, kendisi yaratmış gibi lanse etti.
Uzun bir süre bu eserler, Walter Keane'in imzasıyla bilindi ve satıldı. 1960'larda boşanmalarının ardından Margaret Keane, kısa süre sonra eserlerin kendisine ait olduğunu iddia etti ve bu iddia, Hawaii'de bir mahkeme tarafından kanıtlandı. Margaret Keane'in ünlü stili, sonrasında pek çok başka tasarıma da ilham oldu; hatta bunlardan biri de "The Powerpuff Girls" çizgi filmindeki karakterler. Ayrıca Margaret Keane'in hikayesini konu alan, Tim Burton imzalı, 2014 yapımı "Big Eyes" filmini izlemenizi de öneririz.
Ünlü heykeltıraş Rodin'in heykellerini taklit etmekle suçlanan Camille Claudel'in ismi, çok sonradan yapılan araştırmalarda aklandı. Hatta aslında tam tersine Claudel'in, Rodin'e ilham vermiş bir sanatçı olduğu anlaşıldı. Claudel'in, Rodin'in stüdyosuna öğrenci olarak geldiği dönemden başlayarak Rodin'in eserlerinde büyük bir stil farklılığı oluşmaya başladığı fark edildi, hatta bazı heykelleri birlikte ürettikleri ortaya çıktı. Günümüzde "çağının çok ilerisinde bir sanatçı" olarak bahsedilen Camille Claudel, yaşadığı 1864-1943 yıllarında ne yazık ki iyi bir şöhrete sahip değildi. Döneminde fazla erotik bulunduğu için eserleri satışa çıkarılmıyordu.
Canlı modellerin gözlemlenmesiyle nü eserlerin üretildiği stüdyo ve akademi sınıflarına kadın sanatçı ve öğrencilerin kabul edilmesi hoş karşılanmıyordu. Bu nedenle pek çok kadın ressam ve heykeltıraş bu dönemde ya insan anatomisi bilgisini çok daha az gözlemleyebiliyor ya da çok daha gizli saklı yöntemlerle ve büyük çabalarla öğrenmeye çalışıyordu. İşte böyle bir dönemde Camille Claudel'in yalnızca çıplak değil, aynı zamanda arzu yüklü vücutlar tasvir etmesi, dönemin sanat zümresinin karşıt görüşlerine maruz kaldı. Kendi zamanından çok sonra dehası ve yeteneği ile övgülerle anılacağını bilmeyen Claudel'in ne yazık ki bir sanatçı olarak toplumda yer edinememesi, eserlerinin sergilenmemesi ve satılmaması nedeniyle yaşadığı psikolojik buhranlar sonucu heykellerinin birçoğunu yok ettiği biliniyor.
1926 ile 2009 yıllarında ABD'de yaşayan Vivian Maier, geçimini bebek bakıcılığı yaparak sağladı. Ancak pek çok kadın sanatçı gibi o da öldükten sonra keşfedilebilen bir sanatçı. Üstelik günümüzde dünyanın en saygın sokak fotoğrafçılarından biri olarak kabul ediliyor. Hayatı boyunca 150.000'den fazla fotoğraf çeken Vivian Maier, özellikle Şikago, New York ve Los Angeles'ın insanlarını ve mimarisini fotoğraflasa da dünyanın dört bir yanını da gezdi ve fotoğrafladı. Maier'in fotoğrafları, sanatçının ömrünün büyük bir kısmında hiç yayınlanmadı. Hatta negatiflerinin çoğu hiç banyo edilmedi.
Vivian Maier, 2007 yılında, ölümünden iki yıl önce, kiraladığı deponun taksitlerini ödeyememeye başlayınca depoda sakladığı eşyalar yani negatifler, baskılar, ses kayıtları ve 8 mm filmler açık artırmaya çıkarıldı. Üç koleksiyoner John Maloof, Ron Slattery ve Randy Prow, bu eşsiz koleksiyonun bir kısmını satın aldı. Maier'in fotoğrafları, ilk olarak Temmuz 2008'de Slattery tarafından internette yayınlandı, ancak çalışmalar çok az tepki aldı. Ekim 2009'da is John Maloof, blog sayfasındaki Maier'in fotoğraflarından bir seçkiyi, görüntü paylaşım sitesi Flickr'a bağladı ve fotoğraflar, binlerce kişinin ilgisini çekerek viral oldu. Vivian Maier'in çalışmaları, daha sonra eleştirmenlerin beğenisini kazandı ve o zamandan beri sanatçının fotoğrafları, dünyanın dört bir yanında sergileniyor. Ancak ne yazık ki kendisi, bunların hiçbirine tanıklık edemedi.