Zeynep Günay Tan ve Seren Yüce'nin yönetmenliğini yaptığı "Kulüp" dizisinin oyuncu kadrosunda Matilda rolünde Gökçe Bahadır'ı, Raşel rolünde Asude Kalebek'i, şoför İsmet rolünde Barış Arduç'u, şarkıcı Selim Songür rolünde Salih Bademci'yi, kulübün müdürü Çelebi rolünde Fırat Tanış'ı ve kulübün sahibi Orhan rolünde Metin Akdülger'i izliyoruz.
Öncelikle dizinin, Türkiye sinemasının köklerine inerek onu yeniden şekillendirdiğini söylersek bazı izleyiciler hak verecektir. "Kulüp"te, Yeşilçam'ın jönü olan esas oğlan ve esas kızını yani Yeşilçam filmlerinin en temel taşlarını yeniden kurgulayan bir hikaye izliyoruz.
Bize jön olarak lanse edilen esas erkeklerin aslında kendi doğrularından sapmamak adına gerekirse çevrelerindeki herkese zarar verebilecek, şiddeti kahramanlıkla bağdaştırıp sevdikleri kadını adeta kendilerinin birer namus sembolü gibi konumlandıran, ne kadar problematik karakterler olduğunu çok derinlikli bir şekilde gösteriyor. Bunu da İsmet karakteri üzerinden yapıyor. İsmet, Yeşilçam'ın esas erkeğini her açıdan karşılıyor; yakışıklı, zeki, cesur, hırçın, tüm kadınların ona aşık olduğu ama kendisi henüz doğru kadını bulamadığı için ya hepsiyle birlikte olan ya da hepsini reddeden bir ana karakter. Ancak dizi, bu kalıpları bire bir vermesine rağmen bunu bir övgü ve yüceltilmesi gereken bir unsur olarak kullanmak yerine bu ana karakter tiplemesini incelemeye alıyor. Dizi bize İsmet'i ne sevdirmeye çalışıyor ne de sevdirmemeye. Tam sevmeye başlayacağımız anda Raşel'e tokat attırıyor, evlenecekleri gün korkunç davranışlarla onu kendinden uzaklaştırıyor veya gerçeği çok önce öğrenmiş olmasına rağmen hala Raşel'e Aysel diye hitap ederek onu olduğu gibi değil de kendi görmek istediği gibi kabul ettiğini gösteriyor. Tam nefret edeceğimiz anda ise arabayı geri döndürtüyor veya bir adamı döven kocaman bir ırkçı gruba karşı tek başına kafa tuttuğunu gösteriyor. Yani dizi İsmet'i ve aslında "esas oğlan" olarak bugün bile devam eden bu stereotipi ne bir melek ne de bir şeytan, sevaplarıyla günahlarıyla tam olarak bir insan olarak gösteriyor. Sevaplarını ödüllendirdiği gibi günahları nedeniyle de cezalandırıyor ve sonunda yalnız kalmasına neden oluyor.
Aynı stereotip kırılımının "esas kız" karakteri üstünden de yapıldığını görüyoruz. Raşel, masum, namuslu, hoş gören, affeden, başına gelen iyi kötü hiçbir şeyde sorumluluğu olmayan ve yalnızca esas oğlan tarafından kurtarılabilen Yeşilçam'ın esas kızına bazen şımarık bazen bencil bazen inatçı, ister hak verelim ister hak vermeyelim daima kendi kararlarını veren bir edayla kafa tutuyor. Raşel'in başına gelen her kötü şeyden annesini suçlayan tavrı bile Yeşilçam'ın esas kızları olarak övülen ve ödüllendirilen, ideal kadın olarak yüceltilen bu karakterlerin aslında gerçek anlamda bir çocuk olduğunun ve bu durumun yarattığı sıkıntılı yapının altını çiziyor. Raşel affedici değil, oysa esas kız ne olursa olsun, ona ne yapmış olursa olsun esas oğlanı mutlaka affeder, saf ve masumdur, bağışlayıcıdır. Raşel, bu tiplemenin sınırlarıyla kalıplaştırılmıyor; aşkı yüzünden İsmet'ten defalarca kez darbe alıyor ve tekrar tekrar İsmet'in peşinden gidiyor, ta ki sonuncu kez ihanete uğrayana kadar. Sonunda Raşel, "Benim de kendi kararlarım var, ben de gerçek bir insanım" diyerek seçimini yapıyor ve İsmet'i seçmiyor.
Film ve dizilerimize olduğu gibi toplumsal rollerimize de işlemiş bu kalıplar neredeyse cesur, yetişkin adamlar ile saf, küçük kız çocuklarının aşkını desteklediğimiz bir tablo çiziyor. Esas kız ve esas oğlan karakterleri doğru, iyi, kabul edilebilir erkek ve kadınlar olabilmemiz için bir kılavuz olarak kullanılıyor ve bu şartları karşılamayanlar gerek film ve dizilerin hikayesinde gerekse de gerçek hayatta cezalandırılarak dışlanıyor. "Kulüp" ise tüm bu normlarla ince ince oynayarak gerçeklik olarak kabul ettiğimiz şeylerin aslında ne kadar gerçek dışı olduğunu gösteriyor.
Dizideki diğer dikkat çeken karakterleri ve tabii ki ana karakteri Matilda'yı da incelemek gerek. Matilda'nın esas kız, esas erkek ve esas kötü karakterlerinin hiçbirine dahil olmamasına rağmen dizinin başrolü olarak seçilmesi muhtemelen "Kulüp"ün en zekice yanlarından biri. Matilda, yeri geliyor kahramanlık rolünü üstleniyor, yeri geliyor aşık ve kırılgan oluyor, yeri geliyor dediğim dedik biri oluyor ama asla bir tiplemeye dönüşmüyor. Ana karakter olabilmek için bize dayatılan kalıplara girmek gerekmediğini çok net bir şekilde gösteriyor. Çevresindeki birçok karakter Matilda'yı kendi istedikleri yöne doğru zorlamaya çalışsa da Matilda kendi kararlarını veren, aksiyon alan, "canlı" bir karakter olmaya devam ediyor.
Dizinin ana kahramanı olmamasına rağmen muhtemelen en dikkat çeken karakteri olmayı başaran Selim ise ilk sezon veya Netflix'te geçtiği gibi ilk kısımda çok daha önemli bir yere sahipken dört bölümlük bu ikinci kısımda arada bir diğer karakterlere problem çıkaran biri olmaktan ileri gidemiyor. Genel olarak hikayeye, diğer karakterlere ve hatta kendine bile pek katkısı olmayan bir karakter olarak yer alıyor. Diğer karakterler, ona zarar verebiliyor veya iyileştirebiliyor ama ilk kısımdakinin aksine kendi kendine bir şeylerin farkına varabilen ve aksiyon alabilen bir Selim göremiyoruz. Sanki Matilda'yı denklemden çıkarırsak elimizde rüzgarda savrulan bir Selim karakteri kalır gibi görünüyor. Oysa ki ilk kısımda gördüğümüz Selim, klasik dizi karakterlerinin aksine ilerleyen ve oldukça umut vadeden bir karakterdi.
Dizinin teknik yanlarından bahsetmek gerekirse; birçok duygu ve durumu diyaloglarla didaktik bir şekilde aktarmaya çalışmak yerine seyircisinin zekasını küçümsemeden kurgu, ışık ve kostümle vermeye çalışması, yerli dizilerimizde en çok aradığımız özelliklerden olduğu için dizinin büyük başarılarından biri olarak değerlendirilebilir. Orhan'ın Selim'den "normal" olmasını istediği bölümde hikayesel ve kurgusal açıdan Orhan'la Selim arasında kurulan paralellikler bir insanın kimliği ne olursa olsun toplum ve toplumsal normlar tarafından baskılanmaya çalışıldığında aralarında fark kalmadığının altını çok kibarca, parmakla göstermeden ama net bir şekilde çiziyor. Her birimiz bambaşka insanlar olabiliriz ama kendimiz olmamıza izin verilmediği noktada "aynı" insanlara dönüşüyoruz ve dönüşmekle kalmıyor, kendimize yapılanı başkalarına yaparak "aynılaşma" dönüşümüne katkı sağlıyoruz. İsmet'in evlenip evlenmemeye karar vermeye çalıştığı sahnedeki üstüne bol gelen ceketi, İsmet'in damat rolünün ve o etiketin beraberinde getirdiği "baba" ve "eş" gibi birçok diğer rolün de içini dolduramayacağını gösteriyor. Tercih edilen bazı ışık ve kamera açıları, kostüm ve sanat tasarımı kadar başarılı. Raşel'in, babasını annesinin öldürdüğünü öğrendiğinde yüzünü gölgede görmemiz, bu karanlık sırrı öğrenen karakterimizin o anki hissi ve gelecekte vereceği kararlarla ilgili çok şey anlatıyor.
Peki "Kulüp" dizisi, final bölümüne geldiğimizde Türkiye tarihinin en karanlık olaylarından birini ne ölçüde yansıtabildi? Kaldırım taşı sembolizmini, Tasula'nın verdiği cesurca ama üzerine uzun bir konuşma yapabileceğimiz kadar derinlikli kararı ve 10 bölüm boyunca birbirinden farklı insanlara ve onların çatışmalarına ev sahipliği yaparak küçük bir Türkiye olarak sembolize edilen kulübün sonunda şiddete uğrayan, dışlanan, ötekileştirilen azınlıklara kapılarını açarak herkes için bir yuva haline gelmesi gibi oldukça başarılı alt metinler taşıyor. Ancak tam aksi yönde durumlar da mevcut. Bu dizi 6 - 7 Eylül olaylarıyla ilgili bir dizi olmasa da bu kadar büyük ve Türkiye tarihinin en konuşulması gereken ama bahsi o kadar da geçmeyen dönemlerinden birine dizinin konusunda yer verip, bir bölümü tamamen ona adayıp sonra da bir kızın aşkıyla annesi arasındaki seçim sahnesini, o olayların tam da merkezine yerleştirmek tartışmaya açık bir karar. Konuyu bir yandan tüm şiddetiyle, tüm sarsıcılığıyla aktarmaya çalışıp bir yandan da neredeyse bir aşk hikayesinin arka plan görseli olarak konumlandırmak son bölümün belki de en negatif yanlarından biriydi. Yine de en azından olayların büyüklüğüne çok da gölge düşürmeden sahneyi hızlıca geçmiş olmaları sevindirici. Bu da bir nevi "Bu 'karar sahnesi'ni karakter gelişimi açısından göstermek zorundayız ve en dramatik anın bu olayların ortası olduğuna karar verdik ama bir yandan da eğreti durduğunun farkındayız" diye düşünüldüğünü hissettiriyor.
"Kulüp" hakkında yapılan negatif eleştirilerden biri de dizinin tarihi olayların gerçekliğiyle oynaması. Bunlardan en dikkat çekeni Varlık Vergisi'nin 1942 yılı yerine Raşel karakterinin yaşı nedeniyle 1938'de yaşanmış gibi gösterilmesi. Kurgusal hikayelerde bu gibi uyarlamalara çok sık rastlanır. Bu tarih değişikliği gerçekten de çok büyük bir meselenin altını çizmek için olsaydı belki daha çok negatif eleştiri toplayabilirdi. Ancak Varlık Vergisi ve 6-7 Eylül olayları arasındaki Raşel karakterinin yaşını yetiştirmek için yapılmış, tarihi gerçekliğin üstünü örtmeye çalışmak değil de dramatik kurguyu güçlendirmeye çalışmak amacıyla yapılmış bir değişiklik. Aslında dizinin, final sahnesine ulaşabilmek için bazı olayları hızlıca toparlaması ve bir nevi geçiştirmesi diziyi gerçeklikten koparmak konusunda tarihlerle oynamasından daha etkili.
Olumlu olumsuz her türlü eleştirimize rağmen "Kulüp" dizisinin son zamanlarda yapılmış en cesur yerli dizilerden biri olduğu yadsınamaz. Tabii ki yönetmenliğinin, ışık ve sanat tasarımının ve oyunculuklarının da bu başarıda katkısı büyük.