Röportaj: Ceylan YENİACUN
Fotoğraf: Lara SAYILGAN
Styling: Ebru GÜLÇEK YÜCEPUR
Saç: Erdem GÜL
Makyaj: Erkan ULUÇ
Makyaj asistanı: Erdem ŞAHANLI
Fotoğraf asistanı: Cem YURTSEVER
Styling asistanı: Ece ŞİŞİK, Yaren KARABULUT
Video: ONUR ATICI
Catering için Misafirliq’e teşekkür ederiz.
Bundan birkaç ay önce bana Esra Oflaz Güvenkaya denildiğinde ilk aklına gelen kelimeler neler olur deseydiniz güçlü, başarılı, şanslı ve güzel derdim. Peki ya şimdi? Herkes gibi kitabı bir solukta okuyan ve röportajı yapan biri olarak ilk söylemek istediğim birçoğumuzun düşündüğünün aksine şansını kendi yaratmış biri o! Güzelliğinin, başarısının ve güçlü duruşunun yanında merhameti ve cesaretiyle belki de yıllar sonra hiç bilmediğimiz bir Esra Oflaz ile yeniden tanışıyoruz. Cesaret diyorum çünkü, çocukluk yıllarında sevgi ve şefkatten yoksun büyümek, babasının annesine uyguladığı şiddete yıllarca tanık olmak ve tam beş kez ölümden dönmek. Bunları bir kitapta toplamak, belki de hatırlamak istemediği şeyleri yazarken o anları tekrar tekrar yaşamak ve Türkiye’nin en başarılı iş kadınlarından biriyken bunu milyonlarla paylaşabilmek çok büyük bir cesaret örneği. Tüm bu yaşadıklarını “Tevekküllü olmak gerekiyor yoksa hayat çok zor. Birbirimize merhametli olmalıyız çünkü benim bir hikayem varken annemin de orada bir hikayesi var. Babam da sanrıları olan, şiddete meyilli bir adam olarak doğmuş. Yani bilemiyorsun ki...” sözleriyle özetleyen Esra Oflaz Güvenkaya ile hayatını kaleme aldığı, şimdilerde "En Çok Satanlar" listesinde olan kitabını ve çok daha fazlasını konuştuk.
Kitap yazma fikri nasıl ortaya çıktı?
Kitap yazma fikri dört yıl önce bir sezinti olarak geldi benim kalbime. Böyle bir hayalim yoktu aslında ben de şaşırdım. Kitap yazmamın hayırlara vesile olacağına inandım. Ben çocukluğumdan beri kalbiyle konuşan biriyim o yüzden kalbimi dinledim. İlk başta ürktüm sonuçta ben yazar değilim ama çok kitap okumuşluğum var. Kitaplara muazzam bir aşinalığım var. Kalemim kuvvetlidir, şiirler yazarım ama kitap yazmak başka bir şey. Okuyucuların gönlüne dokunacağına, bu hikayenin insanlara ilham olacağına inandım. Özellikle de benim bebekliğimi de sayarsak beş kez ölümle burun buruna gelmelerimin aslında bir anlamı olduğunu ve ölüme yakın tecrübelerimi insanlarla paylaşmam gerektiğini hissettim ve bu kitabı yazmaya karar verdim. Kitabımı bitirdikten sonra Feridun Andaç’a gösterdim beğendiğini ama editlenmesi gerektiğini söyledi. Onun da desteğiyle kitabımın editlemesini de kendim yapmış oldum.
Beş kere ölümle yüzleşmek çok ciddi bir durum. Özellikle içlerinde bir tanesi var ki inanılmaz bir olay. Neler hissettiniz?
Bağdat Caddesi’nde geçirdiğim çok büyük bir trafik kazası. 17 yaşında bir çırak müşterilerden birinin arabasını alıyor ve inanılmaz bir hızla kullanıyor. O dönem Bağdat Caddesi’nde trafik gidiş geliş şeklinde. Biz de arkadaşımla patates cipsi yerken kaldırımın kenarında duruyoruz. Daha sonra öğreniyoruz ki kaza sonrası hastanede bekleyen, ağlayan taksi şoförü çocuğun hızlı geldiğini görünce arabasını önüne kırıyor hızı azalsın diye. Ama çocuk manevra yapabilecek kabiliyete sahip olmadığı için kaldırıma çıkıyor ve bize çarpıyor. Önce bana çarpıyor. Kazayı hatırlamıyorum çünkü öyle çarpıntılar sonrası şok etkisiyle hafıza kaybı oluyormuş. Benim de uzun süre hafızam yerine gelmedi. Benim o an tek hissettiğim aşağıya bakıp kendimi gördüğüm. Kırılmış bir bebek gibi, kollar, bacaklar bir yere gitmiş ve kanlar içinde. Yukardaki ben aşağıdaki bene bakıyorum. Bir an ışığa doğru çekildiğimi hissettim. Hiç acı yok o da şaşırttı beni. Bu anlattıklarım çok hızlı oluyor saniseler gibi düşünün. Muazzam bir yere geldiğimi hissettim. Ne kadar çok sevgi, huzur var dedim. O yaşadığım ölüme yakın tecrübeymiş. Ruhun bedenden ayrıştığı yer. Ben bunun böyle olduğunu yıllar sonra öğrendim tabii ki. Bu zaman diliminin iki dakika olduğu düşünülüyor çünkü o arada insanlar nabız arıyor ama bulamıyorlar. Arkadaşımı hastaneye götürüyorlar benim nabzımı bulamadıkları için orada bırakıyorlar. Sonra yine vesileler sökeleniyor ve beni çok seven eczacı tanıdığımız “Esra ölemez” diyor tekrar nabzıma bakıyor nabzım atmaya başlıyor biraz önce bahsettiğim taksici de o sırada orada duruyor ve beni apar topar hastaneye götürüyor. Kalbimin durduğu ve o iki dakikada yaşadıklarımı ben Allah’la bir olmak olarak adlandırıyorum çünkü ben öyle hissettim. İlahi aidiyet duygusu var orada. Bunu kitabımda da detaylı anlatıyorum. Sonrasında ben orada Allah’ın yanında kalacağımı düşündüm, geri dönmek istemedim çünkü geri döndüğümde beni bekleyen bir sevgi de yoktu. Orada hissettiğim ise Allah’ın büyük merhameti ve karşılıksız sevgisiydi. Ona sığındım. Bu ebeveynsel bir sevgiydi ama sonra bir ses duydum “Senin daha vaktin gelmedi” diye. Onun Allah’ın sesi olduğunu düşünüyorum. “Ama ben burada kalmak istiyorum” dedim tekrar. “Hayır senin vaktin gelmedi” derken büyük bir çekilme hissi ve acılar içinde bir bedene tekrar sığışıverdim.
Peki neler gördünüz tam olarak o iki dakikalık süreçte?
Ruh göçlerini gördüm. Aile üyelerimin başka kimliklerde, başka hayatlarda yeniden varoluşlarını gördüm.
RÖPORTAJIN TAMAMI ALEM'DE!