"The Crown"un beşinci sezonu için geri sayıma başlamışken dizinin yıldızlarıyla Zoom'da buluştuk. Kraliçe II. Elizabeth'i canlandıran Imelda Staunton, Prens Philip'e hayat veren Jonathan Pryce ve Prenses Margaret'ı oynayan Lesley Manville, Londra'da bir araya geldiler. Dünyanın farklı bölgelerinden beş gazetecinin bağlandığı röportajda Türkiye'den sadece ALEM Dergisi vardı. Uzun yıllardır tanışan ve daha önce birlikte farklı projelerde yer alan üç başarılı oyuncuyu karşınızda gördüğünüzde ve birebir sohbet fırsatı bulduğunuzda ister istemez heyecanlanıyorsunuz. Ancak her biri o kadar mütevazı ki, isimleriyle hitap edecek kadar samimi ve kahkahaların eşlik ettiği bir sohbete imza attık. Sonrasında bu kez karşımızda Dominic West vardı. West'e gerçek hayatta büyük sempati duyduğunu belirttiği Prens Charles karakterine bürünmenin neler hissettirdiğini ve çok daha fazlasını sorduk. Netflix'te izleyicilerle buluşan "The Crown"un beşinci sezonunu yıldızlarından dinliyoruz.
Her şey senaryoyla başlıyor. Elimizdeki hikayeye göre yol alıyoruz. Tabii ki daha önce canlandıran oyuncuların yorumuna bakıyorsunuz. Ama sonrasında bunu unutmanız ve sıfırdan başlamanız gerekiyor.
Aslında hayır. O dönemde bebeğim olmuştu. Sadece senaryo, yaptığım araştırmalar ve o yıllardaki çekimlere bakarak hazırlandım. Bu benim için yeterli oldu. Söylediğiniz gibi çok fazla olayın olduğu bir dönem, bunun üstüne koyacak ekstra bir şey gerekmedi. Senaryoya konsantre oldum.
Bu kadar inançlı olduğunu ve bunun ona istikrarlı olmak adına bu kadar güç verdiğini bilmiyordum. Aslında son derece çekingen biri olmasına rağmen bence inancı ona güven verdi. Yaptığı işlerde, konuşmalarında ona güç verdiğini düşünüyorum. Sanırım onu canlandırdıktan sonra daha sakin bir insana dönüştüm.
Beni bu kadar kolay olması şaşırttı. Senaryo iyi yazıldığı zaman yapmanız gereken çok bir şey olmuyor aslında. Eğer kötü yazılırsa nasıl altından kalkabilirsiniz ki? Jonathan, Lesley ve ben üçümüz birbirimizi çok uzun zamandır tanıyoruz. Bunun getirdiği bir rahatlık var. İkonik karakterleri canlandırırken "Ben onu oynuyorum" diyerek hareket etmiyorsunuz.
Beraber bir sahne çektik. İkimizin de oturması gerekti çünkü o kadar uzun ki! Ve ben değilim. Olağanüstü bir performans sergiledi.
O görkemli evlerde çekim yaparken bir bakıyorsunuz arkanızdaki duvarda bir Rubens eseri var ve onun maket olmadığını, milyonlar değerinde olduğunu biliyorsunuz. Gerçekten inanılmazdı.
Daha önce başka birinin canlandırdığı rolü almanın verdiği güven bu prodüksiyonun doğasında var. Yapımda Kraliçe II. Elizabeth ve Prens Philip'i iki farklı oyuncu canlandırdı bizden önce. Beşinci sezona gelindiğinde bu tamamen yeni bir macera. Bu sezonu neredeyse tek başına bir dizi gibi hissettim. Bir aktör olarak Tobias'ın (Menzies) karaktere nasıl hayat verdiğinden bahsedemem. O bana benim Prens Philip'e benzediğimden daha az benziyor. Yine de daha önce bu rolün başarılı bir şekilde canlandırıldığı bilmek size güven veriyor.
Elizabeth kraliçe olduğunda ben altı yaşındaydım. Oyuncaklarımla yüzüstü uzanmış televizyondan taç giyme törenini izlediğimi hatırlıyorum. Dizi boyunca 90'larda o dönemde ne yaptığınız gözlerinizin önünden geçiyor. Benim de üç çocuğum vardı ve çalışıyordum. Senaryoyu okuduğunuzda sizde uyandırdıkları önem kazanıyor. O dönemde kraliyet ailesinin yaşadıklarının çoğunu unutmuşum.
İkonik ve çok konuşulan bir ilişki olduğu için ne kadar az şey yaparsanız o kadar iyi. Imelda ile birbirimizi uzun zamandır tanıyor olmamızın yardımı oldu. İlk kez 1998 yılında birlikte çalışmıştık. Öyle olunca bazı şeyleri konuşman gerekmiyor. Senaryonun çok iyi yazılmış olması da etkili tabii. Bu dizide Imelda ile çalışmaktan çok keyif alıyorum.
"The Crown"un en güzel taraflarından biri de bütünlükle, dürüstlükle işlenmiş olması.
Prens Philip hakkında daha önce bilmediğim birçok şey keşfettim. Onu konuşurken dinlediğimi hatırlamıyorum. Hakkında daha çok şey okudukça, araştırdıkça ondan daha çok hoşlandım. Peter'ın (Morgan) senaryosunda da her şey yazıyordu. Yaşadığı hayattan her zaman mutlu olmadığını keşfettim. Her zaman araştırdığını, sorular sorduğunu ve ileriye dönük olduğunu gördüm. Bir aktör olarak canlandırmak için harika bir rol. Çünkü sürekli yeni şeyler araştırıyorsunuz.
İlk çekim gününde beraber uzun bir sahnemiz vardı. Bu ailede ayakta kalıp kalamayacağını sormak için evinde ziyaret ediyordum onu. Performansını son derece dokunaklı buldum. Harika bir oyuncu.
Onu dizinin kötüsü olarak göstermek istemedim. Bu daha çok dönemin basının ona biçtiği bir roldü bence. Bundan uzak durmaya çalıştım. Açıkçası ona çok sempati duyuyorum. Peter'ın (Morgan) da boşanma ve imajı arasındaki farklı görüşleri dengeli bir şekilde yansıttığını düşünüyorum. Galler Prensi olarak modern dünyadaki yerini sorguluyordu. Charles'ın kral olmak için sabırsızlanması dünyada bir iz bırakmak istemesinden kaynaklanıyordu bence. Peter da kaderinin ne yönde gideceğini bilmeyen birinin yaşadığı sıkıntıları çok güzel yansıttı.
Benim için en zoru karakteri kendinden bir parça yapmak ve herkesin tanıdığı gördüğü ünlü kişiyi yansıtmak arasında bir denge kurmaktı. Peter ve birçok kişi "Bu bir taklit değil ama bir noktada onu yansıtan bir şey yapmalısın." dedi.
Bence kraliyet ailesinin Diana'ya olan yaklaşımına dair bir yanlış anlama vardı. Bunu söylemek zor ama bence herkes onun için en iyisini istiyordu. Bence kraliyet ailesinin Diana'ya olan yaklaşımına dair haksız önyargılar vardı.
Peter'ın rol için beni düşündüğünü öğrendiğimde çok heyecanlandım çünkü diziyi çok seviyordum. Sonra da çok karmaşık olacağını düşündüm. Josh O'Connor karakteri o kadar güzel canlandırdı ki... Prens Charles'a yani artık Kral Charles'a o kadar çok saygı duyuyorum ki onun yaptıklarını tehlikeye atacak bir şey yapmak istemedim.
Beşinci sezon Charles'a "Kral olabileceğinizi düşünüyor musunuz?" sorusunun yöneltildiği dönemi yansıtıyor. Bu soru her zaman onun canını sıkıyordu. Şu anda kral oldu ve o dönemde gündemi bu sorunun meşgul etmesi tuhaf geliyor şimdi.
Bu sezon insanların daha yakından tanık olduğu bir dönemi yansıttığı için daha da fazla izleyici çekecek bence.
Elimde araştırma yapabileceğim derin bir kaynak, okuyabileceğim harika kitaplar vardı. Daha önce karakteri canlandıranlar harika iş çıkardı. Ama sonuçta benim elimde yeni bir senaryo vardı ve o karakteri artık ben canlandırıyordum. Kendi yoluma bakmalıydım. Bizim işimiz birebir taklit yapmak değil. Benim işim Helena Bonham Carter ve Vanessa Kirby'nin yaptıklarını tekrarlamak değil. Onların yaptıklarını alıyorsun ve özümsüyorsun. Gerisi sana kalmış. Imelda ile daha önce çalıştınız ve yakın arkadaşsınız. Tüm dünyanın tanıdığı iki ünlü kardeşi canlandırmak nasıl bir deneyimdi? Lesley ve Imelda olarak birbirimizi yıllardır tanımamız bunu yansıtıyor. İkimiz de benzer tarzda oyuncularız. Çalışma stilimiz çok benziyor. İkimiz de ev ödevimizi iyi yapıyoruz. Özensiz çalışamayız. Arkadaşlığımız hep devredeydi, bu yüzden Kraliçe II. Elizabeth ve Prenses Margaret arasındaki yakınlığı yansıtmak adına endişemiz olmadı. Yapımda çalışan her ekibin oyunun en iyisi olduğunu biliyordum. O yüzden yer almaktan heyecan duyduğum bir proje oldu.
Hayır, çünkü dizi Kraliçe II. Elizabeth'in vefatından önce yazılmış ve tamamlanmıştı. Dizinin daha çok izleyiciye ulaşacak olmasını takdir ediyorum. Zaten ilgi çekecekti. Birinciden dördüncüye her sezon popüler oldu çünkü insanlar kraliçeyle ve hikayeyle bağ kurmak istiyor. Dizinin yeni sezonu 90'lı yıllarda geçiyor ve ailenin çalkantılı bir dönemini yansıtıyor. O yıllara yakından tanıklık ettiniz. Kraliyet ailesinin o yıllarda yaşadıklarına dair bir şeyler canlandı mı hafızanızda? Tabii ki hepimiz 90'ları yaşadık. Yine de bir anda aklıma gelen anılar olmadı. Ben de küçük bir çocuğu olan genç bir anneydim o zamanlar. Senaryoda yazanları dikkate aldım ve ev ödevime iyi çalıştım.
Sanırım Prenses Margaret'ta beni en çok etkileyen, çelişkili şeyler yapıyor gibi gözükmesine ve daha başına buyruk bir karakteri olmasına rağmen aynı zamanda inançlı biri olması ve bundan güç alması. Ben kişisel olarak öyle biri değilim ama onu anlıyorum. Onun karakteriyle çelişkili gibi gözüken bu durumu hatırlattım kendime role hazırlanırken.
İskoçya'daki sinekleri unutamıyorum. (Gülüyor) Aslında dışarıda çok vakit geçirmem de gerekmedi. Prodüksiyon tasarımcımız Martin Childs tüm o harika yerleri buldu. Kurdukları set de aynı şekilde olağanüstüydü. Her departmanın Peter Morgan'ın yazdıklarını gerçekleştirmek için en iyisini yapması en büyük şansımızdı. Her birimizin bir görevi vardı. Hiçbirimiz diğeri olmadan yapamazdı. Ve ortaya çok güzel bir sonuç çıktı.
Röportaj: Ayça BARUT TANMAN
Fotoğraflar: Netflix / Nick THOMPSON