Koton'la çok güzel giden keyifli iş birliğimiz dördüncü yılına giriyor. Yedinci koleksiyonu yaptık. Aile gibi olduk. Gülden Yılmaz'ın vizyonu, bitmeyen enerjisi ve çalışkanlığı iş hayatımda bana devamlı ilham vermiştir. Bu kadar başarılı ve güçlü bir kadının markası için çalışmak ve beraber üretmek benim için fazlasıyla değerli. Moda dergiciliğini hayatımda noktaladığım sene 2018'de doğan Skirtly Yours ve etek koleksiyonumuz artık 184 parçalık geniş bir koleksiyona dönüştü. Moda dergiciliği hayatımda aşık olduğum bir meslekti ve her gününü dolu dolu geçirdim. Harika işlere imza attım. Nefis ekiplerle birbirinden değerli gazeteci ve yayın yönetmenleriyle çalıştım. Şimdi ise marka tarafında hem de Türkiye'nin en değerli markalarından biriyle stilimi, imza olan parçalarımı ve modayı herkesle paylaşıyorum. Koleksiyonumu yolda yürürken bir kadında görmek, herhangi bir yerde bambaşka bir kombinle onlara rastlamanın hazzı paha biçilmez.
Evet, 2019 İlkbahar/Yaz bizim ilk koleksiyonumuz. 21 parça etekle başladık serüvene, sezonlar geçince baktık öyle etekler yapmışız ki hala insanlar soruyor, almak istiyor, bulmaya çalışıyor. Biz modada buna zamansızlık diyoruz. Timeless parçalar. Mesela bir tül eteğimiz var kabarık, benim favorilerimden, tül eteği akşam yemeğine veya bir davete giyme ezberini bozduk, bozmak istedik. Gündüz spor ayakkabı veya deri ceketle neden giyilmesin. Moda çekimlerindeki look'ları gerçek hayata taşıma eylemi gibi bir şeydi bu. Ben işin o tarafında 22 sene geçirdiğim için pratiğini de çok iyi biliyordum. Kombin matematiğini, parçaları birleştirme, gece gündüz farkları, stilleri derken bunu Koton'la beraber çok güzel hayata geçirdik. "Hangi eteği nasıl giyeriz, ne ile giymeliyiz?" gibi soruların cevaplarıydı bu koleksiyon. Bir çocuk nasıl lego parçalarıyla oynarken ortaya harika bir şey çıkarır. Biz de koleksiyona böyle baktık. Her bir parça modülerdi bizim için. Hepsi pekala birbiriyle de kombinlenebilirdi. Tüm bu öğretiden bu sezon zamansız etekler fikri çıktı ortaya, 20'lere 30'lara 40'lara ait görünen ve o dönemleri temsil eden eteklerimizi grupladık. Plise eteğimizi Marilyn Monroe giymiş gibi veya dar uzun evaze eteğimiz Liz Taylor'da olsaymış gibi hayaller kurduk. Artık dönemlere göre de etek satın alabilecek herkes. Bir diğer yenilik ise benim aksesuar tutkumdan geldi ve koleksiyona vintage ruhlu küpeler, kolyeler ve bileklikler ekledik. Skirtly Yours Melis Ağazat for Koton koleksiyonunun artık bir de aksesuar uzantısı var.
Genelde anlardan, anılardan, kadınlardan ilham alıyorum. Bir sanat eserindeki renkten, desenden, tavır ve akımdan, bir heykeldeki hissiyattan, bir şiirdeki anlamdan, doğadan. Çok bakımlı ve güzel kadınların olduğu bir ailede büyüdüm. Tüm çocukluğum gözlemle geçti; ne giymişler ne takmışlar, hangi kumaş, ne model ne desen. Hala görsel hafızam onlarla dolu. Zeynep halamın dore portföyü, ninomum bordo kemik düğmeli kabanı, annemin gazete kağıdı desenli baskılı ipek etek-gömlek takımı. Yani giyinmek, giyinenleri gözlemlemek benim için hep bir tutkuydu. AKM'de gittiğim operalar, kostümler tüm bu görsel zenginlik benim kartvizitim oldu. Sonra moda dergiciliği, Central St. Martins ve güncel sanatla yakınlaşmam, daha sonra porselen işlerim derken bu karma... Moda haftalarına gittiğim yıllarda günde üç defile takip ediyorsam araya bir de mutlaka sergi veya müze sıkıştırırdım. Sonra İstanbul'a döndüğümde hatlar karışıyordu. Balmain defilesinde egzajere omuzlar, Egon Schiele sergisinde aestetik beden dili ve pozlar... Bir bakıyordum ortaya bir çekim çıkmış, içinde hem Egon Schiele kadını var hem Balmain. Aslında ilham her yerde. Ona yaklaşmak ve onunla temasa geçmek önemli olan.
Stilim devamlı dönüşerek, yeniye ayak uydurarak asla tutucu olmayarak her geçen gün olgunlaşıyor. "Stillim şöyledir böyledir." diyemiyorum. Ama gardırobumun bazı kahraman parçaları var, olmazsa olmazları var. Tutturduklarım var mesela her sezon ya da asla giymem dediklerim. Stilim tüm hayatımın bir özeti, yaşadıklarımın, heyecanlarımın, korkularımın, sevinçlerimin, üzüntülerimin bir yansıması. Hisler var benim için belirleyici olan. Bordoyu hissetiğim bazı sezonlar var, renk paletimde mutlaka olması gereken tonlar ya da. Sanırım onlara çok kulak veriyorum. Ve tabii renk paleti derken Mark Rothko varken bize pek renk dinamiğini söylem olarak koymak yakışmaz. Rothko çözmüş. Ben o tablolara hayranlıkla bakıp onları bilinçaltıma kazımışım. Farkında olmadan da mor ile safran rengini kombinliyorsam Rothko sayesindedir. Kolektif bilinçaltı devreye giriyordur.
Her boy etek, blazer ceket, çizgili Breton top, stiletto, palazzo pantolon, Golden Goose... Liste uzar....
Leopar bir parça, kaşe "boyfriend" blazer, mikro çantalar ve bomber ceket. Bu sonbahar maksimalizm en parlak ve ona yakışan dönemini yaşıyor. " More is more" yani. Taşlı ayakkabı, altın brokar bir ceket ve içine payetli bir üst; bunların hepsi bu sene mümkün Karıştırmaktan korkmayacağımız, sadeliğe biraz ara vereceğimiz bir sezon karşımızda.
Beden dilime ve o günkü ruh halime en uygun olan neyse. Bazen çok yükseldiğim bir kombini giyince olmamış diyorum. Hissetmiyorum! Ve çıkarıyorum. O anda emprovize başka bir look'a geçiyorum. O anda sanki bir palete serbest fırçayla resim yapar gibi plansız, programsız tesadüfi bir kombin yaratmış oluyorum. Sanırım bu da benim imzam olmuş oluyor. Dolapta asla yan yana gelmeyecek parçaları kendilerine has bir harmoniyle birleştiriyorum. Renkleri, dokuları karıştırarak kendime özgü bir dil yaratıyorum. Koleksiyon hazırlama sürecim de böyle ilerliyor. "Mood board"lar, sezonun hitleri, renk yaklaşımları bir bir planlandıktan sonra, seçimleri büyük bir titizlikle yapıyoruz ardından benim ters köşe mantığım devreye giriyor. Bir nevi kombinleri mood'ları bozarak ilerliyoruz.
Crocs.
"Last year at Marienbad", "Barbarella", "Casablanca".
Yapı olarak hiperaktif biriyim. Devamlı bir şey üretmeye bağımlıyım. Boş geçen br günüm yok. Olunca da illa bir şey koyup dolduruyorum. Bir sergi ya da bir müze, bir şiir kitabı veya bir biyografi, tarih... Devamlı düşünmeye, hayatı anlamaya, varoluşu irdelemeye çalışıyorum. Sonra bir şey keşfediyorum kendimce, o benim çıkış noktam ilhamım oluveriyor. Onun üzerinden kurgu kuram çalışıyorum, benim pratiğim orada devreye giriyor. Bilinç akışıyla hem zamanı hem anı hem de geçmişi yakalamaya çalışırken yaratım sürecimi de başlatmış oluyorum. Porselen benim tılsımlı medyumum. Londra'da Central St Martins'e gittiğim yıllarda "spatial design" diye bir ders almıştım. O ders benim her şeye olan bakışımı öyle bir ters düz etti; kokulara, binalara, manzaraya, evrene... Derken güncel sanat serüvenim başladı. Önceleri sadece kokuları kullanarak sergiler yapıyordum. Deneyime dayalı sergiler derken küçüklüğümden beri eviminizin en güzel yerlerinde sofralarında olan porselenlere doğru kaydı üretim. Önceleri sır üstü boyamayı öğrendim, son iki senedir de Capodimonte denilen teknikle Limoges çamurundan çiçekler minik heykeller yapıyorum. Oluşturduğum çiçeklerle kaygı, anı, hatıra, merak, kaybediş, özlem gibi duyguları da ekleyip yaratıyorum işlerimi. Öktem Aykut Galeri ile yaklaşık yedi senedir çok güzel giden bir sanatçı galeri ilişkimiz var. Umarım 2023 sonunda kişisel sergimi açacağım. Moda ise zaten genetiğimdeki en güçlü dürtü.
Sabah 6.30'da uyanıyorum. Oğlumu okula bırakıyorum. Sabah erken saatler benim için günün en keyifli ve verimli zamanları. Sonra pilatese gidiyorum. Sporu hayatıma mutlaka katıyorum, katmaya çabalıyorum. Yazın yüzdüğüm için kışın onun yerine pilatesi koydum. Derken günlük koşturmam başlıyor. Tomtom'daki ofisim, dışarıda toplantılar, Zoom atölyeleri ve lansman ziyaretleri. Danışmanlığını yaptığım markalarla geçen toplantılar, görüşmeler. Keşke gün bitmese diyorum ama bitiyor. Bazen gün yetmiyor. Akşamları ise bir iş yemeği veya davet yoksa evde olmayı tercih ediyorum. Evde aileyle olmak en kıymet verdiğim zamanlar.
2003'te harika bir kariyeri bırakıp (Harpers Bazaar'da junior moda editörüydüm) Londra'ya gittim. O zaman öyle gerekiyordu. Uzaklaşmam lazımdı ve yaptım. Londra her anlamda insanı besleyen bir şehir. Bana çok şey kattı. Orada bir buçuk sene Virginia Woolf'larla John Keats'ler ve dönemin romantikleriyle yaşadım sanki. Bloomsbury ruhu, 70'lerin punk ve çiçek çocukları karıştı ruhuma. Bir yandan İD okuyor bir yandan her gün ICA'e gidip sürrealistlerin kısa filmlerini izliyordum. Max Ersnt, Bunuel, Dali gibi. Sonra St Martins'e derslerime dönüyordum. Her anlamda inanılmaz beslendim, büyüdüm Londra'da.
Hiç düşünmedim. Sanırım doğduğum dönem benim için seçilmiş. "Ah bu dönemde yaşasaydım" demedim hiç. Ama etkilendiğim dönemler oldu, oluyor. Onları da kendi güncelimle yorumladım. Dönemler arası yolculuk yaptım. O daha kıymetli sanki.
Üretmek benim varoluş biçimim. Aksi halde tanımlayamam kendimi, Tamamlayamam da. Benim tamamlanma, tam olma halim ürettiklerimle beraber olabiliyor. Öteki türlü eksiğim. Eksik hissederim. Moda çocukluktan beri hayatımdaki en güzel renk. Ne mutlu ki ben bunu çok erken keşfedip meslek hayatıma moda dergiciliğiyle başlayıp yılarca aşık olarak yaptım işimi. Terzi olamazdım dikiş beceremem. Tasarımcı olamazdım çizemem. Ama kumaş, renk, tarih ve moda bilgim ve bu konudaki sezgilerim beni bu meslekte en güzel yerlere getirdi en güzel deneyimleri yaşattı. Giyinmek asla sıkılmadığım, her yeni günle beraber ayrı bir motivasyona dönüşen bir olgu benim için. Tüm arkadaşlarım bilir. Bir yere gideceksem önce ne giyeceğimi düşünürüm. Giyeceğim look o yerin bir parçasına dönüşür benim için. Bunu böyle yaşarım. O yerin dekorasyonu, renkleri, tarzı kıyafetimi seçmemde belirleyici olur. Sonunda vereceğim fotoğrafta motive edici bir şeye dönüşür. Bir tabloyu canladırmak gibi. Matisse, Cezanne, Jan van Eyck renkleri nasıl kullanıyorsa tüm zamanların ilhamlarını onlardan alıyorum sanırım.
Aynı şekilde, dekorasyon da benim tutkum. Ona da kombin yapar gibi yaklaşıyorum. Ofisim de evimin bir uzantısı gibi, eskiyle yeni, modernle antika orada da birleşerek eklektik bir stil yaratıyor.
Oğlumla geçirdiğim zamanlar paha biçilmez, her anı her dakikası. Onu da alıştırdım galerilere müzelere ve evde sanat kitaplarına. Elimden geldiğince vermeye çalışıyorum bu olguları. Mutlaka kapıyor, özümsüyordu. Ama hiç "Anne beni müzeye götür." demedi. Bu ara futbola çok meraklı maçlar seyrediliyor, formalar alınıyor.
Mekan için Rahmi M. Koç Müzesi'ne teşekkür ederiz.