Özellikle lüks mobilyalar alanında zamansız zarafeti nasıl yaratacağını bilen biri varsa o isim de dünyaca ünlü tasarımcı Christopher Guy... Öyle ki Guy’ın bugün dünya çapında yüzlerce showroom’u bulunurken, binlerce kendi yaratımı olan parça bir çok Hollywood ünlüsünün evinde ve filmlerde baş köşede duruyor. The Devil Wears Prada, Thomas Crown Affair ve Casino Royale gibi filmler ünlü tasarımcının eserlerinin görülebileceği popüler sinema kültleri... Dubai’deki Atlantis Hotel’den Las Vegas’taki Bellagio otellerine dek bir çok gözde lokasyonda da imzası bulunan tasarımcı, “Coco Chanel ve Christian Dior başlıca ilham kaynaklarım” diyor. Dekorasyon tutkunlarını dünyaca ünlü tasarımlar ile buluşturan Ghanbari açılışında bir araya geldiğimiz Guy ile tasarımın geleceği hakkında keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.
Başlıca ilham kaynaklarınız neler?
Genellikle Fransız kültüründen etkilendiğimi söyleyebilirim. Coco Chanel ve Christian Dior bana çok ilham verdi. Yaşam tarzı koleksiyonları yaratırken kendime ilk sorduğum soru, “Bunlarla yarattığım hissiyat ne olmalı?” oldu. İngiliz mi? İtalyan mı? Fransız mı? Kısaca, bu ürünler nereden geliyor? Ve anladım ki tasarımlarım daha çok Fransız hissiyatını taşıyor. 1920’lerden yüzyıl ortasına kadar gelen bir Fransız ezgisi… Kültürel bir kimliği yok ancak ustalığını yansıtmaya yeterli olacak tüm gerekli elementleri barındırıyor. Koleksiyonlarımın özellikle kıvrımları olur ve o dönemin moda tasarımlarına baktığınızda, onlarda da kıvrımların olduğunu görürsünüz. Güzel bir elbiseyi güzel bir bedene oturması için nasıl tasarlarsınız? Güzel bedenlerin her zaman kıvrımları olur. Bu yüzden dönemin tasarımcıları Coco Chanel ve Christian Dior başlıca ilham kaynaklarım denebilir.
Hayalinizdeki proje nedir? Bu projenin nerede, nasıl olmasını isterdiniz?
Aslına bakarsanız hayalimdeki projeyi gerçekleştirdim bile diyebilirim. Harrods’ın üst katındaki Georgian restoranını yeniden döşemek tam olarak hayalimdi. Restoran 105 yıllık tarihi bir yerdi ve küçüklüğümden beri oraya giderdim. Georgian restoran hep anılarımda yer etmişti. Şimdi dönüp baktığımda lüks tüketimin en büyük merkezi Harrods’ın içerisinde yüzyıllık bir restoranı dekore etmek büyük bir hayaldi.
Gelecekte tasarıma olan bakış açısı sizce nasıl olacak?
Eklektik bir bakış açısı olacağını düşünüyorum. Bunun içerisine biraz da “bulanık mantık” giriyor aslında, her şeyin başka bir yöne doğru gitmesi gibi... Bugün en iyi tasarımcılar “bulanık mantığını” iyi kullanabilenler. Teoride o nesneler uyumsuzdur, ancak bir araya geldiklerinde mükemmel bir görüntü sergileyebilirler. Bu yüzden iddialı ve zor bir tasarımdır. Bazen iki kadının aynı elbiseyi giydiğini görürsünüz ancak asıl önemli olan aksesuarlardır ve bu sayede kimin daha güzel göründüğünü ayırt edebilirsiniz. Tasarımcılar da benzer şekilde farklı parçaları bir araya getirerek en iyi dekorasyonu ortaya çıkarabilmelidir.
Eserleriniz Hollywood yıldızlarının evlerinde ve filmlerde kullanılıyor. Siz bu konuda ne hissediyorsunuz? Hangi parçalar favorileriniz arasında?
Her zaman dünyanın en kötü satıcısı olduğumu söylerim. Neden? Çünkü her zaman bitmiş olan işlerimin nasıl daha iyi olabileceğini düşünürüm. “Hmm bu güzel ama ya şöyle olsa?” gibi... Bu yüzden kimse beni satış toplantılarına götürmez. Önemli müşterilerim ürünlerimi seçerken her zaman renk uyumu ve ahenge dikkat etmeleri gerekir. Kimi zaman rengini beğenip aldıkları eşyayı yerleştirdiklerinde korkunç durabilir. Bazen telefonlar alıyorum “Ürününü şu röportajda gördüm!” veya “Kardashians’da belirdi” gibi... Hoşuma gidiyor elbet ama yine de bana en keyif veren an Georgian restoranda ikindi çayımı yudumlamak. Bu tam anlamıyla bana huzur veren bir an çünkü insanları gözlemleyebilme fırsatım oluyor.
Peki, iyi bir dekorasyon kurgusunun sırrı nedir?
Yaşam stili koleksiyonları yarattığınızda her eşya birbiriyle uyumlu ve dengede olmalıdır, dikkatin hangi nesne üzerinde toplanacağını doğru belirlemeniz gerekir. Örneğin Madonna’nın konserine gittiğinizde arkasında dans eden dansçıların hiçbiri Madonna’ya gösterilen ilgiyi üzerine çekmez. Yaşam stili koleksiyonları da aynı bunun gibidir. Dikkati üzerine çeken bir renk veya yalnızca bir ayrıntı olabilir. Diğer her şey daha az bağırmalıdır.
İşinizle ilgili en çok neden hoşlanıyorsunuz? Günlük yaşamınızdan biraz bahseder misiniz?
Sidney’den Londra’ya, oradan Singapur’a, daha sonra Japonya’ya, hemen ardından Çin’e, Dubai’ye, Orta Doğu’da birkaç ülkeye daha uğrayıp oradan Arjantin’e, sonra Meksika’ya... Sürekli seyahat halindeyim. Bu yıl biraz deli bir yıl oldu. Başarılı bir tasarımcı olmak istiyorsanız dünyayı dolaşmanız ve görmeniz gerekir.
Bir tasarıma başlarken nasıl bir iç görüyle hareket ediyorsunuz?
En ufak ayrıntıya baktığınızda dahi ilham alabiliyorum. Mesela son koleksiyonumdaki aynalar... Aynaların orijinal versiyonu yuvarlaktı. Peki kim bana ilham vermişti? Philip Treacy ve muhteşem şapkaları. Aslında tasarım kültür gibi bir şey, evrimsel gelişen bir olgu. Hiç var olmamış bir şeyi yenileyemezsiniz. Diğer yandan ne olursa olsun tasarladığınız mobilya ticari olmalı. Bu çağdaş sanat gibi bir şey değil, yani tek bir tablo yapıp başka birinin almasını bekleyemezsiniz. Onun mutlaka bir değeri olmalı.
Türkiye’deki tasarım endüstrisi hakkında ne düşünüyorsunuz? Hiç tanıdığınız Türk tasarımcı var mı?
İsimler konusunda çok kötüyüm. Burada birçok üretim alanlarınız var. Geçen sene Endonezya’da Jaya İbrahim adında bir tasarımcının cenazesine gittiğimde kalabalığa şunları söyledim: “1993 yılında buraya geldiğimde her şeyi bildiğini zanneden İngiliz bir tasarımcıydım. 5 yıl sonra Jakarta’da Jaya’nın tasarladığı bir otele gelip baktığımda kendime ‘Chris sen tasarım hakkında hiçbir şey bilmiyorsun’ dedim.” Jaya da henüz tasarımcı değilken Londra’da tam 20 yıl yaşamıştı. Geri döndüğünde çok şey öğrenmiş ve deneyimlemiş bir şekilde bu noktaya gelebildi. Bu yüzden bir tasarımcı mutlak seyahat etmeli, herkesin hatırlayabileceği bir isme sahip olmalı ve ürünlerinin global bir hissi olmalı.