Rengi figür olarak gören Nejat Satı, hissettiklerini ve duygularını fütursuz bir şekilde tuvale yansıtıyor. Soyut ve figüratif eserlerinde çeşitli temalarda göndermeler yapan Satı, formun peşinde estetiğin arzusuna sürüklüyor izleyiciyi. "Sanat benim adıma planlayarak yapılan bir şey değil. Kendiliğinden çatlağını buluyor su" diyen Satı ile sanat üretiminin dinamiklerini konuştuk.
Sanat yolculuğunda serüvenine yön veren süreçler nelerdi?
Açıkçası benim böyle bir planım yoktu. Annem bu konuda beni çok yönlendirdi. Sonra fark ettim ki iç disiplini olan birisi olarak bunu kendimi ifade etmekte kullanmalıyım. Mağaradan çıkan insan kelime kullanmadan önce çiziyordu. Boyuyordu. Biraz beynimin "amigdala" bölgesine yöneldi yaşamım. Amigdala'da artı olan, sadece haz duygusudur. Gerisi korunma, beslenme gibi içgüdülerin merkezi. Hayvani bir bölge. Gece rüyamızda ağaçtan düştüğümüzü görmek de buna dahil. Soyumuz ağaçlarda yatıyordu çünkü. Beni soyut resme yönelten buydu aslında, içgüdü. Geçmişte kavramsal sanatla çok ilgilendim. Sonra o kavram tuvale döndü. Kendimi tanımamı sağladı tuval. Çok güzel bir his. Onunla yalnızsın.
İsimsiz, 180 x 149 cm, 2023Kariyerinde seni soyut resme yönlendiren dinamikler nelerdi? Bu ifade biçimi ile izleyiciyle nasıl bir bağ kuruyorsun?
Bilinçaltı ve içgüdü. Planlayarak çalışmıyorum; içgüdüler... Tabii ki fiziksel tanımlamaların planlaması var. Mesela şiddet, biyoloji, izlenimcilik. Çok güçlü bağlar kurduğum insanlar oldu. O zaman yaptığım çalışmanın içsel yolculuğuna çıkan insanları tanımak ve onlarla düşünmek, hatta beyin fırtınası yapmak ayrı bir duygu durumu. Bunu yaşadığım çok özel 4-5 arkadaşımla hala görüşüyoruz. Bir kısmı vefat etti. Onlar da ayrı bir duygu durum bozukluğu yapmıştır bende...
Sanat anlayışın pek çok imgelemi içinde barındırıyor. Bu bağlamda sanatının ardındaki değerler neler? Bu değerler üretimlerini nasıl besliyor?
"Melankoli" serisi, şiddetin temsili cam kırığı formu. "Organik" serisi, hücreler. "Strüktür", rengi sadece incelediğim bir seri. Doğaya baktığım bir dönem. Yaşadığım çevre ve şehirler, kasabalar beni çok fazla etkiliyor. Sanat benim adıma planlayarak yapılan bir şey değil. Eskiz yok. Kendiliğinden çatlağını buluyor su.
"Faça Serisi", 230 x 120 cm, 2022Türkiye'nin ve dünyanın birçok yerinde sergiler yaptın. Malzemeler, mekanlar ve kavramlar işlerinin çıkış noktasını nasıl etkiliyor?
Mekana özel çalışmaları çok az yaptım. Daha çok aklımdakileri kürate etmekti bu sergiler. Mesela "Fırtına ve Sessizlik" İzmir trienali idi. Bitmek bilmeyen bir metro çalışmasının verdiği rahatsızlıktı. Eski bir tütün deposuydu. Mekanda bulduğum malzemeler ile kurdum "Park"ı ve "Rahatsızlıktan dolayı özür dileriz" ismini verdiğimiz bu mekana özgü bir çalışmaydı. Küratörü, Necmi Sönmez'di. Sönmez, hiçbir şekilde karışmamış ve sanatçıları akışına bırakmıştı. Birisi gördüğünde "Üslup olarak nereli bu kişi?" demesi hoşuma gidiyor. Evrensel yani coğrafyaya ait çok az çalışmam var. Çünkü kimliği, işlerimde ön plana çıkarmak yerine ruhsallığı çıkarıyorum. Bu benim önemli bir yaklaşımım. İkincisi, malzeme.
Üretim süreçleri sancılı geçer ve belli bir ritüele başvurulur. Senin üretim sürecinde belirli bir ritüelin var mı?
Klasik müzik ya da death metal dinlerim. Sancı çekmek çok olmuyor. Stresli olduğumda mide krampları geçiririm sadece.
Eserlerin üzerinde çalışırken ne tür sorular sorarak başlıyorsun? Yaratım sürecinde, peşinde olduğun duygular genelde neler oluyor?
Ruhsal etkiler. Pesimist de olabiliyorum. Coşkulu hayat veren resimler de oluyor biyolojik süreçte. Hatta isimleri ile manidar toplumsal göndermeler de oluyor; "Kuaförde sosislisini yerken antidepresanlarını yere döken kız" ve "Mars olan esnafın ruh hali" gibi. Gerçi bu kariyerimin başında olmuştu. Şimdi daha kimliksiz "soyut okumalar"a yöneldim. Kavramsal sanat ve resim arasında çok tartışmalı bir ilişki vardır. Ben daha çok resmin ruhsallık kısmına kaydım. Sanırım bunda Kandinsky'nin "Sanatta Maneviyat Üzerine" kitabı etkili oldu. Bendeki kitap 1982 tarihli, Ahmet Necati Bigalı çevirisi. Şimdi "Sanatta Ruhsallık Üzerine" diye çevrildi.
Üretim sürecinden bahsederken biraz atölyenden konuşmak isterim. Atölye bir sanatçının mabedidir. Peki sen atölyen ile nasıl bir bağ kuruyorsun?
Uzun yıllardan sonra atölyemi ve evimi ilk defa ayırdım. Hep yaşadığım yerde çalışmışımdır. Seferihisar'daki atölyeme isim takmıştım mesela "Sığınak". Sığınağıma gidiyorum derdim arkadaşlarıma. Vanessa Medini orada çok samimi güzel bir röportaj yapmıştı benimle. Mekanın ruhunu, tanımlamıştır yazısında. Evimin bodrum katıydı. Gerçekten sığınaktı. Pandemiden sonra İstanbul'a taşındım. Ters yönde gittim aslında. Ve evet oraya çok insan davet etmem. Birazcık yatak odası gibi oldu benim için.
Bir işin yaratım süreci kadar izleyici deneyimine de önem veriyorsun. Senin eserlerinde bu deneyimi özel kılan unsurlar neler?
Ben aklımdan geçeni yapıyorum. Sonra bunu cidden içselleştiren insanlarla karşılaşıyorum. Bu durum bana, özel hissettiriyor. Parmak izi gibi. Milyarda birden azdır. Mesela bu anlatacağım özel değil artık. Kendisi ile bunu konuşmuştuk ve helalleşmiştik, "Bak anlatırım ortamda onay veriyor musun?" diye. Pandemide tanışmıştık Mehmet Onultan'la. "Kötü parça" diye bir resmim vardı organik serisinden. "Satıyor musunuz?" dedi. "Abi bu resim yıllardır duruyor. Hasta mısın sen" dedim gülerek. Sert bir işimdi. Sert bir formdu. Biyopsiydi aslında o resim... "Evet kanserim" dedi ve benim resmimin birebiriydi gönderdiği görseller. Hayatımın en net ve düşündürücü süreciydi. Kısa zamanda gönül bağı kurup kaybettiğim bir dostumdu. Hala çok özlerim. Benim yapıt ile koleksiyoner arasında yaşadığım en özel duyguydu. Dediğim gibi. Anlatmama izin vermese bunu söylemek istemezdim... Helallik aldık. Bu da çok düşündürücü.
Sabit kavramlara odaklanmak yerine estetiğin ve resmin kendisini araştırıyorsun. Estetik ve resim; bu iki ögeyi kavramsal olarak nasıl ele alıyorsun?
Mesela ilaç kutuları resimleri yapıyorum. Kesinlikle üslubumla alakalı değil. Tamamen mesaj içerikli. Üzerlerine kişisel anekdotlar ve bilindik yazarların sözlerini yazıyorum. Ama "Melankoli", "Yara", "Nefs", "Organik" serileri zaten resim olarak ele aldığım yapıtlar. Birisinde renk ön plana çıkıyor. Birisinde form ve renk. Aslında en keskin durum rengin ve formun birbirini kestiği an. Diğer serilerim tamamen içsel. Yani benim için an önemli. Plastik mermi izi gibi. İlk önce kırmızılaşır. Sonra morarır. Sonra sararır ve biter. Hemoglobini izlemek. Bu benim için resimde kavramsal...
"Gören Olmuş mu Rüzgarı?", 110 x 140 cm, 2022Sanat yaşamının bu döneminde spontane ve izlenimci bir üretim süreci yaşadığını ifade ediyorsun. Bu süreç bilinçli bir tercih mi?
Spontane bir dönemden geçiyor sanki dünya. Soğuk savaş dönemi gibi. Sanki su akar yolunu bulur gibi. Ben de o su gibi akıyorum. Sosyal medyaya çok bakmıyorum artık. Daha feodal oldum diyebilirim.
Renk, sanatını ifade etmede senin için nasıl bir araç?
Renk bütün canlılar için farklı özelliklere sahip. Bütün canlılar rengi ayrı algılıyor. Mesela uzun yıllardır siyahın renk olup olmadığı hep tartışıldı. Çünkü ışığı emer. Bu kadar renk üzerine yoğunlaştığımda siyahı da bunun içine kattım. Çünkü renk insanlığın başından beri psikolojinin bence ana unsuru. Mesela heykeller çıkıyor birçok yeni kazıda. Aslında insanlık taşı yontmuş ama rengi fark etmeden ruhunun içine almış. Trafik ışığı olan kırmızı gibi. İnsanın bedeninde akan kan. Korku ve gerilim, yaşam kırmızıyı hep önde kılmış.
Contemporary Istanbul'a sanat yaşamında farklı bir çizgide üretim yaptığın "In God We Trust" serisiyle katıldın. Bu serinin öyküsünü senden dinleyebilir miyiz? Neden sadece gold rengini tercih ettin?
Altına dair bir göndermeydi. Altının da psikolojik bir alt yapısı var. Zenginliğin ve gösterişin rengi benim için. Ben de renkleri kapatıp ilk defa formu ortaya çıkarttım bu seride. Belki de uzun zamandan sonra ruhsal ifade yerine ilk kavramsal tercihim oldu resimde.
"In God We Trust" serisindeki bir eserinde yama izleri var. Anlatındaki bu yama neyi temsil ediyor?
Yama demeyelim yara diyelim. Tuvali iki boyutlu zeminden çıkarıp kesip biçtim. Kabuk bağlattım. Yaşayan bir bedene dönüştürdüm. İtici bir görsel olarak anlaşılacak bir şeyi altınla kapattım. Kısacası altın rengini kavramsallaştırdım diye düşünüyorum.
"In God We Trust", 170 x 250 cm, 2022Begüm Güney'in küratörlüğünü yaptığı "Onunla" sergisine "Happy Hour" enstalasyonuyla katılıyorsun. Bu serinin sanat pratiğindeki önemi nedir?
"Smiley" serisi aslında 1971 yılında Frankliy Forfany tarafından tasarlanmış bir imaj. Belki de dijitale de dönüştürülmüş ilk imge. Birisi size gülen yüz attığında onun gülüp gülmediğini bilemeyiz. Aslında ezbere dönüştü. Ben de aslında yuvarlak formu sayesinde antidepresanlarla özdeşleştirdim. Aslında konu çok uzun. Buraya yazamayacağım kadar. Çünkü işin içerisine farmakoloji giriyor.
"Happy Hour" enstalasyonu mekana özgü çalışmalarından biri mi? Bu serinin üretim sürecinde sana neler ilham verdi?
Amacım resmi bir kaide olarak duvara asmak yerine bir parçalar bütünü yapmaktı. Yerde olması onu ciddi anlamda tahtından indirdi benim için. Begümle oyun oynar gibi yerleştirdik.
"Color As Psychological Balance" kitabın geçtiğimiz yıllarda raflarda yerini aldı. Bu kitap projesi nasıl doğdu?
Kalıcı ve uluslararası bir imza olmasını istiyordum çalışmalarımı anlatan kitabın. Zor bir süreçti. Necmi Sönmez, benim kişisel tarihimi çok iyi bilen bir sanat tarihçi. Onun yönlendirmesi ile bu işe başladık. İyi bir çalışma olduğunu düşünüyorum. Ama gerçekten yorucuydu.
Bu kitapta Nejat Satı'nın hangi yönlerini keşfetmemiz mümkün?
Ruhsal okumaları. Mesela Sabine Maria Schmidt ile hiç tanışmadık. Mail üzerinden bile kısa mesaj gitmiştir. Ama resimlerimi okuması beni çok mutlu etti. Çünkü sadece çalışmalarım üzerinden bir yazı yazdı. Arada açıp bakıyorum. Bunları hissettirmiş olmak çok iyi geliyor.
Çalışmalarını evrensel yapan yaklaşımlar, sana göre neler?
Aslında her serinin dinamiği ve ruh hali, farklı dönemlerden çıkma, ama devamlılığı güncel bir dil olduğunu düşünmem ve kullandığım materyal ile uyum sağlaması. Mesela "Strüktür" serisi minimal soyut bir seri. Çok evrensel. Farklı kılan ise kullandığım materyal. Melankoli kısaca uzun sürecek bir ruh dinamiğinin yansıması. "Nefs" ise toplumsal bir tepkimenin bedensel olarak dil oluşturmuş ruhsal bir yansıması. "Organik" tamamen biyolojik bir görselin tekrardan yorumlanması gibi.
Hem sanatçı hem de izleyici açısından sanat insana kendiyle ilgili ne anlatır?
Hala bunu bilemiyorum. Çünkü kendimi keşfetme sürecim devam ediyor.
Üzerine çalıştığın yeni projeler var mı? Sanat yolculuğunda gelecekte nasıl projelere imza atmayı hayal ediyorsun?
Daha bireysel. Daha uzak yapılar üzerine düşünüyorum. Artık o feodal yapı ruhuma işledi. Ben bile kendime sürpriz yapabilirim.
Fotoğraf: Zafer TEKTAŞ