İtalya’nın Portofino’sundan sonra diğer bir tılsımlı şehir benim için Güney Fransa’daki St. Tropez’dir. İtalya ile Fransa arasında son şehir olan San Remo’dan sonra sizi Fransa’nın Güney şehirlerinden ilki olan Menton karşılar. Tepeden aşağıya baktığınız zaman eşsiz bir ‘French Rivierası’ rüyası başlar. Sıra sıra dizilmiş yat ve kotralar inci gerdanlığı gibidir. Alain Delon’un gençliğinde denize girdiği, kafelerinde oturduğu şehirdir Menton. İşte lavanta kokan o Provence bölgeler buradan başlar. Edith Piaf’ın o güzel Fransızca melodileri aklınıza gelir aşk kokan Provence şehirlerinde. Kimler için neler bestelenmemiştir ki bu sahillerde...
Cote d’Azur sahilleri Fransız Rivierası’nın en güzel bölgeleridir. Kıyı sahil şeridi Monaco’dan başlar, Eze Village, Ville France, Nice, Cannes, St. Tropez doğrultusunda Marsilya’ya kadar devam eder. Nice’ten başlayıp St. Tropez’ye kadar devam eden ve sizi içine çeken harika bir sahil şerididir.
Ne zaman yolum St.Tropez’ye düşse şehre girdiğim an içimden hep aynı düşünce geçer: “Ve Tanrı kadını bu şehirde yarattı.” Akdeniz’in güzel deniz kızıdır benim için; çekici, mağrur, masum ve bir o kadar da gizemli… Her ne kadar lüksün ve zenginliğin simgesi gibi görülse de St. Tropez benim için Tanrı’nın dünya ve insanlar için bir lütfudur. Tepeleri, renkli görüntüsü ile doğası, kumu, denizi ve güneşi ile sahili uzun uzun yaşanması gereken bir sevgili gibidir…
150 yıl önce basit bir balıkçı kasabası olarak kurulan St. Tropez’nin tarihi, aslında M.Ö. 6.yy kadar dayanıyor. Yunanistan üzerinden gelen Yunanlı tüccarlar en başta Nice şehri olmak üzere Cote d’Azur sahillerinde birçok yerleşim noktaları kurmuşlar. İşte St. Tropez de bu dönemde bir liman ve kale şeklinde Fransa sahillerindeki yerini almış. St. Tropez, körfezinin konumu ve rüzgara karşı korunaklı olması sebebiyle birçok medeniyette önemini korumuş ve Fransa Krallığı’nın üçüncü önemli limanı olmuş. 19. yüzyılda ise ünlü hikaye ve roman yazarı Guy de Maupassant kasabanın kendince ismini de belirlemiştir; denizkızı…
Guy de Maupassant’ın ‘denizkızı’ ismini verdiği St. Tropez’nin isminin yankılanması ise 1956 yılında Brigitte Bardot ile oldu. Bardot’nun St. Tropez’de Pampelonne plajında çektiği, “Ve Tanrı Kadını Yarattı” filmi Bardot kadar şehri de taçlandırmış oldu. Filmin çekildiği plajda Bardot’nun kusursuz güzelliğini sergilemesi ile St. Tropez’in ismi “Ve Tanrı Kadını Yarattı” ile birlikte anılmaya başladı.
İlerleyen yıllarda Fransız komedyen Louis de Funes, İtalyan - Fransız ortak yapımı olan ‘Gendarmeria’ serisini de St. Tropez’de çekince Akdeniz’in incisi artık ününe ün kattı ve Fransız Rivierası’nın gözde eğlence merkezi haline dönüştü.
Akşamüstleri şehrin içinde açılan haute couture butikleri ve kafeleri ile kendini geceye hazırlayan St. Tropez’nin bir ünlenen yanı da gece hayatıdır. Şık restoran ve sınır tanımayan eğlence kulüpleri ile St. Tropez dünyanın her tarafından insanları kendine çektiği gibi Fransızların da gözdesidir.
Şehrin içinde Rue Georges Clemenceau Caddesi’nde yürüyüp rengarenk binalarda yer alan butiklerin vitrinlerine bakmak bir St. Tropez geleneğidir. Bir başka güzelliği ise dünyanın dört bir köşesinden gelen yatlar ve yelken yarışlarının burada yapılmasıdır. 3000 farklı kategoride eski ve yeni yatlar bu yarış için her yıl St. Tropez’ye gelir. Atatürk’ün ünlü Savaronası da bu cennet bölgede St. Tropez limanında uzun yıllar demirli kalmıştır.
St.Tropez’de gezilecek yerler listemizin başında liman tarafında bulunan kafelerde mutlaka oturmalısınız. Bu kafelerin hepsinin farklı bir özelliği olduğu için deneyimlemelisiniz. Benim için en iyisi 1950’lerde Polonyalı bir fırıncı tarafından açılan Cafe Senequier’dir. Ve Tanrı Kadını Yarattı filminin çekimleri Cafe Senequier’de hazırlanmıştır. Kafenin en meşhuru ise ‘tarte tropezienne’dir. Film çekimleri sırasında bu tartı çok beğenen Brigitte Bardot bu enfes lezzetin isim annesidir.
St. Tropez’de doğa içinde bir gün geçirmek isterseniz içinde 3 bin 500 çeşit rengarenk kelebeğin bulunduğu Le Maison des Papillons’da muhteşem bir görsel şölen yaşayacağınızı söyleyebilirim. Bu arada hemen bir dipnot geçelim; şehirden ayrılmadan önce ünlü St. Tropez sandaletlerinden almayı sakın unutmayın.
St. Tropez’nin muhteşem gecelerinin yanı sıra gündüzlerini de bir o kadar renklendirebilir ve eğlenceli hale getirebilirsiniz. St.Tropez’de ne yenir? Ne içilir? Özellikle keşfetme ve yeni tatlar deneyimleme konusunda istekli ve bu anlamda meraklı iseniz kahvaltı ile başlamanızı tavsiye ederim. Bunun için St. Tropez’nin üst bölgelerinde yer alan tepelerine sabah erken saatte mutlaka bir ziyaret gerçekleştirmelisiniz. Akdeniz manzarasına karşı kahvaltı edebileceğiniz Gassin ve Ramatuelle gibi küçük köyleri de rotanızın içine alırsanız farklı bir kahvaltı deneyimi yaşayabilirsiniz. Bu arada kahvaltı ile birlikte bölgenin ev yapımı şaraplarını tadabilirsiniz.
St. Tropez’ye gelmişken yedi kilometre uzaklıkta bulunan Güney Fransa’nın Venedik’i olarak adlandırılan Port Grimaud’yu ziyaret edebilirsiniz. Kanallardan oluşan bu kasaba 1966 yılında mimar François Spoerry tarafından tasarlanmış. Port Grimaud, kanalların kıyısında balıkçı evleri şeklinde villalar ve önlerinde yat veya teknelerin yanaşabileceği özel iskeleleri bulunan harika bir kasabadır. Araba ile girişin olmadığı kasaba yürüyerek veya tekne kiralayarak kanallar yoluyla gezilebilir.