Beşparmak Dağları ve sahil arasına sıkışmış olan Girne, Kuzey Kıbrıs’ın en şirin kenti. 2000 yıllık tarihe sahip olan şehir 70 kilometre mesafedeki Türkiye kıyılarına bakıyor. Girne Kalesi’ne sırtını veren at nalı şeklindeki limanı, kafe, restoran ve otele dönüştürülen eski yapılarıyla, hoş bir Akdeniz atmosferine sahip.
Limanın en güzel görüntüsü için kaleye çıkın. Kaledeki 2300 yıllık batık gemi Akdeniz’in en eski ikinci batık ticaret gemisi olarak geçiyor. Girne’ye beş kilometre mesafede bir dağ köyü olan Bellapais adanın en turistik noktalarından biri.
Adı Fransızca’daki Barış Manastırı’ndan gelen Bellapais adanın en görkemli yapılarından biri. Günümüze kalan bölümü Fransa Kralı 3. Hugh tarafından inşa edilmiş. Ada Osmanlılar tarafından alınınca manastır ibadet için Ortodoks Rumlara verilmiş.
Avlusundaki Roma dönemine ait lahitler eskiden rahipler tarafından lavabo olarak kullanılmış! Manastır, Gotik mimarinin Doğu Akdeniz’deki en güzel örneği. Altında göz alabildiğine Akdeniz uzanıyor.
Gökyüzüne çıkan 480 merdiveni ve masalsı havasıyla, Girne’ye 10 kilometre mesafedeki St. Hilarion Kalesi dediklerine göre Walt Disney’in “Uyuyan Güzel” masalındaki kaleye ilham kaynağı olmuş. Buffavento ve Kantara kaleleri gibi adayı Araplardan korumak için yapılan üç kaleden biri olan St. Hilarion, adını bir azizden alıyor. 732 metre yüksekliğindeki Kraliçenin Penceresi’nden görünen manzara gerçekten muhteşem. Zirvesinde Prens John Kulesi’nin bulunduğu kaledeki canlandırmalarda şövalyeler döneminde yaşamın nasıl olduğunu görüyorsunuz.
Girne yakınlarındaki Karmi’nin (Türkçeleştirerek adına Karaman demişler) köy meydanında küçük bir kilise var. Ara sokaklardaki evlerde ince zevklerin yansımalarını görüyorsunuz. Etrafa huzur hakim. Sanki zaman bu köyü es geçmiş gibi. Manzaralar çok güzel. Bugün köyde Finlisinden tutun İsveçlisine kadar farklı ülkelerden insanlar var.
Bana göre adanın en güzel plajları Bafra bölgesinde yer alıyor. Kaya Artemis Resort & Casino adanın ilk konsept oteli. Adaya Türkiye’den yapılan ilk yatırım olması, ilk yabancı misafir grubunu getirmesi ve tatil otelciliğini başlatması sebebiyle önemli bir tesis.
Efes’te bulunan dünyanın harikasından biri olan Artemis Tapınağı’nın bir eşi olarak tasarlanmış. Sahil ve denizi Maldivler’i aratmıyor. Pek çok dizi ve gösteriye ev sahipliği yapmış. Tesisin bir bölümü organik tarıma ayrılmış ve otelin konuklarının sebze ihtiyacının yarısı bu seralardan sağlanıyor.
Havari Andreas Manastırı, Kanakaria Kilisesi, Ayia Trias Bazilikası, Kantara Kalesi, Philon Kilisesi, İskele, İkon Müzesi ve Kral Mezarları Bafra’nın görülecek yerleri arasında bulunuyor.
Girne yeni bir üniversiteye kavuşuyor. Adı ARUCAD (Arkın Yaratıcı Sanatlar ve Tasarım Üniversitesi). Bütün ön izinleri alınmış, sanat odaklı bir butik üniversite oluyor. Ana kampüs Gazimağusa’da inşa ediliyor. Kıbrıs’ın sahip olduğu zengin kültürel mirası çağdaş yerel değerlerle harmanlama vizyonuyla yola çıkmışlar. ARUCAD, Kuzey Kıbrıs’ın sanat, tasarım ve iletişim alanlarını aynı çatı altında toplayan, ilk ve tek sanat üniversitesi olmaya adaymış.
Yüksek öğrenimin yanı sıra, uluslararası etkinlikler de hedefliyorlar. Bunlardan biri 17 Kasım’a dek açık kalacak muhteşem bir sergi. Auguste Rodin’in ölümünün 100. yılı anısına düzenlenen 34 parçalık “Rodin his lover & his friends” isimli sergi ummayacağınız görkemde. Sergide izleyicilere eserlerin tanıtıldığı iki dilli bir de katalog sunuluyor. Üniversitenin kurucusu Erbil Arkın vizyoner bir turizmci. Kıbrıs’ta yeni açılacak üniversiteden başka biri Girne’de, diğeri Gazimağusa’da iki de çok şık oteli bulunuyor.
Girne’nin güç ve ticaret merkezi geçmişine uygun olarak, Colony Hotel uluslararası gezginler için tasarlanmış. Otelin resepsiyonu ve lobisindeki taş kemerler, bin yıl boyunca ayakta kalmış Bellapais Manastırı’nın kemerlerini yansıtıyor. Karşısındaki kolonyal mimari uslübundaki The House harika bir restoran. Altında da bir sanat galerisi bulunuyor.
Değişime uğramayan nadir yerlerden. Pek hareketli bir şehir değil daha çok gizemli ve hüzünlü bir havası var. Güçlü bir Akdeniz limanı olan Gazimağusa, Avrupa ile Yakın Doğu arasında önemli bir bağlantı. Arsinoe’ymiş kurulduğunda adı. Roma İmparatorluğu’na, Araplara, Haçlılara, Lusignanlara ve Cenevizlere ev sahipliği yapmış yüzyıllar boyunca. İçinde girişin yasak olduğu Maraş Kapalı Bölgesi var. Gazimağusa’daki Arkın Palm Beach Hotel ise Gazimağusa’nın eski sur içi sokaklarında gezinen ve kafelerinde dinlenen telaşsız ziyaretçilerin konaklamaları için ideal. Otel girişi ve resepsiyonu, sur içinin ve Shakespeare tarafından ölümsüzleştirilen Othello Kulesi’nin benzeri zarif taş kemerlere sahip.
Adanın ortasında Venedik surlarıyla çevrili bir başkent. Şehre girdiğinizde tam karşıdaki Beş Parmak Dağları’nın üzerinde kocaman bir KKTC bayrağı var. Şehir yeşil hatla ikiye ayrılmış, yarısı kuzeyde, yarısı güneyde yer alıyor. Bir yanda kiliseler, diğer yanda camiler, yol üzerinde palmiyelerle şehrin değişik bir havası var ama cazibesi eksik.
Surların içindeki Lefkoşa’yı keşfedin. Adanın tam ortasında bulunan Lefkoşa, Kuzey Kıbrıs’ın ticari ve politik başkenti olarak geçiyor. Çoğu kimse Lefkoşa’yı Ankara, Girne’yi ise İstanbul gibi görüyor. Şehir ikiye ayrılmış, arada dikenli teller var. Yüksek binaların bulunduğu ve nüfusun daha yoğun olduğu güney tarafına Kıbrıslılar geçebiliyor, Türk vatandaşıysanız tellerin ardından adanın güney bölümüne bakıyorsunuz. Lefkoşa’da Luzinyan, Venedik, Osmanlı ve İngiliz izlerini görmek mümkün. Kent surlarının Venedik kumandanlarının adlarını taşıyan 11 burcu var. Venedik surları içinde dolaşın.
68 odadan oluşan Büyük Han’da kahvenizi yudumlayın. Cumbalı tipik Lefkoşa evlerinin olduğu Arabahmet ve Samanbahçe mahalleleri görmeye değer. Arabahmet’te Osmanlı elitleri yaşarken Samanbahçe’de 72 evden oluşan dönemin sosyal konutları yapılmış. Bana göre adadaki en çarpıcı eserlerden biri Ayasofya Katedrali. Camiye çevrilince Selimiye adını almış. Luzinyan krallarının taç giyme törenlerinin yapıldığı gotik bina 1326 yılında bitirilmiş. II. Mahmud’un tuğrasının bulunduğu Girne Kapısı’na göz atmayı unutmayın. Mevlevi Tekke Müzesi, Venedik Sütunu, Arasta ve Derviş Paşa Konağı Lefkoşa’nın diğer sürprizleri arasında bulunuyor.
Kıbrıs’ın Rum kesimi Türkiye’de pek bilinmez, gelin adanın bu bölümünü de anlatayım sizlere. Kıbrıs toprakların üçte ikisini güney bölümü oluşturuyor. Lefkoşa’nın Rum kesiminde St. John’s Katedrali, Bizans ikonaları ve mozaiklerle dikkati çekiyor. Kıbrıs Müzesi’nde Afrodit Heykeli ve Leda ile Kuğu Mozaiği bulunuyor. Şehrin alışveriş caddeleri Makarios, Stasikratous ve Ledra. Lefkoşa’dan Macharias Manastırı’na giderken yolda bakır madenleri var. Adanın adı da zaten Latince Kuprum yani bakırdan geliyor ve ilk bakır madenlerinin burada bulunduğu rivayet ediliyor.
Lefkoşa, liman kenti Limassol’a 80, Pafos isimli sahil şehrine 152, havaalanının olduğu Larnaka’ya 47 km. mesafede. Larnaka havalimanı yakınında Hala Sultan Tekkesi ile camii bulunuyor ve İslam alemi için önemli yapılardan biri olduğu söyleniyor.
Güney Kıbrıs’ın 900 bin kişilik nüfusunun 200 binden fazlası başkent Lefkoşa’da yaşıyor. Güney Kıbrıs, Avrupa Birliği’nde Yunanistan ve Malta’dan sonra en büyük üçüncü deniz filosuna sahip. Bu yüzden de limanlar Türkiye için müzakerelerde çok önemli bir koz.
Güney Kıbrıs’ın resmi dillerinden biri Türkçe, paradan tutun, pasaporta kadar Türkçe yazıları görüyorsunuz. Eski İngiliz valinin Lefkoşe’deki rezidansı şu anda başkan Papadopoulos’un sarayı, oradaki tabelalarda da Türkçe kullanılıyor.
Kıbrıslıların dillerinde, tavan, cam, dolap gibi Türkçe çok sayıda kelime var. Artık daha fazla konuşmaya gerek yok anlamında kullandıkları atasözü ise “Beş tambur (kavun) dört okka”.
Neolitik çağlardan beri insanların yaşadığı ada üzüm bağlarıyla dolu ve şarapçılık çok eskiden beri var. Güney Kıbrıs’ta, Yunanistan’da olduğu gibi kiliselerde kendi bayrakları dışında, üzerinde çift başlı kartalın olduğu sarı Bizans bayrakları bulunuyor.
Güney Kıbrıs’ın Türkiye’de büyükelçiliği olmadığından vizeyi Atina’daki büyükelçilikten almanız gerekiyor (Tel: +30-210-3610178). Ülkedeki en iyi seyahat acentesi ise Drakos Travel.
24 kilometrelik sahil şeridi var Limasol’un. Liman dışında sahil otellerle süslenmiş. Batısındaki Kourion antik şehrinde yazın konserlerin düzenlendiği güzel bir tiyatro var. Doğusundaki Amathous ise diğer bir arkeolojik ören yeri. Şehirdeki eski ortaçağ kalesini müzeye çevirmişler.
Limasol’un karnavalı ve eylül ayındaki şarap festivali meşhur. Commandaria dünyanın en eski şarap adlarından biri olarak geçiyor, bu tatlı şarabı şehrin yakınındaki Colossi isimli kalede St. John Şövalyeleri üretmiş.
Roma döneminde başkent olan Pafos eskiden gemilerin mola yeriymiş, denizciler burada soluklanıp yollarına devam ederlermiş. Tarsuslu Aziz Pavlus ve Barnabas Hıristiyanlığı yaymak için bu liman şehrine de gelmişler. Pafos turizm açısından önemli bir şehir, sahiller otel ve tatil köyleriyle dolu. Tarihi şehir UNESCO tarafından dünya kültürel mirası listesine dahil edilmiş ama neyi kıstas almışlar pek anlamıyorsunuz.
Dionisos mozaiğinin olduğu ev dahil Roma mozaiklerinin olduğu villalara rastlıyorsunuz şehirde. Bu UNESCO çalışanlarının anlaşılan ne Antakya ne de Zeugma mozaiklerinden haberi var ya da her şey politik güçle ilintili. İngiliz üslerinin de olduğu adayı otobanlarla donatmışlar, yollar gerçekten çok güzel. Pafos’tan sahil yoluyla Limasol’a giderken, Petra tou Romiou dedikleri bir kaya parçası var, mitolojiye göre güzellik tanrıçası Afrodit burada doğmuş.
Gelin size adanın muhteşem tarihini anlatayım. Söz sıkmayacağım, elimden geldiğince sade ve anlaşılır olmaya çalışacağım.
İnsanların yerleşimi M.Ö. 10 bin yıllarında başlamış. Pek çok uygarlık gelmiş adaya Anadolu’dan. Sonra Filistin’den, Mısır ve Suriye’den Mezopotamya halkları yerleşmiş buraya ve ticari yaşam başlamış. Antik ve Roma Dönemi Kıbrıs’ının en önemli yerleşim yeri Salamis olmuş. Mısır İmparatorluğu’nun egemenliğine girene dek Kıbrıs’ta bağımsız küçük yerleşimler varmış. Sonra da Hitit uygarlığının olmuş, sürgün amaçlı. Bitmedi, Fenikeliler ve Asurlular da adayı hâkimiyetlerine almışlar.
Kıbrıs, Roma İmparatorluğu döneminde tek başına bir eyalet olmuş. İmparatorluğun parçalanmasıyla da Bizans İmparatorluğu’nun hâkimiyetine girmiş.
Hristiyanlığın doğuşunda bu dini ilk kabul eden Roma vilayetlerinden biriymiş Kıbrıs. Hristiyanlığın etkisi ile şehirlerinde önemli eserler yapmışlar. İzleri o kadar çok ki.
Bizans İmparatoru ile Emevi Halifesi bir anlaşma imzalamışlar. Bu anlaşmaya göre Bizans yılda 1.000 altın ve o yıl içinde olan cuma günü sayısı kadar atı ve esiri tazminat olarak verecekmiş halifeye. Böylece Arapların eline geçmiş 10. yüzyıla kadar, bir ara tekrar Bizanslıların olmuş ada.
Üçüncü Haçlı Seferi sırasında Britanyalılar almış Kıbrıs’ı. Ama halk ayaklanınca apar topar Tapınak Şövalyeleri’ne satmışlar. Halk yine ayaklanmış. Tapınak Şövalyeleri de “Aman alın sizin olsun!” diye geri vermiş adayı. I. Richard, Kudüs Kralı Guy de Lusignan’ı Kıbrıs Krallığı’na getirmiş. Hanedanlık yaklaşık 300 yıl Kıbrıs’ı yönetmiş.
Kıbrıs Krallığı, Cenevizli tüccarların, Memlukların sonra da Osmanlı İmparatorluğu’nun olmuş. Denizden yapılan büyük bir hücum ile Osmanlı’ya geçmiş ada. Birleşik Krallık tarafından önce kiralanmış, sonra da 1. Dünya Savaşı sırasında Lozan Anlaşması’yla ilhak edilmiş.
• Kuzey Kıbrıs’ın doğu ve batı lezzetlerini sentezleyen Kıbrıs mutfağı tarih boyunca değişik kültürlerden etkilenmiş. Mezelerin başında humus, pastırma, yoğurt, fava, taze badem içi geliyor. Macun, fırın katmeri, samsı, kadayıf, şambalı, paluze ve simit helvası ise denenmesi gereken tatlılar arasında yer alıyor.