Petek KIRBOĞA - [email protected] / Fotoğraflar: Rıdvan BAYRAKOĞLU
Balat’ta bulunan The Pill Galeri Fransız sanatçı Raphael Barontini’nin ilk kişisel sergisine ev sahipliği yapıyor. ‘Bir Asteroid’ten Duvar Kilimi’ sergisi mekan ve kurgu paralelliğinde geziliyor. Büyük boyutlardaki kumaşlardaki portrelerde tarihin içinden kişilikler ve fütüristik yaklaşımlar bulunuyor. Kültürün kaç katmandan oluştuğunu sorgulayan sergi 31 Mart’a kadar görülebilir.
İstanbul’daki ilk serginizden bahseder misiniz?
Evet, bu benim İstanbul’daki ilk sergim ve yanı sıra Fransa dışındaki ilk solo sergim. Dolayısıyla işlerimi ve onlara konu olan altyapıyı iyi yansıtmak, sergi alanına giren lokal ve yabancı izleyicilerin hepsi için ifade gücü yüksek bir kurgu yapabilmek benim için önemliydi. Aynı pratiği yansıtan fakat geniş bir görsellik sunan işlerle izleyici karşısına çıktım diyebilirim. ‘Bir Asteroid’ten Duvar Kilimi’ sergisi resimlerden oluşan bir ‘ortam’ aynı zamanda. İki türe ayrılmış eserler birbirleriyle konuşuyor. Kumaşlara çalışılmış iki büyük eser, duvara asılan dijital işleri çağrıştırıyor. Fakat The Pill’deki bu işler birer yelkenmişçesine denizcilerin kullandığı türden iplerle, önce tavandaki kancalardan geçiyor, ardından yere sabitlenerek asılıyor. Bu büyük işlerden birisi, hemen altında, zeminde bulunan üç tonluk kumla bir yerleştirme olarak sergileniyor. Sergi hali hazırda Avrupa’nın kolonyal dönemine ve dolayısıyla ‘gemi ve yelkenler’ vasıtasıyla taşınan birçok fikre, estetiğe ve metaya da vurgu yapıyor. Bu yerleştirmeyi, Amerikalı müzisyen ve şair Mike Ladd’in bu sergiye özel ürettiği müzik ile tamamlıyorum. Duvarlarda ise tuval üzerine çalıştığım işler yer alıyor. Bu işler kraliyet ailelerine mensup kişilerin klasik portrelerini ve Venüs’ü hibrit figürler olarak ele aldığım eserler.
Bu sergiye ilişkin ilhamınız nereden geliyor?
Serginin oluşum sürecinde, serginin ana fikri, tarih ve bilim kurgu referanslarına dayanan kurgusal bir alan ve ortam şeklinde oluştu. Sergi bir noktada ortak antik köklere uzanan imgelerden gelip, melezleşmiş bir dilin oluştuğu bir geleceğe dair tasavvur öneriyor. Irkların birbirine karışması ve kültürel melezleşme işlerimde önemli bir yer tutuyor. Avrupa, Afrika, Orta Doğu, kolonizasyon öncesi Amerika gibi büyük coğrafyaları kapsayan referanslarla ürettiğim bu işlerde bu durumu hissedebilirsiniz.
Sizi İstanbul’a taşıyan hikayeyi anlatır mısınız? The Pill ile yollarınız nasıl kesişti?
Galerinin direktörü ve kurucusu olan Suela Cennet beni ve işlerimi uzun zamandır tanıyor. Dolayısıyla ben de kendisini zaten tanıyordum ve galeriyi de fikir aşamasından bu yana yakından takip ediyorum. Bu tanışıklığın getirisi olarak, işlerim üzerine konuşurken, pratiğimin İstanbul’u merkez alan bir proje ile çok uyumlu olacağını hissettik. Şehrin tarihi beni her zaman çekti ve etkiledi. İstanbul’da her an hissedebileceğiniz kültürlerin katman katman ve iç içe var oluşu fikri beni çok etkiledi ve bu fikir ekseninde bir sergi kurguladık.
Eğitiminizden bahseder misiniz?
Klasik diyebileceğimiz şekilde Paris’te Ecole des Beaux-Arts’daki eğitimimin ardından New York’taki Hunter College of Art’tan 2009 yılında büyük bir resim enstalasyonuyla mezun oldum.
Daha çok hangi materyalleri ve teknikleri kullanıyorsunuz?
Resim pratiğim hakikaten güncel bir pratik üzerinden yürüyor. Akrilik, serigrafi, sprey boyama gibi farklı teknikleri bir araya getiriyorum. Dijital imajlar da işlerimin kompozisyonunun oluştuğu süreçte bir aktör olarak büyük rol oynuyor. Fakat işlerimdeki en önemli nokta kumaşların kullanımı. Kumaşlarla birçok deneme yapıyorum ve klasik bir medyum olarak resim üzerine sorgulamalarım devam ediyor.